19 Eylül 2010 Pazar

Üç Kelime..

Sarı Zeybek Belgeseli ile kapıldığım rüzgarından kopuşum "Mustafa" filminden çook daha öncesine dayanır Can Dündar rüzgarından.. Yılmaz Erdoğanı da arşivimden henüz çıkarmadığım yıllarda, "Cebimden Kelimeler"i izlemek için katıldığım Gazeteciler Cemiyeti'nin düzenlediği bir gecede, Yavuz Bingöl'ünde sanatçı olarak katıldığı organizasyonun sunucusu idi kendisi..


O zamanlar tam da kavrayamadığım, ama içimde bir şeyleri cız ettiren kürt propagandası kokan gecenin bugünlere bizi taşıyacağını akıl edemesemde, anlamlandıramadığım bir uzaklaşima yaşatmıştı bana. Yine de güzel bir oyun izleyebilmenin telaşına düşmüş ruhumu ikna edebilmiş belkide terketmem gereken o sandalyeden kalkamamıştım nedense..

Yapımcı olarak başarısının yanısıra, hepimizin duygularını ifade edebilen kelimelerin efendisi olabilme gücündeki o adam, o gece sahnede elinde mikrofon, ne bir sanatçı, ne bir yazar ne de bir yapımcı, ne de bir yönetmendi.Sıradan, senden benden biri gibi rahat konuşuyor, belli ki daha önce söylemeyi planladığı şeyleri anlatırken, kelimeleri seçmiyor, zaten doğal yeteneğine olan bir güvenle, teklemeden ardı ardına sıralıyordu.

Üç kelime kazındı oysa benim hafızama o geceden, henüz varlığından rahatsızlık duymadığım etnik bir açılımdan gayrı üç kelime.. "Tükürüklü Yeşilçam sanatçıları..." diyivermişti, sahnedeki o adam birden bire.. Ne başını, ne sonunu hatırladığım o cümle ortalama onbeş senedir, Can Dündar adını her gördüğümde ya da duyduğumda, hafızamdan fırlayıp beynimde yankılanmaya devam eder.

Yılmaz Erdoğan'ın cebindeki kelimelerden feyz almak için katıldığım o gecede damağımda acı bir tat kaldı sadece.. ve Can Dündar'ın dudakları arsından dökülen bu üç kelime..

Mustafa filmini yaptığında hiç şaşımadım belki de o yüzden.. Belki de o yüzden daha eleştirileri bile çıkmamışken gitmeme kararı almıştım, ki bilenler bilir Mustafa Kemal'in kişisel kahramanım olduğunu... Duyduklarımla bir kez daha canımı yakmış olsa da bu filmin ardından, o gece söylediği o üç kelimenin ardından, çocukluğuma ait özene bezene sakladığım hatıralarımdan Adile Naşit, Hulusi Kentmen, Nubar Terziyan ve daha pek çok Türk Sinemasına emek vermiş insanın yüzleri belirmişti gözlerimin önünde.. Bir ihanete kalkan bıçak gibi inmişti her hecesiyle hem yüreğime, hem beynime..

Bu muydu o hiç birimizin yapamadığı kelimelerle ile duyguları somutlaştıran adam, bu muydu ne kadar sakınsamda yüreğime dokunacak bir kaç cümleyi, yumuşak ve sakin bir ses tonu ile içime işlercesine seslendiren o adam.. O gece ne sevgiye dair, ne saygıya dair bir iz yoktu sesinde veya sözlerinde..

Nereden mi aklıma geldi bütün bunlar şimdi.. Dün akşam bir alışveriş merkezinde, babası ile yemek yiyordu hemen bir kaç masa ötemde.. Emin olamadığımdan takıldı bakışlarım önce, sonra aklımda üç kelime.. Yüzünde kaleminden dökülen hislerine dair bir iz aradım yine nedense.. Bir ünlüyü ya da tanıdığı görmüşten çok, ifadesiz bir heykelde anlam aramaya çalışıyormuşcasına meraklıydı bakışlarım.

Ardından babası önde, o arkada geçtiler önümden, anlamlandıramadığı dik bakışlarıma takıldı o da bir kaç kez, yüzünde belki biraz sonra konuşmaya çalışacağım, ya da hayranlığımı dile getirebileceğimi bekleyen ama yine de sakınan bir ifadeyle.. Sebepsizce babası ile yüzünü karşılaştırdım benziyorlar mı diye.. Yetmişli yaşlarında olduğunu sandığım babasının hasta görünümü hüzünlendirdi yine bir an içimi, evladı ile bir yemek yemişti dışarıda.. Ardından gelen o evlat ile yürüyen babasını izlerken, gurur mu duyuyor acaba diye düşündüm kendi kendime.. Evladı ile gurur duymak her babanın hakkı.. Neden üzüldüm o baba için açıklayamadım o an için kendime..

Orada o geceden çok yıllar sonra sıradan bir günde, sıradan bir yerde üç kelimenin çığlıkları çınladı yine beynimde.. Yazık diyebildim sadece.. Oysa böyle bir yetenek ne kadar güzel amaçlara hizmet edebilir istese.. Oysa ben ne kadar hayran olabilirdim o zaman kendisine..

Fasulye