25 Kasım 2010 Perşembe

Paşa dedem, Mustafa Kemal...

Bu sabah aldığım bir mesaj, 87 yıl öncesi ile 87 yıl sonrası kıyaslanıyordu. Nasıl başlanıp, dilim varmıyor olmasa da, nasıl sona erdiğini çok net gösteriyordu bu mesaj.. 87 yıl önce dediğimde yarınızdan fazlanız neden bahsettiğimi anlıyor olacak biliyorum.. Çünkü 87 yıldır bu milletin birlikte yaşadığı bir kavramdan söz ediyorum. Her sene bir artan ve o kadar senedir dediğimiz ama aslına bakacak olursanız, tanımaya, anlamaya çalışmadığımız bir sıra arkadaşı o bizim için.. Oysa sevmek anlamaktır, anlamaksa tanımak...

İlk cümleleri şöyle diyordu mesajın ...

"87 yıl önce onlarca farklı etnik kökenden mucizevi şekilde bir devlet kurmuştuk...

87 yıl sonra bir devletten yine mucizevi şekilde iki-üç devlet çıkarma sevdasına kapılanlarla uğraşıyoruz!"

ve şöyle son buluyordu...

"87 yıl önce geleceğimiz vardı...

87 yıl sonra yarının ne getireceğini bilemez olduk!"

Algınıza ve bilginize göre sizler de doldurabilirsiniz arada kalan satırları eminim.. Ama algınız da, bilginiz de ne olursa olsun.. Satırlar çoğaldıkça siz de benim gibi anlayacaksınız ki, evdeki hesap çarşıya hiç mi, hiç uymamış..

Bu toplumun bir devrime ayak uydurması 87 yıl sürmüş ya da ayak uydurduğunu sanması.. Yapılan devrim, devrim olarak olarak kalmış ama asla bir evrim sağlanamamış.

Belli ki 87 yıl önce yapılanlardan aslında hiç bir şey anlanmamış.. Sahnede bir sihirbazı izler gibi, heyecan ve coşkuyla alkışlanmış her şey.. Sihirbazın yaptıklarını evde denemek istemişiz ama olmamış.. Olmadığını söylemeye belki yüzümüz tutmamış, yapmışız gibi göğsümüzü gere gere biz başardık demişiz 87 yıl sadece..

Oysa evdeki hiç bir şapkadan henüz tavşan çıkmamış.. Hala bir hevesle saklanan o cumhuriyet şapkası, öylece kalakalmış evlerimizde, duvarlara astığımız ve üzerine toz kondurmadığımız, kutsal kitabımız ile birlikte..

Derken kiminin şapkası, kiminin kitabı kaybolmuş gitmiş zaman içinde.. Geriye kalanlar, geriye bırakılanla yetinmek zorunda kalmışlar o yüzden.. Kimi şapkasını, kimi kitabını, kimi ise her ikisini birden yerleştirmiş evinin başköşesine..

Bu toplum 87 yıl, 87 yıl önce atılan tohumlar kendiliğinden yeşerecek sanmış, bu toprakları kanlarıyla sulayanların, sırtlarında mermi bu toprakları arşınlayanların elde ettiği o koskoca cumhuriyet tarlası, bir daha hiç onlar gibi bakılmamış oysa.. Yeni tohumlar ekeceğimize, kendiliğinden yeşerecekleri kaptırmama sevdasında bir grup korkuluk olarak yaşamışız sadece .. Oysa ne ekmediğimiz, ne de ekip de bakmadığımız tohum büyümemiş bu tarlada.. Bir kere yeşeren o tarla, bir daha eskisi gibi ürün vermemiş kimseye..

Korkulukları ne kadar çoğaltsak da, kalanları da kargalara kaptırmamaya yetmemiş gücümüz.. Mustafa Kemal'in kovaladığı kargalar ekilen tohumları korumak için olsa da.. O tohumları ekecek bir dayınıın da lazım olduğunu hatırlamamış kimse..

87 yıl önce bağımsızlık mücadelesi verenler tam anlamıyla kan-ter içinde kalıp sulamışlar bu toprakları.. Bu dünyadan ayrılmadan önce hazırlamışlar kalanlar için her şeyi.. O kadar yorgunmuşlar ki.. Mücadeleciliklerinden, bir yorgunlukları kalmış yeni nesillere oysa...Atalarının yorgunluğundan gözünu acamayan nesiller sonunda derin bir gaflet uykusunda bulmuşlar kendilerini..

87 yıl önce sahnedeki sihirbazın yaptıkları  kadar iyiymiş ki.. Deneyip tekrar yapamayınca, ellersek bozulur telaşına kapılmış bu millet ve olduğu gibi muhafaza etmiş herşeyi.. Paşa'dan miras aldığı gibi..

Sonunda devrimlere sahip çıktığını sanmış boyle.. Onlar öyle güzel, öyle başarılı, öyle umut vadediciymiş ki, ışıltılar içinde sımsıkı korunmuşlar bozulmasınlar diye.. Öylece.. El değmeden.. Üzerine hiç bir yenilik eklenmeden.. Kimsenin de olamamışlar o yüzden.. Hakkında konuşulmadan, ellenmeden, yüreklere işlenmeden bir müzenin raflarında nöbet bekleyen nesneler gibi kalmışlar.. Evlerdeki şapkalar gibi.. Kimse o şapkanın altında bir sihirbaz olmayı denememiş bir daha..

Paşa dedemizin resimlerini duvarlardan indirmeye başladıklarında anlamış bu toplum aslında üzerine bir taş bile konmayan devrim mirasının artık tükendiğini... O ışıl ışıl devrimlerin bir ampülün ışığında matlaştığını..

Paşa dedenin mirasından öteye geçememiş Cumhuriyet yeni nesiller için bu yüzden..

Mirasyedi bir toplum yaşamış 87 yıl bu ülkede..

Ama hazıra dağ dayanmamış ne yazık ki..

Bir masalmış geçen yıllar..

Fasulye

24 Kasım 2010 Çarşamba

Candan açtık cehle karşı bir savaş !

Öğretmenler gününde nedense ilkokul öğretmenimi hatırlarım önce, çok sevdiğimden değil aslında, ama sanırım beş yıllık bir beraberliğin izleri kolay silinmiyor insan hafızasından.. Kırk yaşıma geldiğimde yüksek sesle söyleyebiliyorum ilkokul öğretmenimi aslında hiç sevmediğimi.. Bunca yıldır belkide hiç edinmediğim sevgimden, saygım kalmış yine de geriye.. Yine bile içim sızlıyor bunu itiraf ederken, tıpkı çocukken İstiklal Marşı çaldığında ayağa kalkmamayı günah sandığımda hisettiğim gibi.. Günahı ne sanıyordum ondan da çok emin değilim oysa.. Ama saygımının sevgimin önüne geçtiği değerler edindirildiğim kesin..

Hani tartışılıp duruyoruz ya bu değerleri şimdilerde, olmalı mı olmamalı mı diye..

Andımız okunmalı mı, İstiklal Marşı söylenmeli mi, din mi elden gidiyor, biz mi elden gidiyoruz?
Mustafa Kemal aslında öyle değildi böyleydi.
Eğitim sistemi göçtü vs. vs.
Tamam bunların hepsi tartışılmalı belki, iyileştirilmeli kavram olarak, her keseye uygun hale getirilmeli belki, belki değil kimine göre..

Ama bu tartışmanın amacı var olan bir şeylerin daha iyi olması için çaba sarfetmek değil midir? Bu topraklarda yıllardır değer olarak saydığımız, bizi bir birimize bilinçsizde olsa kenetleyen pek çok değeri yok ediyoruz biz oysa. Doğruluklarını veya yanlışlıklarını tartışmıyoruz, revize de etmiyoruz, düpedüz yok ediyoruz hep birlikte. Sonra da birlikten beraberlikten söz ediyoruz, olması gerekenin neden olmadığından.

Kaçırdığımız nokta şu ki aslında bu değerler doğru veya yanlış bizi arada tutan değerler.. Beni bu ülkeye, bu ülkenin insanına, bu ülkenin sahip olduğu her şeye yürekten bağlayan değerler. Öğretilmiş olsalar da, üzerimde bir kısmı eğreti duruyor olsa da..

Bu yaşımda ilkokul öğretmenimi aslında hiç sevmediğimi itiraf edemeyecek kadar öğretmenlik mesleğine saygı duyuyorum ben hala.. Tartışmasız saygı duymam gerektiğini biliyorum. Ne ara bunu bana işlediler hiç bir fikrim yok, ama yerleştirilmiş bir duyguya sahibim. Hangimizin çocuğu böyle hissediyor öğretmenine karşı bu günlerde.. Hangimiz çocuğumuzun öğretmenine hissediyoruz şimdi böyle..? Cevap vereyim hiç birimiz.. İnsana saygımız var mı belki onu tartışmalıyız önce..

Elbette bu mesleğin layıkıyla yapılıp yapılamadığını, neler yapılabileceğini  tartışmalıyız, elbette hataları uyarmalıyız. Ülkemizin geleceğini emanet ettiğimiz öğretmenlerimizden her zaman daha iyisini, daha fazlasını istemeliyiz.  Önemli olan onu değerler listesinden düşürmeyecek düzeyde tartışarak iyileştirmek olmalı. Oysa biz ağzımıza sakız ettiğimiz her şeyin içini boşaltıyoruz bu günlerde.. Onları parçalıyor ve yok ediyoruz.. Yerlerine koyacak yenileri de yok üstelik elimizde.. Kendimize iyilik mi yapıyoruz sahi boyle...?

Tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü içimde eksilmeyen o derin saygı ile kutluyorum..

Fasulye