1 Haziran 2010 Salı

Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız!

Böyle söylüyor Mustafa Kemal bundan yıllar yıllar önce.. Dünden beri hissettiklerime tercüman olacak kelimeler arıyorken gördüm bu cümleyi yeniden.. İnsan tanıdık olduğu ya da bildiği her şeyi hatırlayamıyor bazen yeri geldiğinde..

Sebebi ne olursa olsun mağdur insanlara yardıma giden insanların mağduriyeti ile sarsılıyoruz dünden beri. Kitlesel cinnet geçiren bir toplumun mağdurlarına ekleniveriyoruz bir anda bizler de, canımızdan canlar vererek..

Hiç bir açıklama ya da savunma kabul edemeyecek bu tutum karşısında inanamıyoruz olanlara bir türlü, hazmedemiyoruz. Hangi akıl, hangi vicdan, hani inanç?

Oysa ne o toprakların insanlarına ne bize yabancı yaşananlar. Biz kendi güncelimizle mesgul, akan kan "bize ait değilken" de, "tutum" çok daha acımasızca yok ediyor, parçalara ayırıyordu bedenleri, aileleri, yürekleri.. Ancak bir bomba düştüğünde bir halk pazarına, gündeme de düşüyordu yansıması.. Sair günlerde yaşananlar günlük haberlerimizin parçası bile değildi, günlük haberlerimizin parçası olan şehitlerimizken ise sessizdik.

Ne zamanki kanımıza değiyor bayrak olarak, o zaman biz de haksızlığın karşısında "cık cık cık" dan fazlası ile çıkıveriyoruz, birey olarak hissedemedimiz bu hassasiyet başka bir yazının konusu. Büyük acılar milletleri bir araya getirir gerçeğinin ispatını gördüğümüzü sanıyoruz. Bir bütünleşme mi yaşananlar gerçekten?

Bir çıkış ki gördüğümüz her İsrail'liyi katledebilecek, sahip olduğumuz cinsi, ulvi, ilmi, fiziki ve ahlaki her türlü kudreti, üzerinde acımasızca deneyeceğimize dair tehditler savurarak.. Akan kanımıza karşılık kan istiyoruz, istiyor muyuz sahiden?

Hepimiz mi değil elbette.. Tüm acıma karşılık, yaşadığım tüm hayal kırıklığına karşılık düşünüyorum bunları dünden beri. Haksızlığa karşılık..

Ne Allah'tan aldığımız güç kalıyor söylenmedik, ne normal şartlar altında esefle kınadığımız bir diktatörün bugüne ulaşmış haklılığı kalıyor inanmadık, savunulmadık. Bir ırkın yok oluşuna izin vermeyen insanlığa pişman olacaksınız diyen bir diktatörün sözlerine Mustafa Kemal'in sözleri ile yanıt vermek istiyorum bende, kendi kelimelerim olmadığından değil "Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız!".. Ya da ben öyle sanıyorum... Bu gün Hitler'in haklılığı peşinde dolaşanlar, bir gün ola ki Filistin halkı bir ırkı yok etmeye çalıştığında hak mı verecekler İsrail'e merak ediyorum.

İsrailoğulları'nın yaptıkları ve yaşadıklarında Allah'tan aldıklarını sandıkları güce dayandırır tüm kutsal kitaplar, inananlar için bir ibret hikayesi olarak anlatılır. Yaşanılanların özünde inançların yarattığı kültür ve miras tartışması olsa da, bir insanlık suçundan fazlası değildir sonuçları.. Zaten inançların alet oluşu ile bu noktalara sürüklenen olaylara inançları alet ederek destek vermek, taraflar ve bizden çok, inanaçlara zarar verir, bilmiyor mu inananlar. Müslümanlık depremde ölenlere "daha yetmedi mi" demekle, düşmana karşılıkta insanlıktan çıkacak noktalara gelmek mi sahiden.. Bu mu güzel Kur'an'dan anladığımız.

Bir anlığına dışarıdan baktığınızda gözyaşları ve acıdan çok Nazi Türkiye'si ile karşıkarşıya gibi hissediyorsunuz kendinizi.. Üstün ırkımızı, Allah'tan aldığımız güçle (Nuh Peygamber ve Yaseh) İsrail'in üzerine salmaya hazırız her an.. Gerçekleştiğinde şu andaki manzaradan farkı olmayacak bir sonuca mı hedefleniyoruz milletcek..

Bütün bunların ötesinde yıllardır ülkemde yaşananlara aman bize bir şey olmasın diyerek sessiz yaklaşan büyük bir güruhun, benzer bir terörist yaklaşımla yıllardır kendi topraklarında şehit düşen askerler, çocuklar, analar, evlatlara günlük haber gözüyle bakarken, koşulları düzeltmek yerine daha da çapraşıklaştırarak sürece faydadan çok, zarar veren devlet büyüklerimize, sobelerler beni mantığıyla gıkları çıkmazken, yaşananlara içlerinde biriken şiddet duygusu ile cevap veriyor olmalarını hazmedemiyorum gerçekten. İsrail bizi bulamaz diye mi düşünüyorsunuz acaba?

İstanbul'da elçilik önünde açılan pankartları okuyorum tek tek, her birinin dip notunda cennetin anahtarı cebinde partilerden birinin adı var. Kendi polisi ile çatışarak, destek veriyor din kardeşlerine bu kalabalık, siyonizmin karşısında durduğunu söylüyor insanlıkdan çıkarak aslında.. Acıların bir araya getirdiğini sandığım milletimden önce siyaset var meydanlarda yine.. İslam İmparatorluğu olma yolunda emin adımlarla ilerleyen ülkemde gördüklerim, alet oluşların son bulmayacağı gerçeğini gösteriyor bana..

Çok içim acıyor dünden beri, kayıplara, yaşananlara, gördüğüm manzaralara canım yanıyor gerçekten.. Kendi adıma bu tepkilerin çıkış amacını paylaşmakla beraber şeklini kabul edemiyorum.

Ben kimsenin düşmanı değilim! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyım! Irkı, dini, mezhebi, menşei ne olursa olsun!

Fasulye

Bugüne Sesleniş ! Nutuk / Mavi Sahne - 2

Meclis kürsüsünde günlerce yaptıklarını anlatıyor Mustafa Kemal, Nutku okurken ifadelerindeki samimiyet ve kararlılıktan kalan izler var damağımda. Net, mümkün olduğunca yorumsuz ve her kelimesinde yurt sevgisi ve adanmışlık kokan satırlar. Okurken aldığım tadı arıyorum sahneden yükselen seste.. En az okuduğum kadar hızlılar, ardı ardına, duygudan duyguya geçerek yankılanıyorlar karanlık salonda. İçime sindiresim olan kelimeleri yakalamakta zorlanıyorum bu yüzden bazen. Mustafa Kemal bir an kürsüde, bir an bir çalışma odasında, bir an gelen bir telgrafı dinlerken (dış sesleri banttan dinliyorsunuz oyun boyunca), bir an zaferleri anlatırken ki mağrur yüz ifadesiyle, sahnenin farklı yerlerinde farklı kimliklerle yıldırım gibi hareket ediyor. Büyük çoğunluğunu bildiğimiz tarihin an'larında tek başına devleşiyor sahnede.. Yine de mağrur ve kararlı ifadesinin ardında bir sıcaklık arıyorum. Yüreği insan sevgisi ile dolu kahramanımdan beklediğim bir sıcak bakış. Tamamen duygusal bir bekleyiş ve arayış aslında benim ki biliyorum, oyunun amacıyla örtüşmese de, şu gülümseyen fotoğraflar yayınlayarak insani yönünü göz önüne sermeye çalıştığımız mücadeleye de bir katkı belki.


Oysa bu ülkenin o dönemlerde bulunduğu atmosferin gereği, günümüze uyarlanmış değil, birebir günümüze söylenmiş, ciddiyetinden ve gerçekliğinden en ufak bir şey kaybetmemiş bu sözler, sevgi atmosferi yaratmaktan ziyade, beyinlerimize mıh gibi çakılması gerekli olan gerçekleri haykırıyor yüzümüze. Uyumakta olan zihinlerimizi uyandırmanın bundan başka çaresi var mı?

Orjinal metine bağlı kalarak özenle seçilmiş kelimeler, oyuncuya çok büyük sorumluluk yüklüyor, doğaçlama yapılarak kurtarılacak bir monolog değil ezberlenen. En sade haliyle bile saptırılmaya yer aranan O'nun kelimelerinin gücü demoklesin kılıcı gibi sallanıyor sanki Sayın Sepetçi'nin üzerinde. Ama o çoktan aşmış bunu belli ki, bende oluşan stresten onda eser yok bu anlamda. Düzgün diksiyonu ile o kadar hızlı ve net söylüyor ki her bir cümleyi, hayretimi saklayamıyorum. En az onun replikleri kadar hızlı hareket ediyor düşünceler kafamın içinde.. Hem oyunu takip edip hem bütün bunları düşünmek daha da heyecanlandırıyor beni.


Oyun ilerledikçe içimdeki Mustafa Kemal ile sahnedeki Mustafa Kemal arasında küçük çatışmalar yaşamama engel olamıyorum, zaman sınırı ile bunca mesajı düz yazı ile yazılmış bir metinden yola çıkarak sahnede yaşatmak adına verilen çabaya duyduğum hayranlık baskın çıkıyor. Oyun sona erdiğinde daha saatlerce izleyebilir ve düşüncelere dalabilirmişim gibi hissediyorum.

Az sonra Sayın Sepetçi'yi kulis'de ziyaret edeceğim, oyun boyunca yaşadığım içimdeki ve dışımdaki Mustafa Kemal çatışmasına bir yenisi eklenecek.. Heyecanlıyım sanırım. Aslında sormak istediğim pek çok şey olmasına karşılık oyun boyunca not alma imkanım olmadığından kafamda uçuşuyor her şey. Kısa bir tanışma anından sonra bir yazı yazmak istediğimi söyleyip hemen sorularıma başlıyorum. Sayın Yavuz Sepetçi kırmıyor beni, az önce sahnedeki delici bakışların içi gülüyor şimdi. Mustafa Kemal ile değil, Sayın Yavuz Sepetçi ile karşı karşıya olduğum düşüncesi rahatlatıyor beni.

Çok merak ediyorum nasıl hazırlanılmıştı bu oyuna, ne kadar çalışılmıştı, nasıl bir çalışmaydı? Ardı ardına sıralıyorum, değerli oyuncumuzda yorgunluğuna aldırmadan yanıtlıyor beni tek tek. Oyun bir sene önce bir arkadaş sohbeti sırasında gündeme gelmiş, Sayın Sepetçi'nin Mustafa Kemal'e benzerliğinden duyduğum hayretle, sizin simanız üzerine mi böyle bir oyun çıktı diyorum. Hayır diyor Sayın Sepetçi aslında Devlet Tiyatrosu oyuncusu olduğunu burada konuk olarak sahne aldığını ve tamamen güncelden yola çıkılarak böyle bir şeye karar verdiklerini anlatıyor. Otuzdan fazla yıldır oyunculuk deneyimi olmasına karşılık, yine de hocalarından destek aldığını söylüyor. Çok büyük sorumluluk olduğunu söylüyorum çünkü, gerçekten cesaret işi bana göre.

Peki mimikleriniz, hareketlerinizi nasıl oturttunuz diye soruyorum, çünkü Mustafa Kemal'in azıcık görüntüsü içerisinde gözlemleyip o role bürünmek gerçekten zor bir şey bana göre. Fotoğraflarını incelediklerini anlatıyor Sayın Sepetçi, yüzünde herhangi bir makyaj yok, sadece saçını geriye doğru taramış bu rol için, birazda kaşlarımı kaldırıyorum oynarken diyor. Makedonyalılık var mı diye soruyorum ister istemez. Gerçekten beyaz teni mavi gözleri ve kaşlarının arasındaki çizgilerle bu rol için yaratılmış gibi. Hayır diye cevap veriyor aslen Kayseri'liymiş. Kuliste kendisini ziyaret etmek isteyen bir ben değilim, bu nedenle diğer konukları ile de ilgilenmesi gerek. Bir sürü soru dolanıyor aklımda toparlayamıyorum bu yüzden.

Oyunun yazımı sırasında beş farklı tercümeden yararlandıklarını anlatıyor. Bir çok sosyolog ile çalıştıklarını. Oyunun mesajı bugüne seslenen cümlelerde gizli. Gong sesleri ile oyun boyunca belirginleştirilen bu sözleri seçmek için gerçekten çaba sarfetmişler. En çok Cumhuriyet gazetesinden Sayın Işık Kansu'nun onları yönlendirdiğini söylüyor. Aslında bildiğimizi sandığımız konularda ne kadar sığ olduğumuzu düşünüyorum o anlatırken.

Bu sohbeti oyunu izlemeden önce yapmış olmalıydım belki diye düşünüyorum. Çünkü konuşulanların ardından daha bir anlamlanıyor oyun. Oyunun yazım sürecinde de yer alıyor olmasından dolayı bütün sorularımı yanıtlıyor bıkmadan. Yorgun olduğunu düşünüp daha fazla vaktini almak istemediğimden vedalaşıyorum kendisiyle, tebriklerimi ileterek.

Aslında aklımda bir soru takılı kalıyor "Hayın". Oyunun içerisinde birden çok kere bu şekilde telaffuz edilen kelimenin Mustafa Kemal tarafından mı böyle telaffuz ediliyor olduğunu merak ediyorum ve eğer öyleyse bu bilgiye nereden ulaştıklarını da.. Aklıma takılı kalıyor.

Bu sohbetin ardından oyunda arayıp durduğum Mustafa Kemal sıcaklığının amaca hizmet etmeyeceğine karar veriyorum. O belki başka bir oyunun teması olabilir. Bugüne seslenişte söylenenlerin gerçekleşmesinin ardından belki ve keşke bu oyun daha büyük ve etkili bir sahnede defalarca defalarca oyanansa diye geçiriyorum içimden ta ki herkes mesajı alana dek. Her tür seyirciyi yakalamak adına vuruculuğunu artıracak düşüncelere kapılıyorum kendimce, ama üstatların karşısında bana boyumu aşan konulara girmek düşmeyeceğinden kendime saklıyorum bunları.

Eğer fırsatınız olursa Mustafa Kemal Haziran ayı boyunca her çarşamba saat sekizde Mavi Sahne'de bugüne seslenmeye devam edecek.. Kulak verin derim.

Mavi Sahne ile tanışmamı sağlayan Sayın Işın Güneş Kadığlu'na, oyuna izlemem için beni davet eden Sayın Sedat Demirsoy'a, bana bütün bu duyguları yaşattığı ve sorularıma tek tek net cevaplar veren değerli oyuncu Sayın Yavuz Sepetçi'ye ve küçücük bir sahnede büyük işler başaran değerli Mavi Sahne ekibine çok çok teşekkür ediyorum.

Saygı ve sevgi ile bir arada kalın

Fasulye
Oyunlaştıran - Yöneten Sedat Demirsoy
Dramaturg Servet Aybar
Dekor Ziver Armağan Açıl
Işık Çetin Atay
Müzik Arda Özmen
Oynayan Yavuz Sepetçi

Büyük Lider Mustafa Kemal Atatürk’ün, büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi… Tarihi yapanın kaleminden yakın tarihin anlatımı…

-0-

Not : Değerli Sedat Demirsoy ve Yavuz Sepetçi "Hayın" ifadesi ile ilgili soruma cevap verdiler kendilerine sonsuz teşekkürlerimi göndererek, sizler le de paylaşmak istiyorum:

"Evet 'hayın' kelimesi de "böyle bozuk ve hayvanca bir düşünce olabilir miydi" cümlesi de NUTUK tan olduğu gibi aktarıldı........." Yavuz Sepetçi

"Yavuz'un da belirttiği gibi hayın kelimesi Nutuk'ta ve Türk Dil Kurumu'nun 60'lı yıllardaki çevirilerinde yer alıyor. ben de böyle kullanmayı seviyorum bazı kelimeleri. örneğin Nazım'ın Saman Sarı şiirinde de nazım, vakit yerine vakıt der ve ben onu da severim." Sedat Demirsoy

Bugüne Sesleniş ! Nutuk / Mavi Sahne - 1

O gün Mavi Sahne'de sunulan oyunu izlemeye gitmeden önce Face Book profilime şu satırları yazmıştım "Bu akşam sahnelerin en mavisinde, mavi gözlerini göremesemde, uğruna baş koyduğu vatanı için atan yüreğinin sesini dinleyeceğim hayranı olduğum adamın..." .


Daha önce bir kaç kez okuduğum Nutuk'u oyunlaştırmak fikri gerçekten çok etkileyici gelmişti bana... Oyunun afişinde gördüğüm yüz bana bunun gerçekten önemli bir girişim olduğunu söylüyordu sanki. Ciddiye alınacak bir konu, bu şakaya gelmez.

Atatürk ülkemde yaşanan tüm hassasiyetlerin ötesinde bir kişisel kahraman oldu benim için. Onu önce resimlerinden, sonra düşüncelerinden tanımak bir süreçdi. Onu tanıdıkça hayran olunacak ne kadar çok yanı olduğunu keşfetmiştim. O herşeyden önce bir insandı ve benim ilgimi gerçekten çekiyordu. Okulda öğrendiklerimden soyutlayarak ondan kalanların izinden gitmeye başladığımda henüz ülke gündeminin bu haliyle bir parçası değildi. Benim sevdiğim ve felsefesinden etkilendiğim bir büyük insandı. Ardından hakkında söylenenler ve bildiğimiz filmler ve polemikler ortaya çıktı. Bu defa Atatürk'ü bırakıp, kafamdaki Atatürk düşüncesi ile mücadele ettim bir süre. Kulakladan dolma kahramanlık hikayeleri ile boşlukları doldurulmuş tarih sayfalarından sıyırıp, ve hatta bu ülke topraklarından bile soyutlayarak değerlendirdiğimde yine de o benim kahramanımdı.

Bütün bu duygularla gittim Mavi Sahne'ye.. Bu güne değin ona zarar veren pek çok söylemden, kendimce kendime ve çevremdekilere insan olan Atatürk'ü aklamaya çalışarak geçirdiğim mücadelenin üzerine, böylesi bir oyuna ne kadar tarafsız bakabileceğimi bilemeden. Bir tiyatro oyunu olmasının ötesinde O'nun adına hizmet edeceklerini düşündüm. Tarafsız değildim sanırım.. Bu duyguyu daha önce "Dersimiz Atatürk" filmini izlerken keşfetmiştim kendimde. O'nunla ilgili hiç bir şeye sıradan bir seyirci gözüyle bakmam sanırım mümkün değildi. Hisettiklerim sonucu aldığım savunma pozisyonu bir şekilde su yüzüne çıkıyor, tarafsızlığımı gölgeliyordu. Oyun yerine bunları neden anlattığımı düşünebilirsiniz. Oyun hakkındaki düşüncelerimi yazarken bir yandan yüksek sesle düşünüyor olacağımdan, en azından sizlerin objektif olabilmesi adına bunları bilmeniz gerekir diye düşünüyorum.

Oyunla ilgili görüşlerime geçmeden önce sizlere Mavi Sahne hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum. Ankara'da yaşayanlara çok tanıdık gelecek yeri, Tunalı Hilmi Caddesinin Tunus Caddesi ile birleştiği dar sokakta, Akün sinemasının hemen arkasında, yılların yorgunu bir binanın üst katlarında yer alan Mavi Sahne, binanın kapısından ilk girdiğinizde çocukluğumun tahta başlı ve yer yer burgulu demir trabzanlarının eşlik ettiği beton merdivenler ile ulaştığınız bir mekan. Oyunun sahnelendiği daire, (daire diyorum çünkü bu bina muhemelen tarihine ikametgah olarak başlamış) fiziksel olarak küçük olsa da büyük duygulara ev sahipliği yapabilmeye yeterli bir sahne ile hemen sahne önüne konuşlanmış masa ve sandalyelerden oluşuyor. Yarım saat erken vardığımız oyun salonu henüz boşken insana kabare hissi çağrıştırıyor. Kırmızı duvarlar ve loş ışık az sonra o salonu dolduracak insanları bekliyor gibi. Mavi Sahnenin internet sitesinden öğreniyorum ki, burası cafe-tiyatro tarzını yeniden başlatan öncü mekanlardan biri. Mekanda çok iştah açıcı bir kantin kokusu olması, zaten aç olan midelerimizi daha çok hissetmemize sebep oluyor, lezzetli ayvalık tostlarından sipariş ediyoruz bir yandan saate bakarak. Oyun başlamadan yiyeceklerimizi bitirmiş olmalıyız. Aklıma Cem Yılmaz'ın ilk gösterilerinden biri geliyor. Elinde bir fenerle, gösteri sırasında ellerindeki tabaktan karınlarını doyurmaya çalışan bir çifti bayağı diline dolamıştı. Elbette az sonra sahneye çıkacak olan Mustafa Kemal'den böyle bir tepki beklemiyoruz, ama oyuna ve oyuncuya saygımızdan mide ile ilgili işlerimizi bir an önce halletmemiz lazım.

Mavi Sahne 2000 yılında kurulmuş. Evli ve küçük çocuklu olduğumuzdan beri bu tür etkinliklerden geçmişe nazaran uzaklaşmış olmamıza üzülüyorum biraz oyunun başlamasını beklerken. Burada beni bekleyen bir süpriz daha yaşanıyor ardından, 2000 yılından önce büyük bir hevesle gittiğim dans kursundaki öğretmenlerim değerli Ziver Armağan Açıl ile Esin Kartaloğlu'nun bu mekanda olduklarını öğreniyorum. Tanıdıklık hissi daha bir sıcak gösteriyor mekanı bana ... Az sonra izleyeceğimiz oyunun dekor tasarımını değerli Ziver Armağan Açıl yapmış.

Beklerken masalardaki ve duvarlardaki afişleri inceleme fırsatımız oluyor, mekanın aylık bir programı var, her akşam bir başka oyun Mavi Sahne'nin değerli üyeleri tarafından sahne alıyor, ayrıca ilk doğaçlama çocuk tiyatrosunun da burada yapıldığını öğreniyorum. Üniversite yıllarımda sahneleyemeden aylarca çalıştığımız oyun aklıma geliyor. Doğaçlama ile duygu iniş çıkışları yakalamak gerçekten çok keyifli olmuştu benim için. O zamana kadar olmayan medeni cesaretimin tavan yaptığı dönemlerdi onlar.

Oyunu değerli sanatçı Sedat Demirsoy kaleme almış, Nutuk gerçekten oyunlaştırması çok zor bir metin. Merak ediyorum bu nedenle ne ile karşılaşacağımızı henüz boş sahneye bakarken. Sahnedeki dekor oyun başlayana kadar çok bir şey ifade etmiyor bana. Zor olmalı diye düşünüyorum sürekli, sahnede tek başına kocaman bir kişiliği oynamak gerçekten zor olmalı. Oyuncumuz sayın Yavuz Sepetçi, afişdeki ifadesinden gerçekten etkileniyorum.

Sayın Demirsoy yurt dışında olduğundan kendisiyle tanışma fırsatım olmayacak ama Sayın Yavuz Sepetçi ile oyunun ardından kısa bir kulis sohbeti yapmak fikri beni heyecanlandırıyor şimdiden.

Evet oyunun başlama saati geldi bile.. Az sonra karşılaşacağım yüzü, içimdeki kahramanla ne kadar örtüştürebileceğimi merak ediyorum. Işıklar kapandığında gözlerimi sahneye dikerek O'nu bekliyorum. Gerçekleşemeyecek bir düşü, hayal sahnesinde yaşayacağım az sonra..

Karanlık sahnenin ortasında beliren yüzü seçmeye başlıyor gözlerim. Karanlığın ortasında mavi iki delici bakış. Sahneye o kadar yakınız ki, nasıl oluyorda bir ayak sesi bile duymadan oyuncunun yerini aldığına şaşırıyorum. Bir anda başlıyor herşey, Mustafa Kemal meclis kürsüsünde kaybedecek vakti olmadığından bir seri başlıyor anlatmaya. Belki bu yüzden ilk cümleleri kaçırıyorum. Anlatılanlara odaklanabilmem için bir süre geçmesi gerekiyor. Hayalimdeki Mustafa Kemal silüeti ile boğuşuyorum bir süre Sayın Yavuz Sepetçi'den alamıyorum gözlerimi. Zaman zaman yükselen kararlı ses tonu ve seyirciye doğrudan fırlattığı delici bakışlardan sıyrılıp söylediklerine konsantre olmaya çalışıyorum. Yüksek sesle hiç duymadığım bu satırlar bir türlü sarıp sarmalamıyor beni. Oysa takip etmek istediğim asıl onlar. Mimikleri ve hareketlerini izliyorum, çok zor bir rol gerçekten Mustafa Kemal'i düşünce olarak içselleştirmekten öte, kanlı canlı bir insana dönüştürmek çok zor. Alışık olmadığımız garip bir his yaratıyor insanda. Önyargılar kafamda harekete geçip, O'na layık olma çerçevesinde değerlendiriyor ilkin bütün bilgileri. Sonra kızıyorum kendime, şekilci yaklaşım her zaman kızdığım bir şeydir oysa. Yine de Mustafa Kemal'in cumhurbaşkanı fotoğraflarından esinlenilen kostümü baştan aşağı inceliyorum elimden olmadan. Nutuk sahnede yaşamaya devam ediyor bu arada.. Mustafa Kemal'in aşağıdaki sözleriyle dönüyorum oyuna, yani tamda oyunun adında söylendiği gibi bugüne, o ana..

"İslamcılık ve Turancılık politikasının başarı kazandığı ve dünyayı uygulama alanı yapabildiği, tarihte görülmemiştir. Bizim, açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yöntem, 'ulusal politikadır'. Dünyanın bugünkü koşulları ve yüzyılların kafalarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçek karşısında düşçü olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin dediği budur, bilimin, aklın, mantığın dediği böyledir."

Gong sesiyle oyuna daha bir konsantre oluyorum. Oyun boyunca duyacağımız diğer gongların ilki bu.. Bu güne ilk geliş.. Gazete manşetleri canlanıyor gözümde.. Derin bir iç geçiriyorum. Bundan sonra iç hesaplaşmam sona erdi karşımda Mustafa Kemal var..

devam edecek...
fasulye


Oyunlaştıran - Yöneten Sedat Demirsoy
Dramaturg Servet Aybar
Dekor Ziver Armağan Açıl
Işık Çetin Atay
Müzik Arda Özmen
Oynayan Yavuz Sepetçi

Büyük Lider Mustafa Kemal Atatürk’ün, büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi… Tarihi yapanın kaleminden yakın tarihin anlatımı…