20 Aralık 2009 Pazar

"Sanallaşan Dünya Ve İnsanoğlu’Nun Evrimi Üzerine" Yorumlar

Değerli blogger arkadaşımız Özgür Üzden'in blogunda yer alan "Sanallaşan Dünya Ve İnsanoğlu’Nun Evrimi Üzerine" yazısını okuyunca ne zamandır yazmak istediğim ama bir türlü toparlayıp dile getirmediğim, birikimlerim çıktı su yüzüne.. Sevgili Üzden'in blog yazısına genel düşüncelerimi içeren bir yorum bırakmış olsam da, yine de cevaben sayılabilecek bir blog yazısı yazmaya karar verdim. Aslında bilişim dünyasının ucundan bucağından bulaşan herkesin kafasındaki soru ve sorunları dile getirmesinin yanısıra, ülkemizin geleceği genç ve çocuklarımız için endişelenen ebeveynlerinde sesi olmuştu bana göre bu yazı.

Sanal yaşam ve internet nereye gidiyordu gerçekten, neler katıyor, neler alıp götürüyordu bizlerden.. Yeterince psikolog, sosyolog ve benzeri sosyal ve bireysel danışmanın konu hakkında pek çok yazısı zaten mevcut olmasına rağmen, kişisel gözlem ve deneyimlerimizle düşüncelerimizinde platforma bir katkı sağlayacağını umudediyorum..

Değerli Üzden'in yüzyüze iletişimin yok olması, kimliksizliğe doğru bir gidişin oluşması ve kitap okuma oranlarını etkilemesi açısından pek çok endişesi vardı konu hakkında.. Bir üniversite öğrencisi olarak yaklaşımları ve anlatımlarını oldukça beğendiğimi tekrarlamak istiyorum bu yüzden ve ilgili yazısını da okumanızı öneriyorum..

Aynı endişeleri taşımıyor olduğumu dile getirmek istiyorum öncelikle.. Şöyle ki, "iletişim" tanımı yapılırken şekli değil ancak çeşitleri verilebilir bana göre.. İletişim sağlamanın işaret ve sembollerle başlayıp sesli ve görsel desteklerle zenginleştirilmesine kadar pek çok yolu, mistik, dini ve insani olmak üzere de pek çok boyutu olduğunu da söyleyebiliriz. O halde insanların bilgisayar gibi bir ve sıfırlardan türemiş, elektirik kabloları ve mekanik boardların bir araya gelerek oluşan bir cihazı iletişim aracı olarak kullanmayı akıl etmelerinin bir başarı olduğunu düşünmeliyiz bence.. İletişim kurma heves ve becerimiz olmasa, kendimize bunu sağlamak için yeni araçlar arıyor olmayız..

Evet öncelikle bilgisayarımızın birer tehlike unsuru değil, araç olduğunu kabul etmemiz gerekir.. Daha önce başka bir yazıda da belirttiğim gibi, eğer doğru ve etkin kullanmıyorsanız bir çay kaşığı ile bile tehlike saçmanız ya da yaralanmanız, zarar görmeniz mümkündür. Bu anlamda bir eşya ya da nesne olarak bilgisayarın evinizdeki ya da ofisinizdeki herhangi bir şeyden daha tehlikeli olduğunu düşünmek anlamsızdır bana göre. Sevgili Üzden'in anlatmak istediği nokta bu olmasa da ben düşünce ve birikimlerimi paylaşmaya bu noktadan başlamak istedim, çünkü pek çok evde bilgisayar çocuklara yasaklandığı gibi, pek çok yetişkinde bilgisayara karşı tepki duymakta ya da kullanmaya korkmaktadır. Şu sözü çok duymuşsunuzdur "Ay ben kullanamam!, Bu yaşdan sonra bi de bilgisayar mı öğreneceğim..!"

Oysa fiziksel açıdan çok daha zararlı ve her geçen gün daha da karmaşıklaşan cep telefonlarını çoktan birer iletişim aracı olarak kabul etmiş ve hatta çoluk çocuk oyuncak etmişizdir. Çocuklarımıza bilgisayarı ya da interneti yasaklarız, ama cep telefonu alır ve hatta yine bence çoook daha fazla zarar verici olan televizyonları esirgemeyiz.. Bir çok şeyin faydası veya yararı o şeye hangi açıdan, daha da doğrusu hangi pencereden baktığınızla ilgilidir.

Bundan bir kaç ay önce bir gazetenin internet sitesinde yayınlanan bir video vardı hatırlayacaksınız Beyaz Show'a da konu olmuş, face book ve e-posta aracılığıyla da epeyce yaygınlaşmıştı. Dört beş yaşlarında bir kız çocuğu zamanın atarilerinde olan Mario adlı oyunu büyük bir hırsla oynuyor annesi elinde kamera ile bir yandan kızına cevap veriyor bir yandan da kahkahayı basıyordu. Gazete sitesinde ilk gördüğümde bu videoyu başlığı aşağı yukarı şöyle bir şeydi "İşte bilgisyarın zararları". Aslına bakarsanız bu içeriği yazmak daha o videoyu ilk gördüğümde aklıma gelmiş olmasına rağmen kısmet ancak arkadaşımın yazısını okuduktan sonra oldu ne yazık ki..

Eğitimciler bir çocuğun kişiliğinin oluşması ve belirli yaşamsal alışkanlıklarını kazanması için temellerin 0-6 yaş aralığında atıldığını söylerler. Videoun kahramanı küçük kızımız ise ortalama dört beş yaşlarında olmalıydı, öylesine hırslanmış öylesine sinirlenmişti ki annesini onu az beslemekle ve güçsüz bırakmakla suçluyordu. Şimdi sormak istiyorum o yaşta bir çocuğu bu kadar hırslandıracak kadar bilgisayar oyunlarına müptela etmek, hadi bırakın onu elinize bir de kamera alıp matah bir iş başarmışsınız gibi kahkahalar atarak çocuğunu teşhir etmek, tehlikeli bir insani davranış ya da yetiştirme tarzı olarak görülmüyor da, videoda sadece bir araç ve cihaz olarak yer alan bilgisayarın ne günahı oluyor anlayamıyorum doğrusu.

Muhtemelen kreş veya yuvaya devam etmeyen küçük ablamız evde annesinin işleri veya her kim bakıyorsa onun işleri güçleri neticesinde, kendi başına oyalanamadığı için bilgisayarın başına oturtuluyor ve oyalanması sağlanıyordu diye düşünüyorum ben. Haliyle her çocuk gibi o da bir apartman çocuğuydu ve yaşıtlarıyla bir arada olmak gibi bir lüksü de olmadığından, bilgisayar gibi eğlenceli bir oyuncağa hayır dememişti. Çocuklarının bu yaşta böylesine bilgisayar kullanmasından gurur duyan ailesi onu desteklemiş, hatta bir araya geldiklerinde dayısı ile bilgisayar oynayarak bu yetisini geliştirme ve iyi vakit geçirme yolu seçilmişti ki ufaklığımız videoda bundan da zaten bahsediyordu. Yoksa chuky gibi bilgisayar bir gün çocukcağız evde yanlızken kendi kendine açılıp, "sen çok yanlız bir çocuksun anneninde işi var gel ben sana bir mario açayım bak ne güzel yenersin, ağamsın, paşamsın" dememişti elbet.. Dediğim gibi materyali ya da olayı hangi açıdan değerlendirdiğiniz önemlidir. Her şey farklı bakış açılarıyla farklı yorumlanıp, algılanabilir. Ama bizim gibi sonradan bilgisayar görmüş ve henüz etkin bir kullanıma sahip olamamış, daha da doğrusu kullanıcınsın olgunlaşmadığı bir toplumda, Türkiye'nin en çok satan gazetelerinden biri çıkıp da bu videoyu yayınlayıp üzerinede işte bilgisayarların zararları derse.. O zaman atalarımızın dediği gibi "şeytan icadı"ndan başka bir şeye yaramaz bu aletler hiç birimiz için...

Aynı mantıkla iletişim konusuna dönecek olursak, iletişimin şekli değil niteliği önemli olmalıdır. Kullandığınız aracın özelliği ya da şekli her ne olursa olsun, amaca tam hizmet ediyorsa o halde bunda da ters bir nokta yoktur bana göre.. Ha dumanla iletişim kurmuşunuz, ha bilgisayarla hiç farketmez.. Ama avantajlar açısından bakacak olursak, yeni bir blog yazısı çıkacak kadar madde sıralamak mümkündür yine bana göre..

Kitaplar konusuna gelince, her ne kadar kitap, kitapçı kokusu solumak bir çoğumuz için büyük bir keyif unsuru olmakla beraber, hiç bir okur kağıt koklamak için kitap okumaz. Önemli olan o bilgi yumağıyla olan alış verişinizdir. Bunu da kağıttan, bir papirüsden veya bir bilgisyardan yapıyor olmanız içerikten aldıklarınız anlamında bir fark yaratmaz ki Türkiye gibi okuma oranlarının düşük olduğu bir ülkede, bırakın okumayı yazma oranlarını bile artırabilir bu anlamda internet. Hatta maliyetler açısından bakacak olduğunuzda kesilen ağaç sayısı, matbaa, baskı, nakliye vb maliyetlerin hemen hepsini sıfırlayarak çok daha düşük maliyetle aynı emeği daha çok kişiye ulaştırmanız da mümkündür. Diyorum ya nereden baktığınız veya işinize hangisi geldiğiyle ilgilidir birazda bu tür konular..

Bilgisayarlar sayesinde ulaşılan iletişimin boyutları bugune değin yeryüzünde başka hic bir araç ile sağlanamamıştır bana soracak olursanız. Cep telefonu bile internetin yanında iletişim anlamında çok başarılı sayılmaz ki bu nedenle cep telefonları artık telefondan çok bilgisyara benzemeye başlamıştır.

Peki o halde ne yapacağız? Bu tip endişelerin gerçek olmaması için veya bu tip kaygıların yok olması için neler yapılması gerektiğini düşünmeliyiz herşeyden önce.. Ve her konuda olduğu gibi "Eğitim şart" a varacağız sanırım.. O halde her kaygı için bir öneri sunabilir, sanal dünyanın kayıp yazarları olarak belki bizler bu korkuları yenebiliriz diye düşünüyorum bu anlamda..

Sevgiyle Kalın
Fasulye

10 yorum:

Unknown dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Unknown dedi ki...

İnternet dünyasının, bizi kendine nasıl esir ettiğinin hiç farkında değiliz... Teknolojiyi asıl kullanım amacının dışında; beyin hücrelerimizi katlediyor olmamızdan tutta kendine bile yabancılaşan bireyler olma yolunda kullanıyor olmamız, içler acısı bir durumun en belirgin izahı gibi...

Paylaşım için teşekkürler Fasulye :) Bilipte kabullenmediğimiz bir çok şeyi tekrar hatırlatman iyi oldu.

Fasulye dedi ki...

Teşekkürler sevgili methods :) ama sanirim özgür üzdene teşekkür etmeliyiz bu konuda yeniden düşünmemizi sağladığı için :) ve belkide bu eğitim misyonunu biz bloggerlar üstlenmeliyiz diye düşünüyorum..
fasulye

Sis dedi ki...

Çok ama çok doğru noktalara değinmişsiniz.Kaleminize sağlık

Fasulye dedi ki...

çok teşekkürler Sishyphos ben yine özgüre teşekür etmek istitorum izninizle :)

Unknown dedi ki...

Yahu bırak Özgür kendi blogunda kabul etsin teşekkürlerini :))) Sen seninkilerle ilgilen:))

Fasulye dedi ki...

yaw yazık cocugun emeğine bi dolu yazmış düşünmüş biz faydalandık haksızlık etmeyelim diyorum :) yoksa ben yürekten kabul ettim hepsini, pek memnunum ...
fasulye

Unknown dedi ki...

Onun emeğini görmezden gelmiyoruz ama biz... Kamuoyu tarafından yanlış anlaşılmasın şimdi :))

Hani ona da, onun yazdığının altında tebrik sunmak en yakışanı olur. Onun buradaki yazının varlığından bile haberdar olduğunu sanmıyorum açıkcası :)))

Bu arada Sevgili Özgür yolunu şaşırıp, gelip okursa bu yazdıklarımızı yanlış anlamasın. Onuda yürekten kutluyoruz. Ama bu yazıya istinaden değil :))

Sevgiyle Kalın :))

Adsız dedi ki...

:) tamam haklısın.. özgüre forumda izler bıraktım gelsin bulsun diye sen merak etme :)
fasulye

Seyyah dedi ki...

insan psikolojisi, tuhaf.. yaşanan her olumsuzluk ve sorunda ilk önce dönüp kendimize bakmak dururken etrafımıza bakıyoruz. sorumluyu dışarıda arıyoruz. üstelik, biz düğmesine basmasak sesi çıkmayacak, anlamlı olmayacak aletlere yüklüyoruz sorumluluğu..ve ardından yanlışlar yanlışları doğurmaya başlıyor. çocuk sahibi olan her anne babanın okuması ve üzerinde düşünmesi gereken bir konu..