10 Mart 2009 Salı

GİZEMLİ MISIR GÜNCESİ (7)

Hatşepsut'un muhteşem tapınağının ardından otobüslerimize, bu defa turun bundan sonraki bir kaç gününü geçireceğimiz gemimize gitmek üzere biniyoruz.. Tam dört gece yaşam kaynağı Nil'in üzerinde uyuyacağız..

Gemideyiz...

Limana geldiğimizde resimde gördüğünüz gibi limana paralel dizilmiş pek çok gemi olduğunu görüyoruz. Bunlar Nil'in yüzen otelleri.. Gemilerin bu şekilde dizilmesi ile kıyıya daha çok gemi yanaşabiliyor ve siz en arkadaki gemiye geçebilmek için öndeki diğer gemilerin içinden geçmek zorunda kalıyorsunuz. Yani bir çeşit köprü görevi yapıyorlar aynı zamanda. Eğer en baştaki gemide iseniz şanslınız, aksi durumda her birinin çift tarafa da açılan kapıları olan lobilerinden geçerek kendi geminize erişmeniz gerekiyor ve hepsi birbirine benzediğinden başlangıçta kendi geminizin lobisine geldiğinizi anlamakta biraz zorlanıyorsunuz. Otobüsten indiğimizde bir çok gemi arasından hangisine bineceğimizi anlamakta zorlandık bizde bu yüzden..

Limandan ilk gemiye geçtikten sonra, kendi gemimize gelene kadar sanırım dört ya da beş geminin içinden geçtik.. Gemiler ilk bakışta şu vahşi batı filmlerinde gördüğümüz kumar oynanan nehir gemilerine benziyor olsalarda bunların arkasında onlar gibi büyük su çarkları yok... Gemiye ilk girdiğiniz de, ufak bir lobi ve resepsiyon ile karşılaşıyorsunuz. Lobinin sağında ve solundaki koridorlardan o kattaki kamaralara geçiliyor. Lobinin alt katında restoran yer alıyor. Üstteki katta ise ufak bir çarşı ve yine sağlı sollu koridorlara ayrılmış kamaralar var. Bir üstteki kat gemide düzenlenen geceler ve etkinlikler için ayrılmış bar havasında büyük bir salon.. Onun üstü ise geminin küçük havuzunu barındıran güverte.. İsterseniz güvertede mayonuzu giyip güneşlenebiliyorsunuz. Ayrıca yine güvertede oturup dinlenmeniz içinde üzerinde çardak olan bir oturma alanı var. Özetle dört katlı yüzen bir otelin içindeyiz.

Kamaralarımız oldukça ferah, bizim ki hemen lobi katında olduğundan restorana ve giriş kapılarına ulaşmak oldukça kolaydı. Küçük bir banyo, televizyon, telefon ve bir otel odasında aradığınız her türlü konfora sahip. Kamaramız yuvarlak penceresinden şimdilik önümüze başka gemi yanaşmadığı için harika bir Nil manzarası görünüyordu.. Yemekten sonra dinlenmek için bir süremiz olacağından, bu vakti boşa harcamamak için kamarada fazla oyalanamadan restorana indik. Bu arada her yerinde sigara içmeye alıştığımız Mısır'da, kamaralarda sigara içmek yasak olduğunu öğreniyoruz, çünkü kamaraların camları açılmıyor ne yazik ki...

Restoran, geminin en alt katı olduğundan sanırım biraz kasvetli, koyu renk mobilya ve masa örtüleri var. Ama bu turda kimse lüks peşinde değil zaten, hepimiz daha çok göreceğimiz yerlerin heyecanındayız. En alt katta olduğumuzdan dolayı masalardaki yerlerimize oturduğumuzda su seviyesinin altında kalıyoruz. Pencereden dışarıyı görebilmek için ayağa kalkmamız gerekiyor. Nil'in su seviyesi pencerenin hemen altında kalıyor. Su seviyesinin altında kalıyor olmak insana başlangıçta tuhaf bir his yaratıyor olsa da, ilerleyen günlerde buna alışıyoruz. Aslında en azından masalarımıza yerleştiğimizde pencere hizzasında kalıyor olabilseydik çok daha keyifli yemek saatleri geçirebilirdik diye düşünüyorum.

Yemekten sonra dinlenme niyetinde de olsak, manzarayı kaçırmamak için hepimiz öncelikle güverteye akın ediyoruz, gemide bizden başka iki yabancı tur grubu daha var. Bir çoğu çoktan güvertedeki şezlonglarda güneşlenmeye başlamış bile. Daha öncede bahsettiğim gibi güverte de küçük bir havuz var. İsteyen havuzdan faydalanabiliyor. Ama öylesine küçük ve durgun bir su ki, yolculuğumuz boyunca çocuklar hariç havuzla ilgilenen pek görmedim. Güvertede havuz, şezlong ve oturma gruplarından ayrı, bir kaç fitness aleti ve pin pon masasıda var.. Fiziken hareket eden bir gemide pin pon oynamak mümkün olabiliyor, denedim biliyorum.

Artık daha güneyde olduğumuzdan öğlen saatinde hava iyice ısınmaya başlıyor ve nihayet özlediğimiz sıcaklıkla tanışma şansına sahip olabiliyoruz.. Geminin kalkmasını beklerken, herkes güvertede kendine bir yer beğenip güneşlenmeye başlıyor. Zaten yorgun olan bedenlerimiz, güneşib sıcaklığı ve manzaranın büyüsüyle iyice gevşemeye başladığında ise bir kaç saat dinlenmek için kamaralarımıza dönüyoruz. Akşamki programda Luxor Tapınağı var.. İlk gece gezimiz olacak..

Luxor tapınağı, eski Mısır uygarlığının yeni krallık döneminde inşa edilmiş ve Teb’in üç tanrısına armağan edilmiş bir tapınak. Tapınağın yapımı III. Amenofis zamanında başlamış, III. Tutmosis tarafından genişletilmiş ve II. Ramses tarafından tamamlanmış.


Mısır'da tapınaklar tek bir firavun tarafından yapılmıyor. Bir firavun Tanrılar'dan birine armağan olarak bir tapınak yaptırıyor ve ardından gelen firavunlarda dış cepheye doğru genişleterek bu tapına eklemeler yapıyorlar. Böylece tapınak alanı, tek bir bölümden değil, iç içe geçmiş kompleks bir yapıya dönüşüyor. İlk yapılan bölümünde mutlaka bir ana sunak olacağından tapınağın en eski ve iç bölümü en içerideki yani ana sunağın olduğu bölüm, en yeni bölümü ise dış duvarlarının olduğu bölüm oluyor.


Luxor Tapınağı


Tapınağa vardığımızda artık hava iyice kararmıştı, ışıklandırılmış olan muhteşem tapınak, gecenin büyülediği bir alan gibi gözüküyordu. Tapınağın girişinde 25 metre yükseklikte bir granit dikilitaş yer alıyor. Tapınağın dış duvarlarında II. Ramses’in Kadeş Savaşı’nda Hititleri nasıl yendiği resimlerle ve hiyeroglif yazılarıyla anlatılıyordu. Ramses II'ye ait olan herşeyde olduğu gibi O'nun tarafından eklenen bölümlerinde de gösteriş ön plana çıkıyordu.

Yandaki resimde tapınağın orjinal girişinin binlerce yıl önceki haliyle hayal edilerek çizilmişini görüyorsunuz. Tapınağın dış duvarlarında yer alan ve Ramsesin zaferini gösteren rölyefler, fotoğraflarda çıkmamış olsada bu kopyada açıkça görülebiliyor. Duvar önlerinde gördüğünüz heykellerin tamamı II. Ramses. Sizi kapıda karşılamak üzere hazır bekliyor. Tapınağın mevcut halinde bu heykellerden sadece üçü ayakta kalabilmiş durumda.

Luxor tapınağında rehberimizi bize heykel okumayı öğretiyor ve tapınaktaki heykellerin duruşlarından yola çıkarak tapınak hakkında bilgi sahibi olabilmeyi öğreniyoruz. Örneğin bizi oturarak karşılayan ve ellerini dizlerinin üzerine düz bir şekilde açarak koyan Ramses'in bu tapınak yapıldığında henüz hayatta olduğunu ve rahat bir hükümdar olduğunu anlıyoruz. Firavun öldükten sonra yapılan bir heykel kollarını göğsünde çapraz birleştirerek mumya duruşu denilen pozisyonda betimleniyor. Onun dışında oturma veya bir ayağın önde olması gibi haraketli betimlenen heykeller firavun hayatta iken yapılmış oluyor.

Yandaki resimde olduğu gibi bir ayağı önde olarak betimlenen heykele dikkat edecek olacaksınız, önde olan ayak sol, bu heykeli yapılan firavunun yıkılmaz gücünü temsil ediyor. Çünkü aynı pozisyonda ayakta durmayı denediğinizde, birisi size bedeninizin yan tarafından bir darbe vuracak olduğunda dengenizi kaybetseniz bile asla yere yıkılmıyorsunuz. Ancak aynı pozisyonu sağ ayağınız önde denerseniz dengenizle birlikte, duruşunuzu da kaybediyor ve yere düşebiliyorsunuz. Rehberimiz günümüzde bile askerlerin bu nedenle sol ayakla yürüyüşe başladığını söyledi.

Ellerin yumruk olarak sıkılmış olması, insan vucudunun eller yumruk olarak sıkıldığında daha kaslı görünüyor olması. Oysa elleri iki yana serbest bırakılmış bir pozisyonda kol kasları bu şekilde gözükmez. Gördüğünüz gibi Firavunlar için tapınakların ihtişamı sadece büyüklüklerinde değil, aynı zamanda simgelediği anlamlarda gizli. Bütün bu tapınaklar aslında birer güç gösterisi yapmak amacıyla heykellerle süsleniyor ki II. Ramses gibi kendini anlatmayı ve övmeyi seven bir hükümdarda bu iyice ön plana çıkmış durumda. Tapınağın dış duvarlarını aşıp içeri girdiğinizde sizi etrafı sütunlarla çevrili ayrı bir alan karşılıyor. Yine sütunlardan oluşan dar ve bu alanı geçtikten sonra gireceğiniz dar koridordan önce yine Ramses'in heykelleri ve Tanrılara adanan şapelleri görebiliyorsunuz.

Daha önce Hatşepsut tapınağını anlatırken bahsettiğim gibi ana sunağa kadar uzanan ve kenarları sütunlarla çevrili koridorlar tüm tapınaklarda Nil nehrini sembolize ediyor ve Tanrıların Evi yani Nil'in kaynağı ana sunağa kadar uzanıyor. Bu koridorun sağında ve solunda kalan sütunlar ise bereketli Nil kıyılarındaki hurma ağaçlarını temsil ediyor.

Tapınağa ait girişteki geniş alanda yine bizi oturan ve ayakta duran II. Ramses heykelleri karşılıyor. Buradan tapınağın bu bölümünün de II. Ramses zamanında yapılmış olduğunu anlıyor ve dev sütunların arasındaki dar koridora girerek ana sunağa yani Tanrıların evine doğru ilerlemeye devam ediyoruz.. Sağlı sollu yer alan sütunların tamamı üzerine işlenmiş ve günümüze kadar kalabilmiş olan hiyerogliflerle kaplı.. Bir kaç sembol dışında henüz bir hiyeroglifi çözecek kadar olmadığımız için sadece fotoğraf çekmekle yetiniyoruz. Sutunların olduğu yeri, dışarıdan kapatan tapınak dış duvarlarının iç yüzeyleri ise yine büyük rölyeflerle kaplı. Bu rölyeflerde ilk bakışta halay çektiklerini düşündüğünüz bir grup insan betimleniyor. Betimlenen öykü aslında halkın buğday çiğnemesi.. Rehberimiz bu noktada bize ülkemizde halay çekme olarak bilinen dansında aslında anadoluda buğday çiğnenmesinin betimlemesi olduğunu anlatıyor. Daha önce defalarca hoplaya zıplaya çektiğimiz halayların aslında bir hareketi betimlediğini hiç duymadığımdan oldukça şaşırıyorum.

Rölyefler bütün duvarı kapladığından önlerinde kısa anlatım molaları vererek ilerlemeye devam ediyoruz. Bir sonraki rölyefde canlandırılan sahne bir kurban sahnesi. Sağ tarafta görmüş olduğunuz resim Luxor duvarlarından alınmış olmasa bile elimde başka fotoğraf olmadığından ve benzer bir betimleme olduğundan bu resim üzerinden size eski Mısırlıların da aynı İslamiyet de olduğu gibi kurban kesiyor olduklarını anlatmak istiyorum.

Rölyefe dikkatlice baktığınızda kurban edilen hayvanın büyük baş bir hayvan olduğunu ve kesimden önce aynı İslamiyet'de olduğu gibi hayvanın üç ayağının bağlandığını ve ön ayaklarından birinin açıkta bırakıldığını göreceksiniz. Kurban kesme ritüelinin bundan binlerce yıl öncesinden günümüze hiç bozulmadan gelmiş olması gerçekten şaşırtıcı..

Tapınağın iç duvarlarında yaptığımız kısa incelemenin ardından yeniden sütunlu koridora dönüyor ve ilerliyoruz. Koridordan içerilere ilerledikçe II. Ramses döneminden önceki döneme geçtiğimiz heykellerin kahramanları ve tiplerinin değişmesinden anlayabiliyoruz artık. Koridorun sağ tarafında eşi Anekshemanun ile bizleri karşılayan Tutankhamon'a merhaba diyoruz.
Koridor sona erdiğinde odacıklar şeklinde düzenlemiş alana geliyoruz. Bu kapalı odacık ve koridorların duvarları da rölyef ve hiyerogliflerle dolu. Bunlardan en ilginç olanını sizlerle paylaşmak istiyorum. Yandaki resimde görmüş olduğunuz rölyef de fravun ve rahip karşılıklı duruyorlar ve Tanrılar ile konuşuyorlar. Tanrılar firavun onlara layık başarılar kazandığı için onu bereketle ödüllendiriyor ve üretkenliğini arttırıyor. Resimde rehberiminizn parmağının işaret ettiği yere dikkatlice bakacak olursanız, firavunun cinsel organının bu resimde gösterildiğini ve ucunda da spermlerin çiziilmiş olacağını farkedeceksiniz. Bundan binlerce yıl önce, bugün ancak mikroskopla görülebilen ve şekli çizilebilen sperm yapısının o dönemde Mısır'lılar tarafından bilindiğini görüyor ve şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. Mısırlılar mikroskobun atasını da mı icat etmişlerdi acaba? İnsanın tüm rölyeflerin önünde saatlerce durup hepsini anlayası geliyor böyle bir ortamda..

Tapınakların büyüklüğüne nazaran büyük bir hızla dolaştığımız alanlardan çıkarken hep geride görmediğimiz bir çok mucize bırakmışız hissine kapıldım tüm tur boyunca.. Aynı duygularla ayrılıyoruz Luxor tapınağından.. O gecenin karanlığına ve binyılların yorgunluğuna aldırış etmeden, şehrin içinde sıkışmış kendi halinde yükseliyor gökyüzüne..

Ertesi sabah öğlene kadar yine Luxor tapınağı kadar muhteşem olan Karnak tapınağını dolaşacağız ve daha sonra gemimize dönüp, yolumuza gemimiz ile devam edeceğiz.
Fasulye

Hiç yorum yok: