15 Ekim 2008 Çarşamba

YOKSULLUK SORUNUNA FARKLI BİR BAKIŞ

Yoksulluk sayfalar dolusu anlatılacak pek çok nedene dayalı olarak, maalesef dünyanın her köşesinde başedilemeyen bir veba virüsü gibi yaygınlaşıyor. Kimi kişisel veya fiziksel, kimi toplumsal ya da finansal, kimi sosyal ya da sınıfsal bir şekilde insanlar, kendilerinin ve bakmakla yükümlü olduklarının temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumda yaşıyorlar. Ülke veya bölgeye göre farklı derecelendirilen yoksulluk sınırları altında yaşayan artık daha fazla insan var toplumlarda. Hatta öyle noktalara ulaşıyor ki bu sorun bazen, belki de bir de yoksulluk alt sınırı konarak, yaşamsal sınırlar belirlenmeli diye düşünüyorum. Çünkü artık yolsulluk denmeyecek kadar yaşamsal aktiviteleri engellenecek durumda insanlar var.

Elbetteki, yoksulluğu var eden koşulları ortadan kaldırmaya çalışmak en iyisi, ancak bu çeşitlilik daha önce de dediğim gibi durum, ülke, zaman vb değişkenlerle tüm yoksullara ortak bir çözüm noktasına eremeyeceğinden ancak ulusal ve uluslararası finansal ve sosyal politikalarla önlemler alınabilir, en azından var olan oranın altına düşülmemesi için.

Benim bahsetmek istediğim yoksulluğun önüne geçilmek için alınması gereken önlemlerden çok (ki zaten pek çok parlamenter bu konuda öneriler geliştiriyor), bireysel olarak yapabileceklerimiz ve toplumsal bilinç kazandırma adına neler yapabileceğimiz?

Toplumun temel taşı olarak biz bireyler yetişkinlik çağına gelmiş olanlar için belki biraz geç kalınmış bile olsa, yeni nesilleri topluma kazandırırken onlara katacağımız erdemler listesinde bazı değerleri ön plana çıkarabiliriz. Böylece gelecekte şu ya da bu sepeple yaşamsal sınırları zorlama noktalarına inmeden yoksullukla başedebilen veya zaten bu sınırlarda yaşamak zorunda kalan insanlar için daha örgütsel ve bilinçli eylemler oluşturacak yetişkinler yaratabiliriz diye düşünüyorum.

Bu erdemlerden en temel olanı da empati kurma becerisine sahip nesiller yetiştirmek bana göre. Empatinin tanımı psikoloji sözlüklerinde “bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır” şeklinde verilir genellikle. Peki empatik toplumlar olmamız ya da yaratmamız zor bir şey mi gerçekten?

Küçük yaştan başlayarak bütün aileler ve eğitim kuruluşları çocuklara ilkin paylaşmayı, sırasını beklemeyi ve diğer insanlara saygılı olmayı öğretmeye çalışırız. Herhangi bir ortamda bir araya gelen yaşıtları ile çıkan kaçınılmaz oyuncak kavgaları neticesinde, paylaşmaktan dem vurarak nasihatlar verir, hikayeler anlatırız onlara.

Sadece o anlık sahip olmak istenen bir oyuncağa, anlık sahip olunabilmesi için kendi sahiplenme egosunu bastırmak paylaşmak mıdır gerçekten? Bunu mu öğretiyoruz çocuklarımıza paylaşmak diye sahiden. İlkel kıskançlık duygularını bastıramayan çocuklara, kıskançlıklarını yenmeyi öğretmeye çalışıyor olmayalım sakın. Gerek insanlığın, gerekse dinlerimizin temel öğretilerinden yardımlaşma adına yapılan paylaşma ile bir midir bizim çocuklarımıza işlemeye çalışıp da adını paylaşma koyduğumuz eylem gerçekten.

Hepimiz söyler ya da duyarız "Bizim çocuk kaç yaşına geldi hala paylaşmayı bilmiyor?", "Egosunu kontrol etmeyi daha öğrenemedi" demeyiz. Belki de bizlerde gerçekten bilmiyoruz paylaşmayı ondan kimbilir?

İhtiyacı olan birine eski bir eşyamızı veya bir miktar paramızı verdiğimizde de "paylaştık" demeyiz, "yardım ettim" deriz. "Ben" yardım ettim. "Benim olanı" verdim, "..zaten ihtiyacım yoktu. Gözden çıkarmıştım zaten. Aa diğerlerini veremem, onlara henüz ihtiyacım var ya da seviyorum yok yok en doğrusu vermeye kıyamıyorum. Evet kullanmıyorum, ama çok para verdim alırken." Hiç hissetmediniz ya da hiç yapmadınız mı böyle şeyler? Yapmışsınızdır. Çünkü istemediğimiz ya da vazgeçtiğimiz şeyleri vermek öğretildi bize paylaşmak diye ve biz de çocuklarımıza böyle öğretiyoruz. Yoksa gözümüz kalırdı verdiklerimiz de, e onunda hiç bir sevabı yok zaten.

Oysa bir şeye sahip olmanın tadından çok, sahip olamamanın hisettirdiği eksikliği de öğretmeliyiz onlara, dileyelim ki kaderleri her istediklerini, gönüllerince sunsun önlerine ama, sahip olmayanın yerine de koymayı bilsinler kendilerini diye. "Varı, yoğu öğretmek" diye bir deyimi vardır bizim oraların, derler ki bir çocuğa varı yoğu öğreteceksin ki, hem elindekinin kıymetini bilsin, hemde olmayanın halinden anlasın.

Bir çocuğun elindeki oyuncağı alıp diğerine verdiğimizde bunun adının paylaşmak olduğunu söylemek değil, arkadaşının yerine kendini koyarak hisedeceklerini hayal etmesini sağlamak belki daha faydalı olur diye düşünüyorum bu yüzden. O zaman olay sahip olma içgüdüsünden, bir başka insanı mutlu etmenin vereceği hazza dönüşebilir belki zamanla. Zamanla diyorum, çünkü çocuklar ancak ileriki yaşlarında, onlara ne öğrettiğinizi anlayacaklar ve sizin empati kurmaya yönlendirmenizle, zamanla zaten bu hareket tarzını benimsemeye başlayacaklardır bana göre.

Bir toplum hayal edin çocukların empati kurma becerisine sahip olarak yetiştirildiği, daima karşısındakinin halinden anlayan, hoşgörülü, saygılı ve yardım sever yetişkinlere dönüşmeyecekler mi zamanla. Bizler ve bizden önceki nesiller için artık çok geç olsa da, bundan sonraki nesiller için hala yapılacak bir şeyler var bu açıdan bakıldığında.

Elbette hükümetlerin ekonomik politikaları, yatırımcıların az gelişmiş bölgelere destekleri vb bir çok plan sunabilirim sizlere yoksulluğu önlemek için, ama zaten bahsettiğim şekilde eğitilen çocuklara sahip bir ülkenin gelecekteki politika ve yatırımcıları da hareket tarzlarını aldıkları eğitim çerçevesinde uygulamayacaklar mı? Hepiniz yaşınız ilerledikçe, öyle ya da böyle anne babanızın modelleri olmaya başlamadınız mı? Belki biraz törpülenmiş ve sizin kişiliğinizle yeniden yorumlamış bile olsa, temelde ailenizden aldıklarınız yetişkinliğinizde daha bir belirgin olmaya başlamıyor mu?

Çocuklarımızı ellerinden tutup gerek çocuklar gerekse yetişkinler için olan bakımevlerine gidebiliriz mesela. Ama bunu yaparken onlara asla “Bak işte adam olmassan sonun böyle olur?” gibi gereksiz kötü örneklemelerle değil, onları tanıyıp, onlarla vakit geçirmesini sağlayarak, onların istek ve ihtiyaçlarını kendisinin keşfetmesine izin vererek. Onlara kendi seçeceği ya da hazırladığı armağanlarla gidip, karşılığında alacağı teşekkür ve gülümsemelerin hazzına varmayı öğretebilsek.

Yoksul ve yoksulluğun sokaklarda arabaların ve insanların yolunu kesip bir şeyler satmaya çalışanlar veya mendil açıp dilenenler olmadığını anlatabilsek. Pek çok ülkede ulusal bir sorun olarak yaşanan açlık sorunundan bahsedip, örneğin UNICEF’in ürünlerinden aldığından bu paraların nerelerde kullanılabileceğini öğretsek. Kendine ayırdığından bir başkasına da verdiğinde alacağı hazzı tatmasını sağlasak. Ne güzel olurdu...

Ancak bende bilincindeyim ki bu yapıda çocuklar yetiştirebilmek için önce onları bu erdemlere kavuşturacak ana-babalara ihtiyacımız olacak, o halde ne duruyoruz önce onların ebeyveynleri olacağına inandığımız çocuklarımızı öyle yetiştirelim ki, onlarda ancak kendi çocuklarına ait nesli kurtarabilsinler.

Unutmayalım yoksulluğun, dini, dili, ırkı olmaz. Yoksulluk bir gün hepimizin kapısını çalabilecek kadar yaygın bir hastalık. Bu nedenle hastalıkla mücadele aşamasında çalınacak bir kapımız ve çalacak kapılarımız olmasını istiyorsak en azından geleceğimiz çocuklarımıza empati kurma beceresi kazandıralım.




(Not : Yazıda kullanılan afişi hazırlayan Zorbey'e teşekkürler.)

2 yorum:

Seyyah dedi ki...

bu insanoğlu çok garip her şeyi kendine yontup, kendi istediğive algıladığı gibi yaşıyor (her ne kadar bunu yapmak bazen doğru olsa da). şimdi sen empati demişsin ve ben bunun gerçekten işe yarayacağını düşünüyorum. ama doğru şekilde kullanılırsa, sorun şu ki insanlarda zaten empati yeteneği var. onlar bu yeteneği kendi işlerine geldiği gibi ya da onları acıtmayacak, huzurlarını bozmayacak şekilde kullanıyorlar. parktaki bankta aç yatan adamın yerine kendini koyup haline şükretmek ve ona bir yardım eli uzatmak yerine , yandaki yoldan geçen lüks arabanın içindeki adama bakıp onun yerinde olmadıkları için hayıflanıyorlar.

Fasulye dedi ki...

sevgili @nily evet benimde söylemek istediğim bu bizim için geç de kalınmış olsa çocuklarımızın bakış açılarını bu yönde geliştirebilirsek hiç değilse onların zamanını kurtarabiliriz. Teşekkürler yorumun için