30 Kasım 2008 Pazar

BEZGİN BEKİR SENDROMU

Bezgin Bekir karakterini çoğunuz okumuş ya da duymuşsunuzdur diye düşünüyorum, çünkü resim ararken farkettim ki kendisi vikipedi de bile yer alacak kadar tarihi bir kimliğe bürünmüş . Vikipedi de ki bir iki cümlelik tarihi şöyle Bezgin'in ;

"Bezgin Bekir, tembelliği ile tanınan, ilk olarak Gırgır dergisinde çıkmış mizahi bir çizgi karakterdir. Karikatürist Tuncay Akgün tarafından yaratılmıştır."

Bir kaç seferdir yıllardır ilk defa "home alone" pozisyonu yakalayan ben de, fırsat bu fırsat dur hazır tek başıma iken "şunu okuyayım, bunu yazayım sakince" modundan çıkıp, aslında Bezgin Bekir Hayat Felsefe'sinin ne kadar işe yaradığını keşfetmiş bulunmaktayım. Evdeki güruh dışarı kendini attığı anda, demlenmiş çayım, sigaram, yumuşacık battaniyem ile baba koltuğunun en yatak pozisyonuna geçip, saatlerce demleniyorum. Kıpırdamadan, ne bir müzik, ne bir sohbet bile olmadan. Yani en sevdiğim sesleri bile yok sayarak. Hiç bir şey yapmamanın keyfine varıyorum. Önce bir bardak çayımı sigaramla içip, sonra kaslarımı koltuğa yayıp, boynuma kadar çektiğim battaniyenin sıcaklığıyla gevşeyen bedenimi sonunda uykuya teslim ediyorum. Uykum hafiflediğinde yeniden bir sıcak çay molası veriyor, sonra yeniden döngüyü tekrarlıyorum. Apartmanın ve mahallemizin rutin gürültüsü dışında herhangi bir ses ve haraket eden bir şey olmadan.

Çoğunlukla kafamda ışık hızı ile dönen pek çok düşünce ile oturduğum koltukta, ilkin onu bunu halletmeye çalışarak başlasamda oturumuma, hafif hafif yavaşlayan düşünce akımı sonunda rahatladığımı hissediyorum. Hani Amerikan Yerlilerinin dediği gibi, "ruhlarımız bedenlerimizin gerisinde kalıyor" çoğu zaman sanırım. Ben de ruhuma günlük koşturmacalarımda veremediğim zamanı tanıyorum böylece ve ikisinin buluşup huzur içinde dinlenmelerine izin veriyorum.

Aslında hep çok yorgun hisettiğimde "ya şöyle kıpırdamadan durmak istiyorum bazen, öyle gözlerimi boşluğa dikip, ağzım hafif aralanmış, boş bomboş kalmak istiyorum" der dururdum ama, daha önce dinlenme adına yaptığımı sandığım şeylerin gerçekten bu olmadığını ve gerçekten istediğimin de aslında bu olduğunu daha yeni anladım. Günlük hayatın içinde ne kadar koşturursam koşturayım, gerek evde, gerekse iş yerinde verdiğim molalarda yalnızca kendim içinlerimi yapmaya çalışıp, kendimce mutluluklar yaratmaya çalışsam da, aslında hiç birinin dinlenmiş ve bir arada olan ruh ve beden ikilisini yaşamak kadar keyif verici olmadığını keşfediyorum. Hayatım boyunca bunu çözememiş olmam da çok komik aslında. Sanırım yaşlanıyorum :)

Bu nedenle bu aralar Bezgin Bekir Sendromu yaratabileceğim anları özlemeye başladım neredeyse. Mola vermenin mümkün olmadığı, yapılması gerekenler zincirinden sıyrıldığımda, kendim için istediklerimden biraz fedakarlık edip, kendim için istediklerimi yapacak enerjim kalmasını sağlayan bu yöntemi uyguluyorum. Bu da kendim için istediklerim ve yaptıklarım kısmında bir yavaşlama ve gerilemeye sebep oluyor aslında. Hani eli dursa ayağı durmaz, ayağı dursa, zihni durmaz bir yapıda olan ben için bu oldukça yeni bir durum aslında.

Bir süre önce gerek blograzzi, gerek face book gerek başka bilimum ortama iki ara bir derede girip laf yetiştiren ben şimdilerde yine duramayıp giriyor okuyor ve çıkıyorum. Yazacaklarımı biriktirdim aslında, bir süre beden ve ruhumu bir arada tutmanın tadına varayım hepsi yine bir sel gibi boşanıp dökülecek sanal aleme, hani bu bir geri çekilme, vazgeçilmişlik belirtisi sanmayın diye söylüyorum. Ama fırtına öncesi sessizlik olduğunu düşünüp de, dönüşü muhteşem olacak bir hisse kapılmanızı da istemem, bakarsınız bedenim ruhuma öyle alışır ki sonunda, medite olmuş yeni ruh halimle ancak çiçekler, böcekler, hayat ne kadar güzellere dalarım bir süre.. Bahar da değil ki, size aşktan falan bahsedeyim öyle yaz güneşi gibi, ılık bir meltem gibi hafif hafif esecek ve gevşetecek konular üreteyim de yazayım..

Hep şunu düşünürüm kendi kendime, bu dünyanın ve yaşamın sırrını çözmüşler vardır benim için, bunlardan ilki Hayyam, ikincisi Can Yücel, üçüncüsü de Amerikan Yerlileri ve kökeni Amerikan Yerlileri gibi olan diğer tüm ilkel sanılan insan grupları. Dünya ile barışık insanlardır hepsi, koşturmaca değildir hayat onlar için ne kadar yoğun yaşarlarsa yaşasınlar, bir zerre olsun ayırmazlar ruhlarını yaşamın herhangi bir anında yanlarından. Başkalarının makosenleri ile dolaşmayı bilirler, bu nedenle anlarlar her canlının halinden. Savaşmazlar onlar hayatla, işbirliği yaparlar daima. Bu nedenle de yorulmazlar, bedenleri, ruhsuz kalmaktan, ruhları bedensiz yaşamaktan sıkılmaz hiç bir zaman.

Nirvanaya ermeme az kaldı benimde herhalde.. Hayatıma yeni eklenen küçük mutluluklar ve yeni telaşları da kaldırmadı bünyem belki bu aralar, o nedenle bir beden-ruh birleşmesi ile voltranı oluşturmaya devam bir süre daha..

Bezgin ama mutlu
Hancıyı beklemeden yatağı serip uzanan
Fasulye

24 Kasım 2008 Pazartesi

YEŞİL SAPLI KIRMIZI ÇİÇEK


Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Okula giden bir küçük çocuk vardı.
O küçücüktü,
Ve okul da koskocaman.
Ve küçük çocuk,
Avluya açılan bir kapıdan geçip,
Sınıfına hemencecik girebileceğini öğrenince
Mutlu oldu.

Ve, gözünde okul ona
Artık koskocaman gözükmedi.
Bir sabah
Artık uzunca bir süredir küçük çocuk okullu iken
Öğretmen dedi ki: ‘Bugün bir resim çizeceğiz.’
‘Ne güzel!’ diye düşündü küçük çocuk.
Resim yapmasını severdi.

Bir sürü resim çizebilirdi:
Aslanlar, kaplanlar,
Tavuklar, inekler,
Trenler, gemiler-
Hemen pastel boya kutusunu çıkarıverdi.
Ve çizmeye koyuldu.

Fakat öğretmen seslendi:
‘Bekleyin! Daha hemen başlamayın!’
Herkesi süzdü, hazırlar mı diye baktı.
‘Şimdi’ dedi öğretmen, ‘Çiçekler çizeceğiz.’
‘Ne hoş’ dedi küçük çocuk.
Çiçek çizmeyi çok severdi.
Ve güzel mi güzel çiçekler çizmeye başladı.
Pembe ve mavi ve turuncu boyalarıyla.
Fakat ‘Bekleyin!’ dedi öğretmen.
‘Ben göstereceğim size nasıl çizeceğinizi.’
Onunki kırmızıydı, yeşil saplı. ‘
Haydi’ dedi öğretmen.
‘Artık başlayabilirsiniz.’


Küçük çocuk, öğretmenin çiçeğine baktı.
Sonra da kendi çiçeğine.
Kendi çiçeğini öğretmeninkinden daha çok sevmişti,
Fakat bunu söyleyemedi,
Defterindeki sayfayı çevirdi
Ve öğretmeninkine benzer bir çiçek çizdi.
Kırmızıydı, yeşil saplı.

Başka bir gün,
Küçük çocuk kapıyı dışardan
Kendi başına açmıştı,
Ve o anda öğretmen şöyle dedi:
‘Bugün killi çamurla birşeyler yapacağız.’
‘Ne güzel!’ diye düşündü küçük çocuk.
Killi çamurla oynamayı severdi
Killi çamurdan bir sürü şey yapabiliyordu:
Yılanlar ve kardan adam,
Filler ve fareler,
Arabalar ve kamyonlar-

Ve killi çamura elini uzattı.
Bir avuç almak için çekiştirirken çamuru,
Öğretmen dedi ki: ‘Bekleyin!
Daha başlama zamanı gelmedi!’
Herkesi süzüp, hazırlar mı diye baktı.
Şimdi’ dedi öğretmen,
‘Bir kap yapacağız.’
‘Ne hoş’ dedi küçük çocuk.
Kap yapmayı çok severdi.

Ve her boyda türlü şekillerde kaplar yapmaya başladı.
Fakat ‘Bekleyin!’ dedi öğretmen.
‘Ben göstereceğim size nasıl yapacağınızı.’
Ve herkese gösterdi, derin bir kabın
Nasıl yapılacağını.
‘Haydi’ dedi öğretmen.
‘Artık başlayabilirsiniz.’

Küçük çocuk öğretmenin kabına baktı.
Sonra da kendininkine.
Kendi yaptığı kabı öğretmeninkinden daha çok sevdi.
Fakat birşey söylemedi.
Elindeki killi çamuru bir top halinde yuvarladı yine.
Ve öğretmeninki gibi bir kap yaptı.
Derin bir kap.

Ve çok geçmeden
Küçük çocuk beklemeyi öğrendi,
Ve izlemeyi,
Ve tam öğretmeninki gibi şeyler yapmayı.
Ve çok geçmeden
Kendi başına artık hiçbirşey yapmadı

Bir gün geldi
Küçük çocuk ve ailesi
Başka bir eve taşındılar,
Başka bir şehirde,
Ve küçük çocuk
Başka bir okula gidiyordu tabii ki.
Bu okul, öncekinden
Daha da büyüktü.
Ve sınıfına
Avludan bir kapı da yoktu.
Üst kata yüksek basamaklardan çıkmak zorundaydı,

Ve uzun bir koridor boyunca
Gitmeliydi sınıfına.
Ve daha ilk günü

Yeni okulunda,
Öğretmen seslendi
‘Bugün bir resim çizeceğiz.’
‘Ne güzel!’ dedi küçük çocuk,
Ve öğretmeni bekledi,
Ne yapılacağını söylemesi için.
Fakat öğretmen, bir şey söylemedi.
Sadece sınıfta sıraların arasında dolaştı.
Küçük çocuğa geldiğinde
‘Sen resim çizmek istemiyor musun?’ dedi.
‘Evet.’
Dedi küçük çocuk,
‘Ne çizeceğiz?’
‘Sen çizmeden, ben bilemem ki?’ dedi öğretmen.
‘Nasıl çizmemi istiyorsunuz?’ diye sordu küçük çocuk.
‘Niçin? Nasıl istiyorsan öyle.’
Dedi öğretmen
‘Ve her renk olabilir mi?’ diye sordu küçük çocuk.
‘Her renk’ dedi öğretmen.
‘Eğer herkes aynı resmi çizseydi
Ve aynı renkleri kullansaydı,
Kimin, neyi çizdiğini nasıl bilebilirdim.
Ve hangisinin hangisi olduğunu.’

‘Bilmiyorum’ dedi küçük çocuk.
Ve kırmızı bir çiçek çizmeye başladı, yeşil saplı.

İngilizce'den çeviren
Dr. M. Fatih Taşar


Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun..!

Lütfen unutmayın ve çocuklarımıza da unutturmayın
"Hayal gücü, bilgiden daha önemlidir-Einstein"


Sevgiler
Fasulye

19 Kasım 2008 Çarşamba

20 KASIM DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ



Birleşmiş Milletler Örgütü, 1959 yılında 10 ülkeyi içeren Çocuk Haklara Bildirisini yayınladı. Bu ilkeler özetle şöyledir:

  • Her çocuk, hiçbir ayrıcalık gözetilmeksizin bu bildirideki haklardan yararlanmalıdır.

  • Çocuk, özel bir korunmadan yararlanmalıdır.

  • Ona, düzgün, onurlu ve sağlıklı gelişim olanakları yasalar ve diğer araçlarla sağlanmalıdır.

  • Çocuk, doğduğu andan başlayarak bir ad sahibi olma ve vatandaşlık hakkı kazanmalıdır.

  • Çocuk, toplumsal bakımdan özürlüyse durumunun gerektirdiği özel tedavi, eğitim ve özeni görmelidir.

  • Çocuk, toplumsal güvenlikten yararlanmalıdır.

  • Çocuk, olanaklar ölçüsünde anne-babasının sevgi, anlayış, özen ve sorumluluğu altında, duygusal bir bağlılık, ahlaksal ve maddesel güvenlik ortamında, dengeli bir kişilik geliştirme olanağına sahip olmalıdır.

  • Bedensel, düşünsel ve toplumsal bakımdan özürlü olan çocuk durumunun gerektirdiği özel tedavi, eğitim ve özeni göstermelidir.

  • Çocuk en azından ilköğretim düzeyinde, ücretsiz ve zorunlu bir eğitim almaya hak kazanmalıdır.

  • Çocuk savsaklamanın, zulmün ve sömürünün her türüne karşı korunmalıdır.

  • Çocuk; ırk, din yada insanlar arasında ayrılık yaratan durumların gerektirdiği ilişki ve davranışlardan korunmalıdır. Çocuk, güç ve yeteneklerini, insanlığın hizmetine adayacak anlayış, sabır, evrensel barış, dostluk ve kardeşlik duygu ve düşüncesi içinde yetiştirilmelidir.

  • Çocuğa, eşit olanaklar temeline dayanan bir eğitim zorunludur.

"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?

Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır.

Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.
M.KEMAL ATATÜRK "


14 Kasım 2008 Cuma

GEÇMİŞTEN BİR GÜNÜ TEKRARLAMAK

Bugün kafamı dağıtmaya gerçekten ihtiyacımın olduğu bir gündü. Yarım bıraktıklarımı tamamlamak için bilgisyarın başına geçtiğimde, geçmişte yazdığım bir kaç yazıyı okumak geldi içimden. Bir çok yazıyı önce word dosyasında ya da defterimde oluşturur sonra bloguma yerleştirmek üzere yeniden gözden geçiririm. Tesadüf mü demeli bilmiyorum ama bilgisayarımdaki dosyaların içinden okumak için seçtiğim ilk yazıydı aşağıdaki, yazının içeriğine tarih koymadığım için, dosyanın yaratılma tarihine bakarak vardığım sonuç Nisan 2008'de yazmış olduğumdu. İşin garip tarafı bu günü anlatan bir yazı yaz demiş olsanız, birebir olarak aşağıdaki metni yazacak olmam. Garip değil mi. Bu yazının altına fasulye diye de imza atmış olmama rağmen, her nedense bloğumda da yayınlamamışım. Öylece kalmış ve sanki bugünü beklemiş gibi. Bu nedenle gecikmiş olsa da yeni bir yazı yerine bu yazıyı paylaşmaya karar verdim bende.


"Garip bir gündü bu gün.. Belki ben günden daha gariptim kim bilir... Söylenenler değil de söylenemeyenler bunalttı beni bu ara galiba... İçimde konuşmaktan yoruldum... Herkese konuşulmuyor zaten öyle biliyorum.. Biliyorum da... Konuşarak rahatlarım ben aslında.. Daha da fazlası yazarak rahatlarım belki... İçim dışıma çıkınca rahatlarım en çok da... Bu ara içim içimde, içim içimi yiyiyor sanki... Söyleyemediklerim, söylemek istemediklerim olsa da, yine de bir anlatıp rahatlasam diyorum, duramıyorum...

Söylemek istemediklerimi yazmıyacağım aslında bu yazıda ... Söylemek istemediklerimi yazmayacağım ve rahatlamayacağım...O halde niye yazayım... ? Ben aslındalarım bana kalsın.. Keşkeleri hiç tanımam zaten.. Keşkiyeceğime hiç yapmam daha iyi... Yaşayamadıklarıma hayıflanmam da söylemediklerime hayıflanırım... Hani filmlerde olur ya dur gitme demek ister de diyemez bir türlü öyle bakakalır ardından gidenin.. Ona benziyor işte bu söyleyememek de bazen.. Bakakalmaya varmak...

Bazen git gelir bana..
Duramam bir yerlerde..
Bazen kal gelir..
Gidemem istesem de..
Ama bu ara sanki ne gelebilmek var ne gidebilmek..
Bakakalmak sadece hayata..

Bir satır arası okuyucusu lazım bana...
Öyle her çeşit okuyucu anlamaz halimden...
Anlatasım yok ama bilinesim var hesabı...
Alt yazılarımı görebilecek biri lazım...
Dublajcı izinde bu ara...
Seslendirme yapamıyoruz hayata..

Kamuflajım yırtıldı bu ara...
Saklanmak istesemde öyle ortalıkta hissediyorum kendimi...
Ben öyle hissediyorum da...
Yine de görünmüyorum bir şekilde ya
Bu daha da koyuyor adama...
Buna ne istediğini bilmemek deniyor galiba hayatta...

Ya mektup yanlış adresten geliyor...
Ya postacılar şaşırmış bu ara...
Ben var ya ben, ben aslında…

Hadi gene dökülmesin kelimeler, kilitli kalsınlar sandığımda…
Olurda etrafa saçılıp, üstlerine vazife olmayan anlamlar alırlar şimdi de, girmesin dur başım belaya…
Ne gelirse başınıza bazen çenenizden gelir ya..
İşte o hesap bi durum oluşmasın şimdi aman ha…"

Fasulye

SUSMAK ZAMANI ŞİMDİ

Herkesin bir yumuşak karnı vardır. Oraya dokunduğunuz anda kontrol birden kaybolur ve bundan sonrasında durdurak bilmeyen bir savunma mekanizması devreye girer. Savunulan her ne olursa, olsun o noktadan sonra objektiflik tamamen kaybolmuş, bakış açısı sıfır dereceye yakın hale gelmiştir.


Bazen bir şeyleri ya da kendimizi korumak için yaparız bunu, bazen haksızlığa uğramışlık hissiyle, bazense elden giden bir şeyler olduğu için. Sebebi ne olursa olsun "kolay yem" olma noktasıdır bulunduğumuz yer o andan sonra. Öfkenin ve hırsın ele geçirdiği benliğimiz, "savaşta her yol mübahtır"a varıncaya kadar atılır ileri doğru. Sakin ve bilir kişi ya da olaylarda ki üçüncü kişi pozisyonunda olduğumuz o soğukkanlı ve mantıklı hallerimizin yerine geçen bu diğeri daima kaybetmemize neden olur oysa.




Bir çok felsefi öğreti önce dinlemeyi ve az konuşmayı öğütler oysa, ve bu bir erdemdir aynı zamanda. Dinlemeyi bilmek anlamayı da beraberinde getirdiği gibi, sükut ikrardan da gelir aynı zamanda . Bir başka açıdan bakarak "Dinlemek, gösterebileceğimiz nezaketlerin en yükseğidir." demiş 1888-1955 yılları arasında yaşamış, Amerikalı yazar Dale Carneige. Ama söylemek istediğim bunların hiç biri değil aslında.


Dinlemek, verilecek cevaplar için vakit kazanmayı da sağlar aynı zamanda. Bazense dinlemekten öte susmak gerekir. Ne anlamak, ne anlatmak ne zaman kazanmak, ne de nezaket göstermek için değil. Sadece dejenerasyona son vermek için susmak ve sadece dinlemek gerekir. Karşı taraf yorulana kadar susmak belki. Ama sinik, korkmuş, geri çekilmiş bir susmak değil, bilinçli ve bazı değerleri koruma amaçlı susmak gerekir bazen. Hatta bazen en iyisidir.


Genellikle bir ilişkide ya da iki kişi arasında geçenleri kastetmiyorum belki anladınız siz de demek istediklerimi. Ülkemde sakıza dönen her konuyu kastediyorum. Belki hepimizin bir süre susup kendini ve çevresini dinlemesi gerekiyor. Her susmaya karar verişimizde yeni darbelere maruz kalsak bile, belki bir süre zincirden boşanmışcasına içlerinde sakladıklarını dışa vuranlara karşı susmak gerekiyor.

Susmakdan kastım hiç bir şey yapmamak olduğunu sanmayın sakın, susmakdan kastım yeni polemiklere, gereksiz tartışmalara, saygınlığını kaybetmesine izin vermek istemediğiniz konulara karşı susmayı kastediyorum. Söyleyecekleri bitsin, dökülsünler biraz daha, her ne zaman ki karşılıklı konuşacak kadar sakinleşeceğiz, o zamana kadar susmak gerek. Susup oturmak değil ama, cevap vermek istediğimiz konularda dersimizi çalışmalıyız bu arada. Yaşananlara bir göz gezdirip nedenlerini nasıllarını düşünmeliyiz bu arada. Bir daha bu noktalara gelmemek için neler yapabileceğimizi düşünmeliyiz. Kaybolan değerlerimizi nasıl geri kazanabileceğimizin hazırlığını yapmalıyız. Çünkü şimdilerde konuşmak zaman kaybı ve kasoa katkı sağlamaktan başka bir işe yaramıyor.

Bana sorarsanız biraz susmalıyız. Hepimiz..

Konuşmak yerine biraz düşünmeliyiz.. Konuşacak zaman geldiğinde tartışmasız kesin şeyler ortaya koyabilmek, boşa savurmamak için kelimeleri biraz daha alt yapı kazanmalıyız.

Biz sussak da, başkaları suzmassa eğer en azından o zamana kadar daha bilinçli ve güçlü olmak için biraz daha susmak gerekiyor bana kalırsa.

Fasulye




"Bir ülkede adaletin varlığı kişinin kendini özgürce ifade etmesinden anlaşılır. Bir ülkede adaletsizliğin varlığı ise kişilerin başına buyruk davranışından anlaşılır. İyi insanlar sorunları önlenmek için çaba sarf ederler.- Konfüçyus"

13 Kasım 2008 Perşembe

BU ARA HAYAT FAZLA CİDDİ

Bu aralar gerçekten hayatım çok ciddi ilerliyor. Hani şöyle dağıtmak ister ya insan bazen, şimdi tam o moda geçtim bende.. Saçmalamak istiyorum biraz, gülmek istiyorum, geyik yapmak istiyorum, şöyle içimden geldiği gibi bir şeyler yapmak istiyorum. Bağıra bağıra şarkı söylemek istiyorum mesela, aslında hiç söylememem gerekenleri iyi veya kötü söyleyivermek istiyorum. İstiyorum da, istiyorum anlayacağınız.. Hiç bir şeyi ciddiye almak istemiyorum özellikle, hayata gülüp geçmek istiyorum biraz..

Bu sabah cep telefonuma gelen bir SMS'i anlatayım durun size 10 dakika kadar güldüm çünkü bu mesajın ardından, aynen şöyle yazıyor :

"2008 Model Kiricili Eksavatorler ve Hino Damperli kamyon grubumuzla hizmetinizdeyiz.
...... Hafriyat Ltd. Şti."

Cevap veriyorum : "Ha ?".

"Eksavator" havalı bi laf aslında etkilenmedim desem yalan, ama sabah sabah aldığım ilk mesaj bu olunca harbiden epeyce güldüm. Yani acilen bir kamyona, kamyona da değil kamyon grubuna ihtiyacım olsa emin olun böyle bir bilgiyi bulamazdım, ama gelin görün ki bu nadir bilgi bu sabah ayağıma, pardon telefonuma geldi. "Pardon siz de kamyon grubu bulunur mu acaba, bu aralar bir grup kamyona ihtiyacım oldu da"

Hayır yani tüketimi yaygın olan mal ve hizmetlerle ilgili bir sürü spam mesaja alıştık da yani bir "hafriyat" firmasının bu çeşit bir reklama yönelmesi epeyce güldürdü beni. Yakında kapınıza damperli kamyon satan bir pazarlamacı gelirse şaşırmayın yani o yüzden anlatıyorum. Aslında bunlar kamyon satmıyor da inşaat nakliyesi yapıyorlar sanırım ama yine de çok komik bir şey bu ya. Türkiyede reklam anlayışı da zıvanadan çıkmış anlaşılan. Hayırlısı olsun..

Ben liseye giderken acayip kafa arkadaşlarım vardı. Yağmur yağdığı zaman ayakkabılarımızı çıkartır sokaklarda bağıra bağıra şarkı söyleyerek akan yağmur sularının içlerinden yürürdük sulara vura vura.. Çok akıllıca gözükmüyor evet şimdi yılların bu tarafından bakınca, ama o kadar eğlenirdik ki, saçlarımızdan akan sular gözlerimizin içinde kollarımızı iki yana açar koşardık deli gibi. Deli olmak bazen hakikaten rahatlatıcı bir şey. Her zaman aklı başında olmak da yoruyor insanı bazen. Hani içinizdeki çocuğu kaybetmeyin diyorlar ya bu yüzden. Çok doğru, benim içimdeki çılgın çocuk da yine kafasını uzatıyor gerilerden. Canı sıkıldı anlaşılan..

Bulacağız bir eğlence ona, yapacak bir şey yok öyle değil mi?

Kalın sağlıcakla

Fasulye


ÖZGÜR OLMADIĞINIZI ANLADIĞINIZ AN ÖZGÜR KALIRSINIZ

Ülkemizde 18 yaşını doldurmuş herkese yetişkin gözüyle bakılır, bu bireyler rüştünü ispatlamış ve yasal,sosyal ve yaşamsal olarak bir çok yeni hakkı kullanmaya yeterli görülürler.

Bu yaşa kadar her birey ana-baba,veli,vasi,hami veya bir koruyucu kurum veya kuruluşun dahası öncelikle devletin koruması ve kontrolü altındadır. 18 yaşını doldurmamış bireyleri korumak ve kollamaktan öte, yönlendirmek ve eğitmek de devletin ve toplumun sorumluluğundadır. Ancak 18 yaş sınırına gelindiğinde birey o güne kadar kendisine öğretilen, gösterilen, dayatılan, kabul ettirilen, mecbur bıraktırılan her türlü uygulama, düşünce ve inançtan vazgeçme veya değiştirme hakkına yaşadığı ülkeye ait yasalar çerçevesinde sahiptir. Eğer yaşadığı ülkedeki mevcut yasal oluşumlar bireyin isteklerini karşılamasına bir engel teşkil ediyor ve yaşam, düşünce ve inanışlarına ters düşüyorsa diğer bir ülke vatandaşlığına başvurma hakkında sahip olabileceği gibi, dilerse bu ülkelerin vatandaşlıklarına geçmeden oturma hakkı talep ederek orada yaşayabilir.

Bu uygulama bireyin 18 yaşından önce kendisi için en uygun olanı seçecek altyapı ve ehliyete sahip olmadığı düşünüldüğünden böyle uygulanır. Amaç bireyi korumaktır, kısıtlamak değil. Kendi biliNçli seçim ve tercihlerini yapacağı yaşa gelindiğinde ise seçim yapma şansı artık kendi elindedir.

18 yaşını doldurmuş bireyin zorla bir inanca, bir görüşe bir yaşam tarzını benimsetmeye çalışmak o bireyin özgürlük haklarını sınırlamak olacaktır. Bu da başta anayasamız olmak üzere, insan hakları vb bir çok kabul görmüş yasa, beyanneme ve demokratik toplumlarda toplumsal düşünce ve anlayışına ters bir durumdur.

Ülkemizde anayasa çerçevesinde halledilemeyen bu tür hakların kazanımı sorunları, insan hakları mahkemelerine kadar gidebilir.


  • Bu birey dilerse eğitimine devam eder dilerse etmez


  • Bu birey dilerse dilediği meşru düşünce grubunu destekleyebilir, dilerse desteklemez


  • Bu birey dilerse camiye gider, dilerse gitmez


  • Bu birey dilerse resmi törenlere katılır, dilerse katılmaz


  • Bu birey dilerse iktidarı destekler, dilerse desteklemez


  • Bu birey dilerse, başını örtebilir dilerse örtmez


  • Bu birey dilerse, bu ülkenin kahraman saydıklarına saygı duyar, dilerse duymaz kendine yeni kahramanlar edinir


  • Bu birey dilerse, ailesinden ve çevresinden gördüğü inanç şekli ve sistemiyle yaşamayı tercih eder, dilerse etmez


  • Bu birey okuyacağı kitaba, gazeteye, gideceği sinemaya, konuşacağı adama kendi karar verir.


  • Bu bireyin neye saygı duyup, neye inanacağına kimse karar veremez.


  • Bu birey ister Anıtkabiri devlet protokolünde bir detay görür, dilerse görmez


  • Bu birey ister PKK ile dağlarda buluşur onları insan olarak anlamaya çalışır, dilerse etmez


  • Bu birey dilerse Cumhuriyeti destekler, dilerse desteklemez


  • Bu birey dilerse liberal/liberal demokrat olur, dilerse olmaz


  • Bu birey dilerse süper kahramanlarda insandır der, dilerse demez


  • Bu birey dilerse hard rock, pop, rap, hiphop, jazz, klasik veya ilahi müzikler dinler, dilerse dinlemez


  • Bu birey kimi isterse ona oy verir, istemediğine oy vermez


  • Bu birey yasal yollardan dilediği kadar çocuk sahibi olabilir.


  • Bu birey parasını istediği kadar harcar, istediği kadarını biriktirir


  • Bu birey istediği televizyon kanalını izler


  • Bu birey dilediğine yardım eder, dilediğine etmez


  • Bu birey dilediği ile evlenir, dilediği zaman boşanır dilerse hiç evlenmez ya da hiç boşanmaz.


  • Bu birey kendi etnik kökenine ait gelenek ve görenekleri aile yapısı içinde sürdürebilir ya da sürdürmez


  • Bu birey ülkesinin özel günlerine katılım gösterir ya da göstermez kendi bilir


  • Bu birey inancının özel günlerinin katılım gösterir ya da göstermez kendi bilir


  • Vesaire, vesaire....

Bu birey bu hakları elinden alınmak istenirse normal olarak ne yapar.. İsyan eder. Bildirgelere imza atar, başkaldırılara destek verir, özgürlüklerini geri ister.

  • Bu birey bu ülkede kendi istediği ile evlenemez


  • Bu birey bu ülkede kendi istediği eğitim yönünü tercih edemez


  • Bu birey bu ülkede bir erkek değilse eğitimi mecburen alır arkasından evlenir


  • Bu birey bu ülkede istediği işte girip çalışamaz


  • Bu birey bu ülkede kapalı yerlerde sigara içemez


  • Bu birey bir erkek değilse öyle istediği yere istediği saatte gidemez


  • Bu birey bir erkek değilse öyle istediği gibi giyinemez


  • Bu birey bu ülkede öyle istediği düşünceyi istediği yerde söyleyemez


  • Bu birey bu ülkede iletişim özgürlüğü diye bir şeyin varlığından haberdar yaşayamaz


  • Bu birey bu ülkede parası yoksa yaşayamaz, adamdan da sayılmaz


  • Bu birey bu ülkede meşru din dışında bir dini seçemez


  • Bu birey bu ülkede bir erkek değilse mahalle baskısına maruz kalır


  • Bu birey bu ülkede istediği liderin peşinden gidemez


  • Bu birey bu ülkenin bir kesiminde oruc tutmazsa, namaza gitmezse hele bir de içki içiyorsa kafir sayılır, sokaklarda sopa yer.


  • Bu birey bu ülkenin bir kesiminde içki içmiyorsa delikanlı sayılmaz.


  • Bu birey bu ülkede bir erkek değilse öyle istediği ile arkadaşlık edemez, erkeklerle arkadaşlığa farklı isimler bulunur.


  • Bu birey bu ülkede her an bir kazaya kurban gitme riskiyle karşıkarşıyadır.


  • Bu birey bu ülkede hakkettiği sosyal güvencelerin çoğuna sahip olamaz


  • Bu birey bu ülkede düşüncesini söyledi diye hapse girer, adam öldürenlerden daha çok yatar


  • Bu birey bu ülkede hangi etnik kökene sahipse onlara ait tabu ve geleneklerin dışına çıkamaz.


  • Vesaire, vesaire..

Bu birey yukarıdaki haklara sahip olduğuna dair bar bar bağıranların olduğu bir ülkede sonra altta listelenenleri yaşarsa ne olur?

Her kafadan bir ses çıkar
Kimse ne dediğini ne istediğini bilmez
Bu ülkede bir bütünlük sağlanamaz
Kimse neye inanacağını neye saygı duyacağını bilemez
Ciddi iç ve dış güven sorunları yaşanır
Yozlaşma alır başını gider
Yasak elma tatlı gelir
Suç oranı yükselir
Bireysel çıkarlar, toplumsal çıkarları yok eder.
Debelenir dururuz.

Fasulye

9 Kasım 2008 Pazar

RAHAT UYU ATAM, GÖZÜN ARKADA KALMASIN

Öyle çok yorum yapılıyor ki bu günlerde senin hakkında, belkide içinden gülüyorsun reklamın iyisi kötüsü olmaz diye. Öyle ya da böyle ülkecek seni konuşuyoruz. İnsan olduğun aklımıza geldi, işle arkadaşlığı birbirine karıştırdık, kişiliğinle kariyerini yaftalıyoruz.

Biliyor musun, toplumun çok daha tutucu olduğu dönemlerde bir sanatçımız vardı, yattığı yer nur olsun, her makamı bir güzel okurdu, sen dinlesen eminim hayran kalırdın. Tam bir yetenekti gerçekten, bir sanat güneşi idi. Ama biliyor musun onunda vardı zaafları, asla kınamıyorum. Bu toplum onu bağrına bastı. Kimse özel hayatını düşünmedi o güzel sesinden Türk Sanat Müziğinin en güzel eserlerini dinlerken. Hatta öyle güzel şarkılar hediye etti ki müzik dünyamıza, yıllarca ana-babalarımızın bizim ruhumuzu okşadı. Bu toplum o kadar geniş ve güzel gönüllü, öyle saygılı bir toplumdu ki ne dışladı ne hor gördü onu. O da adını kirletecek herhangi bir girişimde hiç bulunmadı. Hep çok nazik, hep çok mesafeli ve saygılıydı herkese karşı. ne seviyesinden ne kalitesinden hiç bir şey kaybetmedi ölümüne dek.

Nedense bu tür örnekleri sorguluyorum bu aralar ülkemde yaşanan. Senin gibisi hiç gelmediği için kıyaslıyamayorum tabii ki seninle başkasını. Hayır yanlış anlarlar şimdi açıklayayım, senin gibisi hiç gelmedi derken bu ülkenin tarihinde hem komutan, hem cumhurbaşkanı hem de bir devrimci olan başka örneğin yok. Belkide ondan çözemedi millet seni. Kimle kıyaslayalım bilmiyoruz.

Diyorum ya hadi insan olarak tanıyalım seni daha bir yakın olalım diyoruz bu defa yaptığın işleri kişiliğine bulaştırıyoruz, o da olmuyor kişiliğini ve alışkanlıklarınla yaptığın işleri değerlendiriyoruz. Hani sen diyorsun ya "İki Mustafa Kemal vardır" diye. Biz o ikisini bir ettik şimdi birbirinden ayıramıyoruz.

Bu Cumhuriyeti sen ve arkadaşların kurdu diyoruz..Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'i koruyalm diyoruz. Kızıyorlar. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa kursaydı korumayacak mıydık onu çözemiyorum bende. Biz Cumhuriyeti senin adınla anıyoruz diye mi kızıyor bunca insan. Memnun olmadıkları sen misin Cumhuriyet mi. Senin adına bir sürü düşünce grupları var şimdi mesela. Kemalizm var, Atatürkçülük var. Sen mi kurdun bunları, senin ilkelerin arasında hatırlamıyorum ben bu ikisini. İkisi ayrı şey mi tek bir şey mi onuda tam anlamadım ben aslına bakarsan. Sonra adına Kemalist diyen birisi çıkıp bir şey yaptı mı, hoop Kemalistler onu dedi bunu yaptı, Kemal'i Tanrı yaptı diyorlar. Kavramlar denizinde boğulduk sanırım hepimiz.

Kimse seni kişisel olarak sevmek zorunda değil ki, değil mi Atam. Sevmesinler, dert değil, kim herkesi çok seviyor, kim kimi gerçekten seviyor ki zaten şimdi. Sevmenin anlamını unuttuk biz zaten. Sen yokmuşsun gibi davransak çok memnun olacaklar herhalde.

Kusura bakmassan bir süre sen yokmuşsun gibi hayal etmek istiyorum. Bu Cumhuriyeti kuran Sarı Çizmeli Mehmet Ağa olsun. Bütün meziyeti de bu olsun. Ne devrimler yapmış olsun, ne de senin yaptığın diğer reformları. Öyle şans eseri kurulmuş olsun bu Cumhuriyet. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa hakkında da hiç bir şey bilmiyor olalım. Öyle zembille gelmiş gibi gelsin, bu Cumhuriyeti kursun, kaybolsun ortadan. Uzaylı olsun hatta. Polemikler uzaylılar hakkında yürüsün gitsin. Hatta bir fotoğrafı bir heykeli dahi olmasın. Kimse bilmesin neye benziyor bu Mehmet Ağa.

Sonra gelelim günümüze Cumhuriyetin en iyi yönetim şekli olduğunu savunanların elinde ne kaldı. Koskoca bir Cumhuriyet, diğerlerinin elinde Cumhuriyet'e karşı kullancak ne kaldı, koskoca bir hiç.

Hani "Nur Yüzlü Dede" denip de sonradan meziyetleri anlaşılan biri var son günlerde duymuşsundur sen de mutlaka. Şimdi o bir işler karıştırdı diye bütün Nur Yüzlü Dedeler'i mi harcayalım. Bir sepet yumurtadan bir kaç çürük yumurta var diye, tüm sepeti çöpe mi atalım. Bence yaşın yanında kuruyu da yakmamak için en güzeli kimseyi yaftalamayalım, kendimize de sıfatlar uydurmayalım.

Ben seni seviyorum ve senin izinden ayrılmayacağım diye bu günden itibaren kendimi Kemalist veya Atatürkçü olarak sıfatlandırmayacağım. Ben bu vatanı seven bir sade (sek) vatandaşım. Vatansever de demiyorum o da bir sıfat. Direk olarak bir eylem ortaya koyuyorum. Ben bu vatanı seviyorum.

Her kim ki bu vatan için en iyisini yapmış, bu ister Mustafa Kemal, ister Sarı Çizmeli Mehmet Ağa ister Nur Yüzlü bir Dede olsun önemli değil. Ben daima onun arkasındayım. Bu nedenle de bu günden itibaren Kemalistlerin Akvaryumu, Atatürkçü'lerin Kültleri, Mitleri, Tanrıları, Putları laflarını üzerime alınmadan bildiğim yolda ilerlemeye devam ediyorum. Polemiklerin tuzağında ses tellerimi eskiteceğime, düşüncelerimi daima bu vatan için en iyisini yapabilmek için yoğunlaştırıyorum.

İnsanlar dinimizi de seni de bir gün okuyup, öğrenip anlayacaklar. Anlamazlarsa da kendileri kaybedecekler. Bu polemiklerin yaşanması gerekiyorsa yaşanacak. Ama biz de her konuda seni polemiklerin karşısına dikip paravan olarak kullanmaktan vazgeçersek o zaman onlarda seninle uğraşmayı bırakacaklar.

Bizde de hata var bu açıdan Atam affet bizi, biz kendi fikri hür vicdanı hür insanlığımızı değil senin adını kendimize siper edip yola çıktık seninde gündeme alet olmana izin verdik. İzindeyiz derken önde sen ardında gizlenmiş bizler değil, önde can siperane biz yüreğimizde sen olması gerekirdi.

Her yaşanandan bir şeyler öğrenir insan Atam sende biliyorsun. Bizler de hatalarımızdan ders çıkaracağız elbette ki, senin soğukkanlı ve lafı uzatmadan keskin yanıtlarından ders almadık, her lafa karşılık verdik, oyalandık. Sana söz veriyorum bundan sonra oyalanmak, atılan her yeme atlamak olmayacak. Bizler ve çocuklarımız senin yolundan ayrılmadan yolumuza devam edeceğiz. Zararın neresinden dönsek kardır.


Rahat uyu Atam! Gözün arkada kalmasın !

Fasulye

I'M FASULYE

Eğer bir Windows Live™ Messenger or Windows Live Hotmail® kullanıcısı iseniz UNICEF ve diğer 9 yardım kuruluşuna destek verebilirsiniz. Bu bir ulusal medya kuruluşunun sitesinde belirtildiği gibi aparagas bir bilgi değildir.

http://im.live.com/Messenger/IM/Home/Default.aspx adresinde detaylı bilgiler verilmektedir.

"I'm making deference" sloganıyla sunulan site de, Windows Live™ Messenger or Windows Live Hotmail® kullanıcı değilseniz bile, blog vb sistemlerde de bannerlar kullanabilmenize imkan sağlayan bilgiler verilmektedir.

Destek verilebilecek tüm sosyal kuruluşların listesi aşağıda verilmiştir.
  • American Red Cross
    Helping people prevent, prepare for, and respond to emergencies.
    View Profile
  • Boys & Girls Clubs of America
    Helping youth develop into productive, caring, and responsible citizens.
    View Profile
  • National AIDS Fund
    Using education and prevention to combat HIV/AIDS.
    View Profile
  • The Humane Society of the United States
    The nation's largest and most effective animal protection organization.
    View Profile
  • ninemillion.org
    A UN refugee agency campaign to provide education and sports for refugee children.
    View Profile
  • National Multiple Sclerosis Society
    Addressing the challenges of each person impacted by MS.
    View Profile
  • Sierra Club
    Protecting wildlife and wild lands, and preserving the health of the planet.
    View Profile
  • UNICEF
    Doing whatever it takes to save children's lives.
    View Profile
  • StopGlobalWarming.org
    Encouraging governments and corporations to stop global warming.
    View Profile
  • Susan G. Komen for the Cure
    Global leader in the fight against breast cancer.
    View Profile
Fasulye

7 Kasım 2008 Cuma

BİR GARİP HAFTA DAHA BİTTİ

Bu hafta değişik bir hafta oldu benim için, hem durgun, hem dalgalı, hem şansızlıkların peşimi bırakmadığı hem de sakin..

Yazmaktan çok okumakla geçirdiğim bir haftaydı. Yorumlar yaparak düşüncelerimi boşalttım daha çok. Yine de kafamı rahatlamış hissetmesem de, ruhumu rahatlamış hissediyorum.

İşyerimdeki bilgisayarımı bir günlüğüne elimden aldılar yenilenme sebebiyle önce, sonra diğer işlerimi halletmek için gittiğim bir dostun yanında daha kırk fırın ekmek yemem gerektiğini öğrendim. Sonra bir sabah gözümün ağrısı ile uyandım ve bütün gün canım yandı ve başım ağrıdı, aynı akşam dışarıda yemek yeme keyfine nail olalım derken üzerime dökülen bir büyük boy buz gibi ayran neticesinde hem ıslandım, hem çok üşüdüm. Ardından bir an önce üzerimi değiştirmek için eve vardığımızda anahtarın kapıda kırılmasına rağmen sakin kalabilmeyi başardım. Bitirmem gerektiği halde oyalandığım bir işi bütün gün bitirmeye çalışıp ertesi gün bu işi sunmam gereken toplantının iptal edilmesi ile haftayı şimdilik tamamladım gibi gözüküyor.

Bütün hafta Üzmez'in bel altı maceraları ve dinimizce yargılanması ya da haklı çıkarılması ve Mustafa filmi ile ateşlenen Kemalizm polemiklerini okudum. Sonra İngiliz soylusu Ferguson'un ziyaret ettiği zihinsel özürlü çocukların barındırıldığı bakımevleri görüntüleri, Sayın Çubukçu'nun yorumları vesaire vesaireyi okudum. Yine de kendimi iyi hissediyorum ve sakinim.

Daha yaşadığım duygusal iniş ve çıkışların detaylarına hiç girmiyorum bile aslında.. Ama yine de bu sakinlik bir delilik öncesi sessizlik değil ise koca bir aferini hakkettim gibi görünüyor.
İyi haftasonları
Fasulye

2 Kasım 2008 Pazar

TÜM ÇOCUKLARIN BİR "GEPETTO"SU OLSA

Bütün çocuklar masum doğar ve hayatları boyunca kirlenir ya da kirletilirler. Kimileri için evin neşesi, kimileri için ekmek teknesi, kimileri için yaşlandıklarındaki sığınma evi, kimileri için herhangi biri, kimileri için ise ülkemizin geleceği…

Hayata geliş şekilleri ne olursa olsun, hiç birinin seçim hakkı yoktur geldiklere yere, herbirimizin olduğu gibi. Bu dünyada istenip, istenmediklerini bile bilmeden, temel ihtiyaçlarının karşılanmasından başka bir kaygı duymazlar hayatlarının ilk yıllarında.


Almasını istediğiniz her şekli alır, en yakınlarının doğrularıyla bakarlar hayata. Birazcık oyun için tüm tekliflere açıktırlar. Henüz yenemedikleri merak ve keşif duyguları cazip görünen her yere çeker onları. Tüm tuzakların kurbanı olmaya hedef olarak yaşarlar. Hiç olmadıkları yetişkinler dünyasındaki tüm parlak renkler gerçektir onlar için. O renklerin ardındaki ışık girmeyen noktaları seçemez çocuk gözleri.


Bir an önce büyüme arzularının kendileri için en büyük tehdit olabileceğini kim anlatabilir ki onlara?


Birazcık şanslı olanların kötüyle tanışmadan bir fikri bardır kötülük hakkında. Gerçek kötülüğün “tü ka ka”dan fazlası olduğunu anlatması zordur onlara. Altı yaşına kadar soyut kavramları somut algılar, süper kahramanlar gibi olmak isterler bu yüzden. Sonrasında sahip olmak egosu ile savaşmak zorunda kalırlar. Her vaade açıktır minik yürekleri bu aşamada.


Biz yetişkinlerin adını kötü koyduğu hiç bir şeyi doğuştan bilerek gelmezler hayata. Yaşayarak öğrenme sürecinden uzaklaşmadan herşeyi denemek isterler.


Kimi kendi literatürüne kötü olarak geçecekleri, en yakınlarından, kimi sokaktaki açıkgöz amcalarından öğrenirler. Kaçacak alan bırakmak gibi bir yetenekleri olmadığından bu noktadan sonra güçlerinin yetmediği savaşlarda bulurlar kendilerini, sığınacak bir yer bulamadan.
Büyük olan daima güçlüdür. Düzgün bir aile yanında büyüyecek kadar şanslı olmayanları, sokaktaki kurt kapar. Hatta anasının kucağından, babasının ocağından kapacak kadar cürretkardır bu kurt.


Bütün masalların güzel bitmediğini öğrenir çocuklar işte bo nokta da. Çocuklarının yetişkinler dünyasının çarklarında sona ermesiyle biter daima bu masal.


Hayattan öğrenilecek en büyük dersi, ilk ders saatlerine yazmıştır artık kader. Kötülük müfredatındaki dersler de tenefüs zili değil, bitiş zili bile çalmayacaktır çoğu zaman. Bu okulda sıfatlandıklarıyla büyüyecek, toplumda yaftalanmış olarak yaşam mücadelesi vereceklerdir artık.
Onları adını kötü koyduğumuz kalıplarda şekillendirenler yetmezmiş gibi, kötünün adını verenlerden de yiyeceklerdir hayatın sillesini. Artık ne iyi olmak için bir umutları, ne de sahip olmak istedikleri güzel rüyaları kalacaktır geriye. Onlara bırakılan tek çözüm yolu olan kötülükle yaşamayı öğrenecekler ve sağ kalacak kadar şanslılarsa hayattan ve kendilerinden intikam alırcasına hırsla bağlanacaklar hayata, yok olmadan yok etmek uğruna.


Bir çocuğun hayatını mahvetmenin hikayesiydi bu dinlediğiniz. İster psikolojik ve fiziksel şiddet, ister uygunsuz yollara saptırma ile ilgili binlerce öykünün kahramanlarından birinin minik kahramanını koyun bu hikayenin ortasına. Onları her zaman sevecek, koruyacak ve kollayacak bir “Gepetto ” olmadığı sürece, masal pesinin de onları gerçek bir çocuk ve insan yapmaya gücü yetmeyecek nasıl olsa.


Fasulye
Bu bir "Blog Hareket Günü" yazısıdır.