31 Ocak 2012 Salı

YAZI DİZİSİ : İMAM ÇIPLAK - 4

Öğrenilmiş çaresizlik, organizmanın davranışlarıyla olumsuz bir sonucu kontrol edemeyeceğini öğrenmesinden sonra, davranışlarıyla olumsuz sonucu ortadan kaldırabileceği durumlarda gereken çabayı gösterememesi olarak tanımlanır.”


İnsanın yapabileceği bazı şeyleri yapamayacağına inanması, bir işi yapmaya teşebbüs ederken cesaretinin kırılması, kişinin başarısız olmasına neden olur. Kendine güvenini yitirdiği için de gelecekte de o işi başaramaz.



Bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece su sesler duyulabiliyormuş:


"Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.


Seyirciler bağırıyorlarmış: "...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.." Sonunda, kurbağaların bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu işi nasıl başardın diye. O anda farkına varmışlar ki kuleye çıkan kurbağa sağırmış!



Aslında tüm olumsuz koşullara ve baskılara rağmen birey olarak yapabileceğimiz bir şey olmasa bile toplu olarak hareket etmeyi başardığımızda pek çok şey yapabileceğimizi biliyor olmamıza rağmen yine de belkide hepimize çocukluğumuzdan beri öğretilmiş çaresizliklerimiz yüzünden çaba göstermek istemiyoruz.  Biz hala ezan okunurken şarkı söylemeyen ve büyüklerin yanında bacak bacak üzerine atmayan o nesiller olarak yaşamayı tercih ediyoruz.



Kendimden başkasına akıl öğretmek bu yazının amacını aşan bir durum olduğundan ben hikayeme devam ediyorum.

Ülkenin çehresi kontrol edilemez derecede değişme devam ediyordu. Atatürk ilkeleri ile varacağımızı düşündüğümüz muasır medeniyet seviyesi ne yazık ki hiç beklemediğimiz ya da oluşunu farkedemediğimiz bir şekilde yerle bir olmaya başlamıştı. Tüm bu değişim içerisinde Mustafa Kemal’in aslında nasıl yüce bir kişilik olduğunu anlatmak ve Atam neredesin serzenişleri artık ne yazık ki işe yaramıyor aksine, bugüne değin belki korkudan belki saygıdan susanlar bir bir seslerini yükselterek bastırdıkları tüm düşüncelerini açığa vuruyorlardı. Madem ki düşünce özgürlüğü savunuluyordu o halde bu onların en doğal hakkıydı. Bugüne kadar herkesin tek bir değeri var sandığımız dönemlerde savunduğumuz her şey ustaca manevralarla karşımıza dikiliyor ve yapılan her şey en azından dış görünüşünde meşru zeminlere oturtuluyordu. En fazla bir kaç gün söyleniyor ardından bir yenisi ile karşılaşınca onu bırakıp diğerine soylenmeye başlıyorduk.  Bize göre o kadar yanlış vardı ki ve biz inandığımız her şeyi o kadar Türkiye’nin doğrusu sanıyorduk ki, üst üste seçim sandıklarına gömülmemize rağmen yine de bu gerçeği hala kabullenemedik.



Ülkenin büyük bir çoğunluğu mevcut yönetimlerin uygulamalarından memnundu. Bu güne kadar Atatürk Türkiye’sinde yaşadığını sanan bizler andımızın, istiklal marşımızın birer dayatma olabileceğini ya da O’nun resimleri ve heykellerinin putlarla özdeşleştirilebileceğini hiç aklımıza getirmemiştik.



Biz getirmemiştik ama bu ülke bunlarla büyümüş ve yıllarca bu düşünceyi içinde saklayarak yetişmiş onbinlerle dolmuştu.  Elbette bunların hiç biri bir günde bu hale gelmemişti. Anladığım kadarıyla bizim gibi düşünenlerce de geleceği hiç akla gelmemişti.



Peki ama bunca zamandır bizim sahip olmakla gurur duyduğumuz ilke ve inkılaplar bizim gibi düşünmeyenlerce nasıl bu şekilde algılanmıştı ya da algılanması sağlanmıştı. Bunu anlayabilmek için onların tarafından bakmak gerekiyordu.

Çok uzak değil yakın geçmişe baktığımızda önümüzde seçim dönemleri dışında hatırlanmamış bir Anadolu vardı. Cumhuriyet sonrası edinilen değerler Köy Enstitülerinin tarihe karışmasıyla köylerden kasabalardan çoktan uzaklaşmıştı. Böylece biz büyük şehirlerde yaşayanlar değerlerimizin yaşamaya devam ettiği sanıp kendi çapımızda milliyetçi vatanseverler olmuşken, terör ve diğer imkansızlıklar sebebiyle hizmetin bile götürelemediği anadolunun doğu ve güney doğu kesimlerindeki insanlar zaten henüz yerleştirilmeye başlanmış Cumhuriyet değerlerini enstitülerin de kapatılmasıyla bilmez duruma gelmişlerdi. Her seçim döneminin ardından mevcut yonetimi destekledikleri için “satılmış”lıkla suçlanan bu insanların bu noktaya nasıl geldiklerini düşünmek nedense kimsenin üzerine vazife olamıyordu. Sadece bizim gibi olmadıkları için insanları suçlama hakkını kendimizde bulmamız doğru bir bakış açısı mıydı gerçekten. Hele ki bu yazının başında bahsettiğim şekilde temelsiz değerlerle doldurulmuş bizler için. Vardığım sonuç buna kesinlikle hakkımız olmadığıydı.



Biz kendimize veya sevdiklerimize gelecek haksız bir zarardan endişe ederek savunduğumuz değerlerin hiç birine laf üretmekten başka bir şekilde sahip çıkamıyorken, evlatlarını terör örgütüne kaptırmış ve sahip olduğumuz değerlerin hiç birisi için herhangi bir düşünsel veya fiziksel yatırımın yapılmadığı bu bölge insanlarını hangi hak ve yüzle eleştirebiliyorduk.



Yaşam koşulları ne olursa olsun her insanın iyi veya kötü tutunduğu manevi değerleri vardır. Biz ailelerimiz arkamızda okullarımızdan dini bütün müslümanlar ve milliyetçi vatanseverler olarak mezun olurken, onların elinde sadece dini bütün müslüman olmak kalmıştı ve aslına bakarsanız onlarda bu değere bizim elimizdeki değerden çok daha iyi bir şekilde sahip çıkmışlardı.  Bu sadece doğu ve güneydoğu anadoluda değil büyük şehirler dışında kalan tüm anadoluda böyle gelişmeye devam etmişti.



Kurtuluş savaşı sadece fiziksel güç ile değil bu insanların güçlü inanç duyguları sayesinde de kazanılmıştı. Bir insanı bir değer uğruna ölüme ancak inanç götürebilir.  Bu kadar güçlü inanç duyguları olan insanların önüne ne sunarsanız ona inanmaları da gayet doğaldı bana sorarsanız. O bölgede yaşanılanlar ya da kahramanlıklar yıllar geçtikten sonra birer halk hikayesi ve efsaneye dönüşürler eğer o duyguları beslemezseniz. 



İdealist olacak kadar düşüncelerle beslenmemiş hiç bir insandan da yaşam şartları onu zorladığı sürece neredeyse efsaneye dönüşmüş ve bu ülkenin ortak değeri sayılan bir şeye sahip çıkmasını bekleyemezdik.



Peki Anadoluyu böyle aklasak bile büyük şehirlerde yaşayan insanların da bu yönde bir düşünce geliştirmiş olmasını nasıl açıklayacaktık kendimize. Bana göre ilk sebep yine başından beri söylediğim temelsiz değerler edindirilmiş olmamızdı. Büyük şehirlere Anadolu’dan yaşanan göçle bir çok semtte zaten bu değerlere sahip olma şansı olmayan insanlarımız gelip yerleşmişti. Büyük şehirler onlar için birer yaşam savaşına döndüğünden zaten geldikten sonra bile bu değerleri edinmiş olmalarını beklemek anlamsızdı. Ayrıca bu ülkede zaten bu değerlerin olmamasını isteyen ya da başından beri belki karşı olan bir düşüncede her zaman varolduğundan, biz uyurken herşey olup bitivermişti. Ülke yönetimlerinin sürece etkisini söylemeye gerek bile duymuyorum.



Sonuçta ben bu ülkede değer saydığım şeyleri yeni baştan tamamen kendi isteğimle öğrenmek zorunda kalmıştım. Yani ne bu ülkede devletin okulları ne ailem ne de başka biri bana zaten bu yatırımı hiç yapmamıştı. Bir çoğumuz bu değerleri sorgusuz sualsiz kabullendikleri için zaten hala onlara sahiptiler.  O halde Mustafa Kemal döneminin ardından aslında zaten bu değerler hepimizin üzerinde eğreti birer aksesuar olarak kalmıştı.  Hepsi buydu.

Bu ne olduğunu bilmediğimiz ama çok iyi bir şey olduğuna emin olduğumuz bir nesneyi yıllar boyu saklamak ve korumaktan farksızdı bana göre. Tüm bu anlattıklarımı haksız buluyor ve soylediklerimin belkide tam tersini ortaya koyacak bilgi birikimi veya tecrubeye sahip olabilirsiniz. Bu anlattıklarım benim kendi tecrubelerim ve bakış açım.



Yetiştiğimiz yıllar ne yazık ki bu ülkede nesillerin farklı değerlere sahip olmasına neden olabiliyor. Bu kuşak çatışmasının çok ötesinde aslında bu ülkede miras bırakılan değerlerin korunamadığı veya zaten hiç anlatılamadığı sonucunu gösteriyor bana.  Belki de bu nedenle yetmiş milyon farklı gerçek, yetmiş milyon farklı değer türevi var elimizde.

(devam edecek)

fasulye

Hiç yorum yok: