22 Mayıs 2009 Cuma

ÖĞRENCİ ANDI

Yetmiş yıldan beri ilkokullarda her sabah söylenmekte olan “Öğrenci Andı” nı yazan ve 23 Nisan 1933′te Türk çocuklarına armağan eden Dr. Reşit Galip’tir.

Prof. Dr. Afet İnan, “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler” adlı eserinde (s. 213) Dr. Reşit Galip ve “AND” hakkında şunları yazmıştır:

“1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. O, heyecanla Çankaya köşküne geldiği vakit, Atatürk’ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı. ‘Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir and meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı’ dedi:

Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Bu sözler, Türk çocukları tarafından o yıldan beri tekrarlanmaktadır. Vatanperver Dr. Reşit Galip, evvelâ bir baba olarak bu hisleri duymuş; sonra da Millî Eğitim Bakanı olarak okul çocuklarına bu andı içirmişti.”



“Türküm, doğruyum, çalışkanım.

İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.

Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim.

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.

Ne Mutlu Türküm Diyene!”



Bu andın içinden Atatürk'ü çıkarırsanız geriye Türklük kalır.

"Türküm, doğruyum, çalışkanım.



İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir....

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.

Ne Mutlu Türküm Diyene!”


Onu da çıkarırsanız geriye Kur'an başta olmak üzere bütün kutsal kitapların ve doğu felsefelerinin önerdikleri kalır..

“Doğruyum, çalışkanım.

İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymaktır

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.”

Hangisinden vazgeçelim..

a. Atatürk,
b. Türklük,
c. İnsanlık

Bir öğreti metni tüm insanlık için yazılır herkes içinden kendine düşeni alır.. Atatürk'ü istemeyen, Türklüğü ve insanlığı, Türklüğü istemeyen insanlığı alır.. Ha onu da istemiyorsa, o zaman diyecek lafımız olmaz, rencide olduğuyla kalır..

Fasulye

Siz Kimsiniz?

Kendinizden vazgeçebilir misiniz? Peki siz kimsiniz? İyisiyle kötüsüyle yaşayıp duruyorsunuz öyle değil mi? Kiminiz çok yalnız hissediyor kendini, kiminiz çok mutsuz, kiminizi hiç kimse anlamıyor, kiminiz ise bunları hiç düşünmüyor kapılmış rutine sürükleniyorsunuz. Malum bahar, belki de kiminizin en mutlu günleri, aşıksınız.. Peki siz kimsiniz? Bir erkek, bir kadın, bir insan, bir müslüman, bir hristiyan, bir Türk, bir Alman, bir anne, bir baba, bir öğrenci, bir çalışan, bir vatandaş, bir komik, bir sinirli, bir arkadaş, bir duygusal, bir zengin, bir fakir, bir aydın, bir cahil, bir entellektüel, bir burjuva, bir liberal, bir kemalist, bir faşist, bir cumhuriyetçi, bir muhafazakar, bir dini bütün, bir ateist, bir komşu, bir bakkal, bir kasap, bir mühendis, bir ikizler burcu, bir akrep burcu vs vs.... Çözmüyor musunuz testleri neler çıkıyor? Bunlardan hangilerisiniz ya da daha başkaları.. Kendinizi tanımlarken sıfatlardan saydığım ya da başka sıfatlardan yararlanmıyor musunuz? Bir sıfatlar bütünüsünüz aslında ve bu sıfatlara sahip tüm gruplara dahilsiniz.. Birinden eksilseniz grup bir şey kaybeder mi? Sanmam.. Peki siz bu sıfatlardan birini eksiltseniz bir şey kaybeder misiniz? Sıfatına göre değişir.. Nedir öne çıkan sıfatlarınız sizin için hayatta, nedir “beni ben yapan” dediğiniz şeyler..

Bir yere ait misiniz? Ait olmak zorunda mısınız? Bir düşünün bir aileniz, bir sevdiğiniz, bir mahalleniz, bir okulunuz, bir arkadaş grubunuz, bir çocuğunuz, bir arabanız, bir telefonunuz, bir iş yeriniz olmasaydı, siz yine siz olur muydunuz? Bu gün kökleşmiş kurumların pek çoğunda bir aidiyet duygusu yaratılmaya çalışılır, bir camia olmanın verdiği güce davet edilir insanlar.. Bir zümre, bir grup.. Bir ortak paydanın etrafında toplanmak uğruna.. Çocuklar oyun gruplarına dahil edilmediklerinde bozulurlar, ergenler popüler gruba dahil olmaya çalışırlar, yetişkinler toplumda kabul görmek isterler.. Hem ait olmak, hem de ait olduğuna sahip olmak egosu vardır hepimizde.. Bazen de sadece alışkanlıklarımız..

Bir milli maç seyrederken ne hissedersiniz? Bir marş dinlerken ne hissedersiniz, şöyle gümbür gümbür çalsa o marş.. Bir milli müsabaka da birincilik kürsüsünde bir sporcu televizyon ekranlarında dalgalanan kendi bayrağınız, herkes ayakta milli marşınız çalarken siz ne hissedersiniz... Sizin ülkeniz mi burası? Peki siz kimsiniz?

Değerleriniz var mı sizin, sizi ayakta tutan, onlar için fedakarlıklar yapabileceğiniz değerleriniz.. Soyut somut farketmez.. Çocuklarınız, aileniz, paranız, arabanız, ülkünüz, ülkeniz, aşkınız, atalarınız, inançlarınız, kurallarınız...

Değerleri ve aidiyet duyguları size yakın olan insanlarla daha mı iyi anlaşıyorsunuz.. Kim onlar..? Nereye aitler? Size mi?

Sahip çıktığınız değer ve mülkiyetleri korumanız ve mülkiyetinizi devam ettirmenizi destekleyen her türlü haraketi alkışlarla mı karşılarsınız.. Peki ya tehditleri.. Çok mu korumacısınız? Neden?

Peki siz kimsiniz? Nerden geldiniz? Neden burdasınız? Gündelik alışkanlıklarınızı, hayatınızın kurallarını, sahip olduklarınızı nereden edindiniz?

Kendi doğrularınızı ve değerlerinizi çocuklarınıza aktarmak, onlara sizin için en değerli olanları miras bırakmak istemez misiniz? Mülkiyetleriniz haricinde, onlara barış, umut, sevgi dolu, özgür bir dünya bırakmak.. Hayatta asıl önemli olanların neler olduğunu öğretmek istemez misiniz? Onların kendi değerleri sizinkiyle uymayınca hayal kırıklığı yaşamaz mısınız..? Kendinize ihanet edilmiş hissetmez, nerede hata yaptım diye sormaz mısınız?

Müzik dinlemeyi sever misiniz? Şiir okumayı? Tam da sizi mi anlatır bazen yazarlar, şairler.. Siz bile böyle derleyip toplayıp soyleyemessiniz diye mi düşünürsünüz bazılarını dinlerken, okurken.. En sevdiğiniz şarkıları şiirleri şöyle avaz avaz söylemekten, ya da yüksek sesle sindirerek dinlemekten keyif almaz mısınız..? Alıp götürmez mi sizi başka diyarlara, başka duygulara birden bire.. O yüksek sesin içinizdeki her duygu teline dokunduğunu hissetmez misiniz böyle zamanlarda? Ben hissederim..

Kim miyim?

Ben “Türküm, doğruyum, çalışkanım...”

Fasulye

6 Mayıs 2009 Çarşamba

DÜĞÜNE Mİ, ÖLÜME Mİ?

Çocukken benim de herkes gibi bir pul defterim vardı.. Kimisi bunu ileriki zamanlarına keyifli bir uğraş olarak taşırken, ben ne yazık ki sarı deri kaplı pul defterimin içinde hapis bıraktım bu hevesimi yıllarca..

Ara sayfalardaki peluşu hışırdatarak her açtığımda, sırada gelen her sayfadaki pulları ezberleyecek kadar çok ilgilenmiştim oysa onlarla.. Bazı pullar gerek üzerlerindeki resimlerden, gerekse yazılan yazılardan daha kalıcı oldular benim için..

Resimde gördüğünüz pul da bunlardan biriydi.. "Düğüne mi, ölüme mi?".. Çocuk aklımla çok vurucu gelmişti bu mesaj bana o yıllarda.. Oysa şimdi sigara paketlerinin üzerine neler yazıyorlar, hiç umursamıyorum.. Büyüdükçe kanıksıyor insan sanırım ölüm fikrini... Bu pulun düğüne gideceğiz diye traktörlere doluşan insanların hayatlarını nasıl bir tehlikeye attıklarını anlattığını anlamıştım ama o yıllarda.. Demek ki ne kadar çok sık yaşanan bir durumdu ki, pulların üzerine konu olmak durumunda kalmıştı, yine o yıllarda televizyonlarda verilen Dikkat programları gibi..

Geçtiğimiz günlerde Mardin'de bir düğünde yaşanan olayları okuyunca, nedense direkt bu pul geldi aklıma.. "Düğüne mi, ölüme mi?" ... Şekil aynı olmasa bile sonuç aynıydı, sanırım ondan.. Bütün bir gün ve hatta haftalarca öncesinden hazırlanılmış bir eğlence için gelmişlerdi çocuklar meydana.. En güzel elbiselerini ölüm yolculuğu için giymişlerdi.. Rengarenkti yürekleri de görüntüleri de.. Erkek ve kız tarafının husumetine aldırmadan, kovalamaca oynuyorlardı belki, bağıra çağıra.. Örgüleri uçuyordu rüzgara inat.. Kınalı avuçlarını birbirine değdirip bir "ebe" diyebilmek peşindeydiler sadece..

Biz değil miyiz yıllardır PKK'yı lanetleyen.. Karnından vurulmuş bir bebeği kaldırmış o adamın resmini hatırladınız mı? Katliam diye medya da boy gösteren, o şimdi bile bakamadığım fotoğrafları hatırladınız mı? Adına terör denilen o hain saldırıları... Nasıl unutabiliriz ki.. Bir pullarla, bir de PKK haberleri ile büyüdük hepimiz.. Ecevit ve Demirel'i saymıyorum...

Kan davası olmasın diye bir aileyi, çoluk-çocuk ortadan kaldırmayı akıl eden bu nesil nerde büyüdü bilmiyorum ama, köyden geriye kalanla, o fotoğrafları yan yana koyduğunda aradaki yedi farkı bulabilir mi dersiniz.. Bulamaz bence.. Bir insanı değil, bir soyu kazımayı düşünecek bu zihniyet, camilerindeki hoca efendilere de mi danışmaz bu tür deliliklerden önce.. Hani görürüz filmlerde.. Kan davası olmasın diye öldürdük çocukları.. Nasılsa onlar bizi, biz onları öldürecektik bir bir.. Şimdi sadece onlar öldü, biz kurtulduk mu bunun adı..

Bilmiyorum..
Sadece aklımda sarı küçük bir pul..
"Düğüne mi, ölüme mi?"
fasulye