6 Ekim 2008 Pazartesi

İSTEYIM BİR ÇİFT SÖZ EDEM

Televizyonla neredeyse yok denecek kadar az temas halindeyimdir. Neredeyse aklıma bile gelmez evdeyken açmak. Ancaak bir dizi var ki kaçırmadan seyrediyorum her Pazartesi, haftanın bir gününde ayırdığım toplasanız iki saat. Ama her iki saatin ardından keyifle kalkıyorum ya şu aletin başından, sanırsınız aylarca izlemişim doymuşum. Elveda Rumeli'den bahsediyorum. Azıcık Yeşilçam filmi tadında tesadüfleri olsa da, gene de Erdal Özyağcılar başta olmak üzere tüm ekibi takdir ediyorum izlerken.

Dizinin müziklerinin ayrıca hastasıyım, nihayet geçtiğimiz aylarda cd'sini çıkardılar da piyasaya, internetten dizi müziği aramaktan kurtuldum. Takıyorum kulaklıkları kulağıma, akşama kaa dinliyorum, çalsın dursun.

Az önce kalktım gene dizinin başından çok belli oluyor mu? :)

Zannediyorlar ki soyumuzdaki Makedonyalılıktan geliyor bu beğenim diziye. Oysa hiç alakası olmaz, bilen biliyor. Arnavut derler babamın lakabına tek kelime bilmez Arnavutça oysa. Annem hasbehas Orta Karadenizli'dir. Secereyi de döktük ya dizi uğruna hadi hayırlısı.

Bir parça var dizinin müzikleri arasında memleket ile ilgili veriyor coşkuyu yüreğime ki anlatması zor. İzlemeyenler için söyleyeyim Makedonya'nın Osmanlıya ait olduğu dönemde bir küçük köyde geçiyor hikaye, Müslümanı, Hıristiyanı kardeş gibi yaşadıkları, Manastır'a bağlı küçük bir köy, Pürsıçan. Sütçü Ramiz, karısı ve beş kızının hayat hikayelerini işliyor dizi dönemin değer yargıları, tarihsel gerçekleri, günlük hayatı çerçevesinde.

İzledikçe iki şeyi hissediyorum, birisi memleket sevdası, diğeri yar sevdası. Bazen ikisi içiçe. Ne kaa kardeş gibi yaşasalar da, iş bir Hıristiyan ile bir Müslüman'ın aşkına gelince kaldırmıyor tabular, gelenekler, değer yargıları. Hani Ramiz Efendi ve ailesinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmez dersiniz te öle şeyler oluyor ardı ardına. Hani bir zamanlar Şener Şen ile Türkan Şoray'ın bir dizisi vardı gene seyretmeye doyamadığım "İkinci Bahar", Kebapçı Ali Haydar ve ailesinin başına gelenler anlatılırdı orda da. İşte o tadı bırakıyor damağımda Elveda Rumeli.

Memleket sevgisi hiç bir şeye benzemez benim yüreğimde, soyum, ırkım her nerden gelmiş olursa olsun yüreğimde öz-be-öz Türk olduğumu hissederim her zaman. Ülkem için yapabileceğim her ne varsa yapmak isterim hiç korkmadan. Bi sevdiklerim için, bir ülkem için. Annem hep der ki "Sevgi fedakarlıktır". Hani annelerin bir el kitabı vardır. Öğretilmiş gibi tekrarlarlar bazı şeyleri defalarca. Artık o kadar tekrarlar ki, duysanızda havada kaybolur gider, rutin bir nidadır sadece, anlamını kaybetmiş kelimeler. Yıllarca bana da öyle gelmişti sevginin fedakarlık olduğu ifadesi. Tabi tabi diyordum hiç dinlemeden.

Ya yaşlandım, oturdum ebeveyn koltuğuna ondan, ya benim çocukluğumdaki Türkiye'den eser kalmadı ondan bilmiyorum şimdilerde hissettiklerim. Hani forumlarda tartışılıyordu ya son dönemde, blogları pazarlamak, hani isterdim ki şu blogu pazarlayayım Türkiye'nin her yanına ulaşsın sesim de, anlatayım içimdeki Atatürk sevgisini, Allah sevgisini, Memleket sevgisini. Nasıl oluyormuş, üçü bir arada göstereyim. Soyumu sopumu sayarım o ayrı, ama doğduğum andan itibaren yaşadığım bu topraklardan başkasını ne arar, ne özlerim. Ne de ihtiyaç duyarım. İşte bu yüzden ihtiyaç duyarım bloğumu pazarlamaya, kendimi anlatmak, tarihi sorgulamak için değil. Sadece ve sadece Ben Türk'üm ve Müslümanım demeye. Ne biri, ne de diğeri olmadan bir bütün olamam demek için duyursam keşke. Ama gelin görün ki internetin girdiği her haneye bile girsem ne yazar. Esas sesimi duyurmak için çaba göstermem gerekenler oralarda değiller.

"Söylediklerin, karşındakinin anladığı kadardır" diye boşa dememiş Mevlana. Ama her insan ikna edilebilir diye düşünürüm en azından, denerim en azından, ne kaybederim. Kaybedecek bir ülkem kalmadıktan sonra, amacım diyebileceğim bir gücüm kalmadıktan sonra zaten neye yararım. Ailemin çekirdeğini korumak görevimden fazlasını yükleniyor ruhum da işte, ancak böyle duygu boşalmalarıyla kalıyorum sanırım.

Hadi bakalım Mimliyorum hepinizi, yazın bana
"Memleket Sevdanızın Hikayesini"
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için süsleyin bloglarınızı
memleket sevdanızla

Kalın sağlıcakla
Te o kaaa
Fasulye

2 yorum:

Adsız dedi ki...

mrb.blogunuzla ilk kez karşılaşıyorum.vala çok güzel yazmışsınız.hepsini beğendim de incelediğim kadarıyla bu yazınıza hayran oldum.dedim çok güzel belirtmişssiniz vatan sevgisini.üçü bir arada bakın nasıl oluyomuş bi de alem anlasa...bu vatandan başka yer yok.nereye gitsen orası yabancı...

Fasulye dedi ki...

@yusufunalemi.blogcu teşekkür ederim güzel yorumunuz için dileyelim ki bir gün anlayacaklar bunların üçü bir arada yaşandığında en güzeli.. elma ile armut değiller aslında bir dalda iki kiraz olarak var olmalılar.