5 Şubat 2012 Pazar

YA TUTARSA (5) EZOTERİZME DEVAM - AGARTA'YA GİRİŞ

Ezoterizm öğretilerde ilerleyebilmek için ruhsal arınmanın yanı sıra zihinsel de bir arınma gerektirmektedir. Zihinsel arınma sağlamak için ise kosantrasyon gücünün artması ve odaklanmanın hızlanması gerekir. Ezoterik eğitimine başlayan bir kişinin eğitimi çeşitli aşamardan geçilerek yıllar sürer. Her kişinin eğer sınavları geçebildiyse ve sırrı saklayabileceğine inanılıyorsa bu eğitimi tamamlama süresi farklıdır. Sır başlayan öğrenciye hemen verilmez aşamalar sona erdikçe kısım kısım verilir. Yeni bir sırra geçilmesinden önce öğrenciyi eğitenin öğrencisinin bu sırra hazır olup olmadığından emin olmak zorundadır. Hazır olmadığını düşünürse içinde bulunulan aşama uzar ve sır beklemeye devam eder. Örneğin bahsi geçen eğitim şekli budizm ve sufizm de aşağı yukarı bu şekilde ilerlemektedir. Biri İslama dayalı diğer herhangi bir semavi dine dayalı olmayan bu iki öğreti aynı amaca hizmet eden ve aynı sırları saklayan iki farklı öğretidir. Bu gün Mevlana'nın öğrettiklerinin sadece İslam camiasında değil dünya üzerinde kabul görüyor olması Altın Çağ insan modelinin bir yansıması olduğundandır. Budizminde bu kadar taraftar topluyor olmasının altında yatan neden aynıdır. Sevgi ve huzura dayalı bir insan model yaratması.

İslami ezoterizmde bu nedenle Kur'an'ın batini bir yönü olduğu söylenir. Ancak şeriata inananlar bunu kabul etmezler ve onlar ayetlerin ilk okunduğunda oluşan anlamı üzerine bir yaşam kurmayı savunurlar. Bu nedenle Mevlana'nın İslamı ile Şeriatçıların İslam'ı arasında derin farklar vardır. Batinilik (İsmailiye) de benzer öğretinin oldunu ayrı bir koldur. İlgili bilgilere farklı kaynaklardan erişilebilir.

Tasavvufun kaynağı olarak İslam peygamberinin Hira mağarasında inzivaya çekilmesi gösterilebilir. Nitekim Peygamber orada nefsini terbiye ile uğraşmış ve halktan uzak durmuştur. Sahabe den bazı kimselerin tasavvufi gerçekleri Peygamber'den doğrudan aldığına ve nesilden nesile aktardığına inanılır. Veliler de peygamberlerin vârisleri olarak bu yolu takip etmiştir. Mağara kelimesinin altını çizelim lütfen.

Şimdi aşağıdaki tanımlara bir bakalım :

Yoga bireyin kendi iç dünyasına yapmış olduğu zihinsel bir yolculuktur. Kişilerin kendi özü ile baş babaşa kalmasını sağlar. Hayata bakış, din, dil, ırk farketmeksizin iyi, kötü; genç, yaşlı; herkes içindir. Yoga zihin ve beden için bir rahatlama tekniğidir denilebilir.

Neden yoga sorusunun cevabı mutlaka kişiden kişiye değişecektir, fakat nihayetinde bedeninizi, zihninizi ve ruhunuzu rahatlatacağı bir gerçektir. Yoga yaparken kendinizi doğal ortamda hissetmeniz için; dinlenilen müzikler ve rahatlama hareketleri ile rutin ve günlük hayatımızın streslerinden bir anlığına bile uzak kalarak rahatlama hissi yaşarsınız. Her şeyden önce sizi dinlendirir, gevşetir ve huzur duygusu yaşatır. Yoga ile motivasyon algılarınız güçleneceği için hayata bakış açınız değişecektir.

Meditasyon, bilimsel olarak saf bilinç akışına geçiştir. Bir çok yogiye göre ise meditasyon tam bir özgürlük halidir. İnsanı mutluluğa ulaştıran tek araçtır. Meditasyon kişinin kendi içine dönüşü olduğundan sade ve saftır, huzur kaynağıdır


İslam'da namaz Peygamber Muhammed (s.a.v.)'e vahiy suretiyle anlatılmış, sınırları ve şekli belirlenmiş özel bir ibadettir. Biçimindeki herhangi bir değişiklik onu hükümsüz kılar. Namaz, formal olduğu kadar, bütün müslümanlara farz kılınmış bir disiplindir. Onu mü'minlere mecbur kılmakla İslam, mensuplarını disipline etmeyi amaçlamış ve Allah'ın varlığının sonsuz bilincini korumuştur. Namaz, zamanı bölümlere ayırarak müslümanı sağlıklı ve düzenli bir hayata alıştırır. Temiz suyla alınan abdestle o, tazeleyici ve temizleyici bir ameliye olarak kabul edilir. Ayağa kalkma, diz çökme, secde ve oturma değişimleriyle, aynı zamanda vücut içinde bir egzersiz görevi görür . Namaz maddi ve manevi itminanı ve ruhi hazzı beraberinde getirir. Zihni günlük işlerden uzaklaştırmak,


Allah'a ve O'nun emirlerine ve varlığına konsantre olmak, kendini mutlak ve evrensel hükümdarlığa yükseltmektir. İbadet eden kişi, bu gibi uygulamalarla hayata ve onun problemleriyle karşılaşmaya öncekinden daha hazır olarak çıkar. Namazın mahiyeti, dini ibareler yoluyla akla gelen fikirler, insanı arzu dolu kılar; onu hayırlı işlere yöneltir; kötüden kaçınmaya, dünyayı iyilikle doldurmaya olan azmini güçlendirir. Nihayet cemaat halinde eda edildiği zaman, aynı saftaki müslümanı sosyal ve siyasi eşitliğe, evrenselliğe, kardeşliğe ve diğer kardeşleriyle ilgilenmeye, onları desteklemeye teşvik eder

Ezoterizm ile hiç ilişkilendirmeden bile biri  dini ve diğeri öğreti modeli olarak bu tanımlar arasındaki benzerlikleri farketmek zor olmasa gerek diye düşünüyorum.

Şimdi bir de aşağıdaki tanımlara göz atalım ;

Reiki, şifa ve ruhsal çalışmalara dayanan, 20.yüzyılın başında Japonya’da ve enerji aktarımı ile şifa vermeye dayalı olduğuna inanılan bir tekniktir. Rei “her yerde varolan”, ki “ruhsal yaşam enerjisi” anlamına gelmektedir. Batıya yayılmaya başladığında “Evrensel Yaşam Enerjisi” olarak tercüme edilmiştir. Ancak ezoterik olarak “yüce kaynağın bilincini taşıyan, ruhsal amaçla çalışan yaşam gücü enerjisi” açıklaması anlamını daha iyi ortaya koyar. Yani Reiki bir “Ruhsal Şifa Tekniği”dir.


Feng Shui, evrenin, doğanın güçlerini ve titreşimlerini dengeleyerek, hayatınızda başarıyı, sağlığı ve zenginliği sağlayan bir yöntemdir.

Uygurca’da şaman, “hastalıkları gideren, acıları dindiren, çılgınlıkları, saraları yatıştıran, hastalara ilaç yapan kimse” anlamında, “otacı” diye anılmıştır. Şamanizmin bütün çeşitlerinde tanrı-doğa-insan arasında sürüp giden kopmayan bir bağlantının bulunduğu inancına rastlanır

Maji, Kelime anlamında Maji´nin Türkçe karşılığı yoktur; en yakın yaklaşım sihir olarak belki düşünülebilir; büyü sözcüğü ise genelde Maji´nin karşılığı sanılır ama sadece sözlük karşılığıdır. Demek ki, Maji´ye Türkçe karşılık bulamıyoruz ama kavram olarak açıklayabilir ve anlamlandırabiliriz. Maji sözcüğü, Grekçe´dir; Magein; Megas büyük bilim anlamındadır veya en büyük veya ana bilim demektir. Maji Paleolitik çağlardan beri vardır, Fransa´da Aurigignac´da, Güney Afrika´da Buşmenler´de Majikal ayinlerin izleri bulunmuştur. Atlantis, Mu inançları dışında, bilinen tarihte Eski Mısır´da Maji çok geniş biçimde kullanılmıştır. Özellikle de Mısır Panteonu´daki tanrılara çok dikkat etmek gerekir; tümü belli majikal güçleri simgelemektedirler. Yine tüm Mezopotamya uygarlıklarında, Aztek, Maya ve İnkalar´da Majikal yaptırımlar çok geniş ve çeşitlidir. Majinin gücünden korkan ve insanın yeterince bilgilenmesini istemeyen Hristiyan Kilisesi, MS 364 Laodicea Konsülü´nde Maji´yi, matematiği ve Astroloji´yi yasaklamıştı. 525´de Oxia´da, 721´de Roma´da alınan kararlarla Maji Sanatı´nı bilmek ve kullanmak hakkı sadece belli bir rahip sınıfına verildi. Ama sonra, bu hak yanlış yola sapacak ve insanları yakan sapık bir inancın yani engizisyonun temeli olacaktır. Budizm´in tüm kolları majikal deneylerle doludur, Zen Budizm insanın sıradanlığını, kontr tepki olarak ele alır; Yoga her türünde Majikal terbiye enerji birikimini düzenler; Akapünktür bedendeki sağlıklı enerji akımını öğretir; şamanlar geçmişin en güçlü Majisyenleriydiler; Heraklit, Platon, Demosten, Pliny, Pisagor, Agrippina, Marcus Aurelius, Jül Sezar, Bruno, Paracelsus, Nostradamus, Lüther, Calvin, İ bni Sina, İ bni Rüşd, İbni Hud, Cübeyr, İbni Semah, Muhiddin Arabi, Mevlana Rumi, Hallac, Yunus Emre, Casanova, Don Juan, Meyer, Pascal ve daha sayısız isim Majisyen olarak tanımlanabilirler. Onların yaşamlarını okumak okuyucuya daha iyi bilgi verecektir.

Majikal Gizem veya Güç, akıllı varlıklar arasında farklı boyutlarda, psiko-fizyolojik olarak bir ilişkinin sağlanması demektir, ilişkinin amacı karşılıklıdır. Maddenin açıklanamayan bir boyutunu varsayarak, normal sınırların dışında algılanması gereken bir yer olarak düşünün ama bu algı nasıl elde edilecektir? Bunun için operatif bir çalışma bilinci ve bilinçdışı uygulamalar gerekir. Fakat herşeyden önce Maji´nin temel sözcüğünü anlamamız ve öğrenmemiz gerekir; bunun adı ise "sır" dır, "sır" ön anlamda, bilginin, öğrenilenin kasıtlı olarak tahdit edilmesi, kısıtlanması ve de bir sistem ve özel bir ekip içinde olabildiğince saf ve doğal halinde korunmasıdır. Biraz daha iyi anlamaya çalışalım; saflık oluşumun ilk koşullarının aynen kalması demektir; yani bir bebek ruhunun ilk anı gibi veya suyun doğadaki saflığı gibi düşünülmelidir. Saflık çok önemlidir ve "sır"ın da giriş kapısıdır, Maji gezegenine buradan gidilebilir ama saflık veya tek bir amaca nötr olarak egemen olmak bu yolu açacaktır; işte büyük mistiklerin, ustaların ve büyücülerin geçtikleri yol budur. Saflık için, temel disiplin Maji öğretisine sadık kalmak ve asla manevi öğretilere bağlanmamaktır ama onların da tam olarak bilinmesi elzemdir.

Kuantum Düşünce üst nitelikli bir düşünme biçimidir. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur. Daha çok vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçiminde akar. Oysa Kuantum Düşünce derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir.

Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları içerir.
Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna geçer.

Kuantum Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne ulaşırsınız.

O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır

Tüm bu tanımlarda verilen bilgiler bazılarında doğrudan bazılarında ise dolaylı bir şekilde birbiri ile örtüşmektedir. Oysa hepsi farklı medeniyetlerin farklı inanış ve yaşam şekilleri olan insanların uyguladığı yöntemlerdir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür ve dikkat edilirse hepsinin özünde ezoterik öğretilerin bilgileri veya yöntemleri yatmaktadır.

Tüm bu farklı kültür, inanç ve medeniyetlerin bu kadar ortak noktası olmasının nedeni nedir? Tıpkı dünyanın farklı yerlerindeki tünellerin, yer altı şehirlerinin, mağara efsane ve hikayelerinin benzeşmesi gibi inanç sistemlerinde izlenen yol ve yöntemlerinde bu kadar benzer olması şaşırtıcı değil midir?

Şimdi Kapadokya ile başladığımız tünel yolculuğuna geri dönelim ve bu iki benzerliğin tek bir nedeni olabilir mi düşünelim. Bu amaçla hikayenin ikinci bölümünde alıntılarına yer verdiğimiz Bilim Araştırma Grubunun verdiği bilgileri incelemeye kaldığımız yerden devam edelim.

Eğer yer altı kentleri ve tünelleri konusunda, kapsamlı bir araştırma yapmayı göze alırsak, bu soruların cevapları da bulunabilir. Böyle bir araştırma, dünyanın her yanında, yer altı geçitleriyle odalarından, oluşan komple bir şebekenin mevcut olduğunu ortaya koyacaktır. Bir çok kadim ezoterik tradisyonun, özellikle de Doğuya ait olanların, ve günümüzün güvenilir okültistlerinin belirttiklerine göre bu yer altı tesislerinde, beşeri ırkın Ağabeyleri yaşamaktadır. Bütün bu yer altı koridorlarının Himalayalrın civarında yerleşik olan ve evrim yolundaki Ağabeylerimizin Merkezi Yönetici Hiyerarşisinin ikamet ettiği ve beşeri evrimin ilerletilmesi için bu fizik plan üzerinde faaliyet gösterdikleri bir ana tünel sistemiyle irtibatlı olduğu söylenmektedir. Bu Yeraltı Işık Devletine Agarta denilmektedir

“Agarta Himalayaların altında yer aldığı belirtilen ve Büyük İnisiyatörler ile Dünyanın Efendilerinin bu çağda içinde yaşadıkları gizemli bir Yer altı krallığıdır. Agartanın bir İnisiyasyon Merkezi olup Piramitlerinkine benzer bir prensip üzerine işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Himalayalar dışsal abideyi teşkil ederken yer altı mekânını da dünyasal ve kozmik kirlenmeden uzak tutulan Krallık oluşturur”

Bilgiyi burada kesip daha önce tanımını vermediğimiz İnisiye kelimesinin anlamına bakalım ;

Ezoterik İnisiyasyon (Erginlenme, Tekris);"dışarıdaki", "yabancı", "harici", "bigâne" kişinin "içeri" alınması, "mahrem" kılınması, ezoterik topluluğun "üyesi" durumuna getirilmesi, ezoterik bilginin ışığına kavuşmasıdır.


Ezoterik İnisiyasyon; bireyde, varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişi ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir. Burada amaç, bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama "doğmak" üzere "öldüğü" duygusunu aşılamaktır. Bu nedenle, kimi ezoterik örgütlerde inisiyasyona, İkinci Doğuş da denilmektedir.


İnisiyasyon yoluyla, kişi daha "yetkin" bir tinsel duruma girmekte, "üstün" bir evrene ulaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, inisiyasyon, en derin anlamıyla, bir çeşit "tanrılaştırma' dır. Temel işlevi, kişinin, dış yaşamındaki her türlü koşullu durumunun ötesine geçmesidir. Böylesi bir "tanrılaştırma" eylemi, evrenin özündeki "büyük varlığın" bireyde belirmesi olgusunu varsayar. Bu varsayım temelini Panteist düşüncede bulmaktadır.

Evren ile Tanrı'yı bir ve aynı şey sayan öğretilerin ve inanç sistemlerinin genel adı Panteizm'dir. Kamutanrıcılık da denilen Panteizm'in temel ilkesine göre, evrende bulunan her şey tek bir Varlık'tan oluşmuştur. Gerçekte varolan bu tek Varlık'tır ve tüm nesne ve canlılar onun çeşitli görünümleridir. Eski gizemci ve ezoterik toplulukların çoğunda Panteist ilkeler benimsenmiştir. Felsefe olarak Stoacılık ve Neoplatonizm'de panteist anlayışlar vardır. Kabalacılık tümüyle panteisttir. Vahdet-i vücut anlayışı ile Tasavvuf 'ta da panteist olgu benimsenmiştir.

Birey, inisiyasyon yoluyla, kendinde zaten varolan bir özü canlandırmaktadır. Bu bir "iç" gerçekleşmedir. Bu nedenle, ezoterik inisiyasyon uygulanan kişinin, belirli bir takım özellik ve eğilimlere baştan sahip olması gereklidir.

İnisiyasyon'nın Batı dillerindeki karşılığı olan "initiation" sözcüğü, Latincedeki "initium" sözcüğünden türemiştir. "Initié" ise aslında "yola koyulmuş, başlamış" demektir. Ezoterizm'de en önemli kavram "İnisiyasyon"dır.

İnisyasyon hakkındaki bu kısa bilgiden sonra alıntılarımızı incelemeye kaldığımız yerden devam edelim.

Agarta Ülkesi, Yüce İnisiyasyonlar ve Vazifeler Merkezi olmasının yanı sıra, aynı zamanda, milyonlarca ve milyonlarca kitabın korunduğu, binlerce kilometre uzunluğundaki bir kozmik Kütüphane ile eğitim tesislerini kapsayan bir Kozmik Üniversitedir de. Bu kitaplar, bu kitabın önsözünü yazanın gördüğü gibi, çok ileri seviyeden bir holografi, yani üç boyutlu fotoğrafçılık tekniği ile basılmışlardır.

“Tüm büyük ve varlıklı Lamaserilerde, Gonpa ve Ihak Hang’ın dağlarda yerleştikleri yerlerde kayalara oyulmuş yer altı odaları ve mağara kütüphaneleri vardır. Batı Tsaydamın ötesinde, Kuen-lerin ıssız geçitlerinde bu türden bir takım gizlenme mahalleri yer alır. Topraklarına şimdiye kadar hiçbir Avrupalının ayak basmadığı, Altındağ Dağ sırası üzerinde derin bir çukurun içinde kaybolmuş belirli bir köy vardır. Burası ufak bir veler küresi, bir manastırdan ziyade bir köy olup, içerisinden fakir görünüşlü bir mabet ve burayı gözetlemek için yakınında yaşayan ihtiyar bir lama bir keşiş bulunur.

Hacıların söylediklerine göre, bu mabedin altındaki yeraltı galerileriyle, hollerinde ihtiva olunan kitapların adedi, verilen rakamlara göre, British Museum’da dahi barınamayacak kadar çoktur.
Aynı tradisyona göre, kurak Tamin topraklarını, Türkistan ortasında adeta bir sahra olan artık terk edilmiş bölgeleri, eski günlerde, gelişen ve varlıklı kentlerle kaplıydı. Şimdi ise buranın ürkünç ıssızlığını giderecek birkaç yeşil vahadan başka bir şey yoktur. Böyle bir vahada, çölün kumlu toprağı altında gömülü olan büyük bir kentin mezarını halı gibi örmekte ve hiç kimseye ait olmayıp, sıksık Moğollar ve Budistler tarafından ziyaret edilmektedir.


Tradisyonlar ayrıca, kiremitler ve silindirlerle dolu olan geniş koridorların bulunduğu devasa yer altı ikametgâhlarından bahseder. Dünyanın iç kısımlarının derinliklerinde inşa edilmiş olan, yer altı depoları, emniyettedir ve bunların girişleri bu tür vahalarda gizlendiğinden herhangi birinin bunları keşfetmesinden korkulmaz… Söylediklerimizi özetleyelim. Gizli doktrin, kadim ve tarih öncesi dünyanın, dünyanın her yanına yayılmış olan diniydi. Bu dinin yayılışına ilişkin kanıtlar, tarihe ait gerçek kayıtlar, her ülkedeki özelliğini ve mevcudiyetini gösteren komple bir dokümanlar dizisi ve bunlarla birlikte bütün büyük velilerinin öğretisi, Okült kardeşliğe ait gizli yer altı kütüphanelerinde, günümüze kadar mevcut olagelmişlerdir.


Agartayı kuran ve Agarta hiyerarşisinin Yüksek Konseyini oluşturan Yüce Varlıkların yıldızlardan geldikleri söylenir: “ Tibet, azametli himalayalardaki bu mistik ülke, Dünyanın Psişik Merkezi olarak saygı görürdü. Üstatlar, gözden uzak manastırlarından diğer gezegenlerdeki Kozmik Efendiler ile telepatik görüşmeler yaparlar, Metafizik Âlemlerde İyilik ve Kötülük Güçleri. Beşeriyetin ruhu için çarpışırlardı. Hint-Tibet tradisyonları, yerin çok aşağılarında saklı olan ve bütün kıtalarda bulunan gizli girişlerden tünellerle yaklaşılan Agartadan söz ederler. Yıldızlardan gelen Uzaylı Varlıklar tarafından kurulan bu yer altı medeniyetinin tarihi anlaşıldığına göre, dünyamızın ilk günlerine kadar uzanmaktadır.


Burası, Uranüs’ün oğullarıyla Satürn arasında çıktığı sayılan Uzay Savaşından sonra Elohim ya da Sikloplar için bir yer altı sığınağı teşkil etmiş olabileceği gibi, muhtemelen bir zamanlar gezegenimizi tehdit ermiş olan, kozmik bir afetten kaçmak içinde kullanılmış olabilir.

Mu. ve Atlantisten uzaklaşan göçmenlerin yer altına kaçtıkları söylenir. Dünyanın her yanındaki Mistik Kardeşlikler, yerin kilometrelerce altında bulunan psişik bir uygarlık ile Tibet’teki üstatlar arasında bir bağlantı bulunduğunu ileri sürerler. İçi Boş Dünya Teorisinin taraftarları, uçan dairelerin aslında, yeryüzündeki ülkeleri gözlemek üzere Kutuplardaki deliklerden geçerek Dünyamızın içinden çıktılarını iddia ederler. Ezoterik öğretiler, Agartanın Hâkimini, dünyanın Kralı rütbesiyle anarlar. Yardımcıları durumundaki iki rahip- kral ile birlikte,  insanlığın geleceğini planladığı söylenir. Sembolü, Hitler tarafından çarpıtılarak kullanılmış olan Gamalı Haçtır.”

Hitler ve uçan dairelerle ilgili bilgiler ilerleyen bölümlerde sizlerle paylaşılacaktır. Bir dünya savaşının arkasındaki resmi olmayan bu tarihi okuduğunuzda en az benim kadar şaşıracağınıza hiç şüphem yok.


Yukarıdaki ezoterik enformasyon ve Anday’ın aktardığı Kapadokya tradisyonu dünya çapındaki yer altı kentler şebekesinin ve bunları irtibatlandıran geçitlerin gerçek yaratıcıları hakkında bize bir fikir verebilir. Kapadokya’daki yer altı kentleri ile bunların arasında uzanan tünellerin keşfi bu tür bilginin ışığı altında oldukça anlam kazanmaktadır. Ve Kapadokya yer altı tesislerinin mevcudiyetini diğer bazı hususlarla birlikte değerlendirdiğimiz takdirde, Anadolu’yla Himalayaların altındaki Agarta İlahi Merkezi arasındaki gizemli bir ilişkiye işaret eden şaşırtıcı bir görüntü ortaya çıkabilir. Söz konusu hususlardan biri de Anadolu’nun, birçok mağaranı bulunduğu bir kara parçası olmasıdır. Anadolu’daki mağaraların toplam adedinin, 40 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ve Anadolu halkı arasında bu mağaralarla ilgili birçok ilginç tradisyon dolaşmaktadır. Bu tradisyonları, üç ana grupta toplayabiliriz:

- Bir grup tradisyon mağaralardan çıkan tuhaf kişilerden yaratıklardan bahseder;

- Bir diğeri, mağara girişlerinin herhangi bir davetsiz misafirin girişini kesinlikle engelleyen gizemli beklide manyetik mahiyetteki güçler tarafından korunduğunu anlatır;

- Üçüncü grup ise, Anadolu Evliyalarıyla, Ermişleriyle ilgilidir. Bu tradisyonlara göre Ermişler günün birinde bu dünyayı terk etmek istediklerinde Mağaralardan birinin içine girip sırrolurlar.

Ayrıca, bazı peygamberler ile mitolojik kişilerin hayatlarında önemli bir yer tutan Mağaralardan bahsedilir. Urfa.’nın güneyinde, Hz. Eyüb’e ait olduğu söylenen ve Hz. İbrahim’in doğduğu ve emzirildiği ileri sürülen iki ayrı mağara vardır. Mitolojide de, örneğin, ünlü Erythreia(ıldır) kahinesi, Ege Kıyılarındaki Kıranda ya da Klasik Çağdaki adıyla Koryekos Dağındaki bir mağarada doğmuştur. Bundan başka kutsal olarak kabul edilen çeşitli yerlerde de mağaralara rastlanır: Cudi Dağındaki 1000 kişiyi alabilecek genişlikteki mağara gibi. Kutsal yerlerdeki mağaraların, çoğunlukla halk arasında ziyaret yerleri olarak benimsendiği görülmektedir.

Benzerlerine dünyanın başka yerlerinde de rastlanan bu tür tradisyonların hepsi de, Agarta’nın yer altı koridorlar şebekesine Anadolu’dan girişler olduğunu güçlü bir şekilde ima etmektedir. Anadolu’nun bu durumunu teyit eden daha başka işaretlere, Klasik Yunan-Roma Mitolojisinin çeşitli yerlerinde de rastlamaktayız. Örneğin Homer’in İlyada adlı eserinin 13. bölümünün başlarında, Bozca Ada(Tenedos) ile Gökçe Ada(Imbros) arasında, denizin dibinde, Dünya Sarcısı sıfatıyla anılan Poseido’nun atlarını bıraktığı geniş bir mağaranın bulunduğunu okuyoruz. Bozca Ada ile Gökçe Ada, tarihi Troya kenti açıklarında yer alırlar ve İlyada’da geçen böyle bir ifadenin ne kadar anlamlı olabileceğini az sonra göreceğiz.

Rodoslu Apollonius’un Argonautica adlı eserinde, Anadolu’nun kuzeybatı kıyısında, Acherusias Burnunda ya da bugün ki adıyla Baba Burnunda, Zonguldak Ereğlisi yer altı dünyasına açılan bir mağaranın bulunduğundan bahsedilmektedir. Apaollonius, Argo’nun söz konusu kıyı boyunca ilerleyişini lirik bir üslupla anlatmaktadır: “üçüncü gün, günün ağarışıyla birlikte, serin bir batı rüzgârı çıktı ve ulu adayı terk ettiler. Kıyıyı izleyerek sırasıyla, Sangarius Nehrinin ağzını, Mariandyni’nin bereketli topraklarını, Lycus Nehrini ve Anthemoeisian kıyı gölünü gördüler. Hızla yol alırlarken, geminin halatları ve diğer bütün halat takımları, rüzgâr altında titreştiler; fakat geceleyin esinti azalır ve şükrederek, gün ağarırken Acherusias Burnu yakınında demir attılar. Bu ulu kara çıkıntısı, sarp kayalıklarıyla, Bithynian Denizine kadar bakar. Altında deniz seviyesinde, dalgaların çarpıp kükrediği, düz kayadan oluşmuş yekpare bir platform uzanırken, yukarıda, tam tepede, çevreye yayılan dallarıyla çınarlar yer alır. Kara tarafında oyuk bir vadiye bakan bir uçurumla biter. Ürpertici derinliklerinden buz gibi bir soluğun geldiği ve her sabah her şeyi, gündüz güneşi altında eriyen parlak kırağı ile örttüğü Hades Mağarası, üzerini kaplayan ağaç ve kayalarla birlikte burada yer alır. Kaşlarını çatan bu uruna sessizlik hiçbir zaman ulaşmaz; uğuldayan denizden gelen bir mırıltı, sürekli olarak, Hades’in Mağarasında gelen rüzgârların salladığı yaprakların hışırtısıyla karışır.”

(devam edecek)

Hiç yorum yok: