15 Aralık 2008 Pazartesi

DURDURUN ZİHNİMİ, İNECEK VAR!


geçmiş olan dünden hiç yad etme

yarın da gelmemişken feryad etme

düşünme geleceği de geçmişi de

şimdi şen ol da

yaşamı berbad etme

Bu dizeler Ömer Hayyam'a aitler. Sık tekrarladığım birşeydir, Hayyam ve Can Baba'nın bu hayatta bizden fazla bildiği, bizden fazla keşfettiği şeyler olduğunu. Daima onların dizelerine duyduğum hayranlık, keşfedişlerinin benden çok önce olmuş olmasındandır.

Yıllardır gerek doğu felsefesi, gerek kadim medeniyetler, gerekse kişisel gelişim ile ilgili konulara duyduğum yoğun ilginin temelinde "ben kimim ya da neyim" sorusu yattığını bilinçli olarak söyleyebiliyorum şimdi. Bunu söylemek için belki bu yaşıma gelmem gerekti. Ama yıllardır yazdıklarıma baktığımda, blog çağlarından çok öncesine baktığımda yani, daima içimdeki kalabalıkta aradığım özbenliğimden, hatırlamadığım bir geçmişi arayışımdan bahsetmişim bir şekilde.

Keşfetmek karşı konulmaz bir arzu benim için bu anlamda. Keşfettiğim ben ya da bir başkası olsun farketmez. Genellikle başkasının labirentlerinde bulduğum ya da ben sandığım gölgelerin peşinde dolaşırım bu yüzden. Yazdıklarımın bir düşünce denizinden dökülenler olduğunu hayal ederim. Sanki benim bilmediğim, ama bana ait bir benliğin satırları gibi kontrolsüzce ardı ardına dizilirler bazen bir kağıda, bazense klavyeden ekrana.

Bu nedenle yazarak ifade ettiğimi düşünürüm kendimi, en azından daha iyi ifade ettiğimi. Bir çeşit yüksek sesle düşünmektir bu anlar benim için. Seslendirilmeyen kelimeler kağıt üzerinde ya da ekran da somutlaştığında daha bir anlamlı olurlar sanki bu yüzden. Bu yüzden okumayı severim ve bu yüzden blogları seviyorum. Çünkü benden başkalarının da seslendirilmeyen kelimelerini somutlaştırmalarını izlemek hoşuma gidiyor.

Bazen tıpkı benim gibi, bazense hiç düşünmediğim şekillerde çizdikleri düşünce motiflerinden etkilenirim. Genellikle düşündüğüm gibi yazarım, öyle bir cümle yazıp ardından geleni hesap etmem, öyle hesapsız kurşunlar gibi sağa sola saçılıyorlarmışçasına akar giderler ellerimden kağıda ya da ekrana. Bu yüzden yazarken başkasını dinliyormuşum hissine kapıldığım çok olur. Daima daha iyisi için değil, yani edebi anlamda.. Daima daha iyi ifade edeni için yazarım çoğu zaman. Kendimle başbaşa kalışlarımın tutanaklarıdır yazdıklarım çoğunlukla bu yüzden. Kendi başıma düşünmek, yani hiç kıpırdamadan ya da ne bileyim gözlerimi boşluğa dikip düşünmek yorar beni sonunda başım ağrır. Ritimsiz bir düşünme şeklidir çünkü, zihin kontrol edilemez, saliselik hızlarla beynimde dolaşanlara yetişemem bu şekilde ve sonunda yorgun düşer ya uyurum ya da bir baş ağrısı kalır yadigar. Oysa yazmak farklıdır. Bir ritmi vardır yazmanın, bir sesi vardır benim için, bir kalemin kağıt üzerinde sayfa sonunu bulana dek hışırdaması ve bir sonraki satırın başına ulaşmak için verilen kısa aralıklar, ya da klavyden çıkan o ritmik tıkırtı.



Satır başı veya sonu aramaz ellerim klavyede ama harften harfe ulaşmak için katettiği o saliselik aralara uymak zorunda kalır zihnim bu defa, asla ellerimden hızlı hareket edemez ve bir sıraya girmek zorunda kalırlar teker teker somutlaşmak için parmaklarımda düşünceler. Yazmak yavaş düşünmektir benim için bir çeşit. Yavaş, sakin ve sade düşünmek. Bir düşünceden öbürüne atlamak için bile sırasını beklemesi gerekir kelimelerin. Noktayı görmeden başlayamazlar anlatmaya.



Garip bir huzur bulduğum bu anlar, bu günlerde daha da garip bir duruma dönüştüğünden bir süredir sadece düşüncesizlik üzerine yoğunlaştım sanırım. Düşüncesizlik derken, bir sıfat olarak değil bir durum olarak, düşünmemek olarak yani. Bezgin Bekir Sendromu yazısı ile başlayan bu durum, yazmadan da zihnimi kontrol edebileceğimi keşfettiğim bir sürece soktu beni sanırım.


Durduk yere olmadı elbette bu sürece sürükleniş. Sürükleniş diyorum çünkü bilinçli bir tercih olmamakla beraber, deneyip görmeden de geçemeyeceğim bir duruma dönüştü. Bu nedenle de beklemem, denemem ve hissetmem gerekti ardından.


Bir kitapla başladım yine bu sürece, yok Mardukla Randevuyu (Gerçeğin Peşinde Serisi) unutmadım ama devam etmeden önce ihtiyacım olanı bulmam gerekti sanırım yine, çünkü ne kadar toparlamaya çalışırsam çalışayım zihnimde birleştiremediklerimi yazmak zor olmaya başlamıştı. Bu defa ihtiyacım olan bilgi değil, bir yöntemdi demek ki sadece. Hani şu inandığım "hiç bir şey tesadüf değildir" kuralı devrede yine. Çoğunlukla kitaplar sayesinde buluyorum sanırım aradıklarımı, ya da bir şekilde onlar beni buluyorlar kim bilir?

Süreci başlatan kitabın adı "Şimdi'nin Gücü", aslında bu da "Marduk'la Randevu" gibi bir dönemin, ama yakın bir dönemim Best Seller'ı olmuş bir kitapmış. Nedense bu Best Seller'lar ancak lazım olduklarında farkettiriyorlar bana kendilerini ya da ben Best Seller takip etmeyi bilmiyorum. İlk bakışta "İçindeki Devi Uyandır" ya da "Sır" gibi bir kitapmış hissi verse de, en azından anlatımı bakımından farklı onlardan ya da ruh halim öyle sanmamı sağlıyor. Kitabın durumu tetiklemesinin temel nedeni, aslında zihnimizin esiri olduğunu anlatması ve hissettiğimizi sandığımız pek çok şeyin aslında birer ilizyondan ibaret olduğunu söylemesi.


Size de olur mu bilmem ama bazen zihnim o kadar hızlı çalışır ve düşünce üretir ki benim, kafamı yastığa koyduğumda bile zihnimdeki gürültüden uyuyamaz olurum. Diğer zamanlarda uyku problemim olmamasına rağmen, genellikle gergin bir koşturmaca yaşadığım dönemlerde bedenimin tüm uyku ihtiyacına rağmen, yanan gözlerim zihnimdeki yoğun hareket yüzünden bir türlü uykuya teslim olamaz. Çözülememiş pek çok sorun, zamanı sıkışmış pek çok iş, karşılanmamış beklentiler, öfke vs. vs. Kendime yük edindiğim pek çok patates çuvalı. Bilirsiniz o hikayeyi diye anlatmıyorum.


Daha önce de bahsettiğim stresle başaçıkabilme yöntemleri ile ilgili dinlediğim seminerde savaşamadığım şeyleri kabul etmeyi ve savaşı kestiğimde onların kendiliğinden yok olduklarını söylemiştim. Bu sefer ise aslında zihnimi durdurabildiğimi ve ben sandığım bütün o düşüncelerin zihnimin bana oynadığı oyunlar olduğunu keşfetmeye başladım. İlk bakışta anlamsız gibi dursa da kitap ilerledikçe aslında düşüncelerim, değer yargılarım ve algılarımla somutlaştırdığım her şeyin sadece zihnimde yarattığım pek çok şey olduklarını anlamaya başladım. Matrix gibi oldu değil mi böyle söyleyince. Ama değil. Enseme bir chip bağlayıp sanal alemde uçuşmaya niyetim yok elbette. Gözlüklü adamların attığı kurşunlarla estetik hareketlerle dans etmeye de niyetim yok :) Ama siyah uzun bir pardesü ile deri pantolona itirazım olmazdı sanırım.


Kitabın yarısına gelene kadar, bir türlü başaramadığım zihin durdurma işini ancak şu talimattan sonra başarabildim, kendinize şu soruyu sorun diyordu kitap, "zihnimden geçen bundan sonraki düşünce ne olacak?" eğer gözleriniz açık zor oluyorsa, gözleriniz kapalı olarak da deneyebilirsiniz. Bu soruyu kendinize sorup beklemeye başladığınız anda zihniniz afallıyor ve duruyor gerçekten. Ama öyle bilinç kaybı tarzında bir durmak değil, kendinizle zihninizin ayrıştığını anlıyorsunuz o anda. Yani siz o kafanızın içinde duran ve size korkular, stresler üreten düşünce yumağı dışında kalıyorsunuz. O ise böyle bir soruya hazır olmayıp, özgürce akıp gittiği için birden afallıyor ve duruyor. Kısa bir süreliğine gerçekleşen bu duruş, yerini yeniden zihnin toparlanıp düşünce fişeklerini hızla patlatmasıyla son bulsa da, o bir anlık sessizlik bile dünyayı durdurmaya yetiyor gibi bir his yaratıyor insanda. Ne garip değil mi? Bu anlatımın amacı zihni ekarte edip, yepyeni ve boş bir dünyaya adım atmak değil elbette. Bu sadece zihninizi istediğiniz zaman kontrol edebileceğinizin bir göstergesi. Yani onu bir kimlik olarak kabul etmeyip, sadece bir araç olarak kontrol etmeyi öğrenmek, yarattığı ilizyonların bizleri ele geçirmesine izin vermeden yani.


Şöyle bir örnek anlatılıyor kitapta, bizler kendi neslinin büyük bir kısmını yok eden ve yok etmeye de devam eden bir ırkız. Bir akvaryum hayal edin. Bu akvaryumda yeni doğan bir balık yavrusu olsun ve siz ona bir isim verin, bir kimlik yaratın onun için, doğumundan başlayan bir hikayesi olsun kafanızda ve o balık bir kaç saat sonra o akvaryumdaki diğer balıklar tarafından yensin. Oldukça trajik bir durum oluşur. Ama o balığa o kimliği veren biziz ve olayın trajikleşmesini sağlayan hikayeyi de biz yarattık zihnimizde. Korkularımızı ve bizi strese sokan pek çok durumu yarattığımız gibi.


Daima taşıdığımız gelecek endişesi, geçmişten getirdiğimiz ve savaş verdiğimiz pek çok konu. Burada geçmişle kastedilen hatırladığımız ilk bilinçli geçmişten bir saniye öncesine kadar olan kısım. Yani şimdi yerine sürekli gelecek ve geçmişle yaşadığımız için bir türlü şimdiyi yaşayamadığımız. Geçmiş ve geleceği sürekli canlı tutan şey ise zihnimiz.


Yanında çok mutlu olduğumuz biri varken, gelirlen getirdiğimiz sıkıntılarımız yüzünden mutlu geçmesini umduğumuz dakikaların, sıkıntıya dönüşmesi gibi. Gidecek mi endişesi yüzünden hırpaladığımız partnerimizle şimdinin tadına varamadığımız gibi. Gelecekten sorumlu değiliz oysa, daha gelmemiş bir zamanın endişesini taşımak ekstra bir yükten başka bir şey değil. Sadece olmasını istediklerimiz için belirlediğimiz hedeflere yürüken şimdi o hedef için ne yaptığınızı düşünmeniz yeterli az sonra ne yapacağınızı değil. Ya da az önce ne yaptığınızı değil. Sorunlar yaşanıp bittikten sonra düşünüp kurmak yerine, "ben şu anda mutlu muyum?"," şu anda bu sorun var mı?" diye sormak gerekiyor kendimize galiba. Ama tam olarak şu anda yani az sonra değil.


Çok kolaymış gibi gözükse de aslında çok zor olan bir yöntem tarif edilen, en azından kendi adıma konuşmam gerekirse tabi. Ama yazmadan da zihnimi yavaşlatıp, tane tane düşünmesini sağlayabileceğimi bilmek güzel diye düşünüyorum. Bu nedenle paylaşmak istedim.

Zihnimizi bir süreliğine durdurmanın bir diğer yolu da daha çok gevşeme teknikleri veya meditasyon uygulamlarında kullanılan "nefesi dinleme" yöntemi. Bu yöntem medite olmaktan çok uykuya geçişimi hızlandırdığı için önermeden geçemeyeceğim. Gözlerinizi kapatıp, mümkün olduğunca gevşemeye çalışın ve tabi rahat bir pozisyon alın önce. Yatarak yaparsanız uyku garanti :) Bu nedenle amacınız uyumak değilse sırtınızı bir yere dayamayın ve dik durmayı deneyin. Zihninizi boşaltmaya çalışın bir süre ve sonra nefes alış verişlerinize odaklanın, havanın içinize doluşunu ve tüm hücrelerinize ulaşıp yeniden havaya karışmasını dinleyin. Aklınıza gelenler olursa onları uzaklaştırıp yeniden deneyin. Gerçekten çok etkili bir gevşeme yöntemi. Sanırım sinirlenince içinizden ona kadar sayın yöntemi gibi bir şey. Yani en azından nefesinizi sayabilirsiniz öyle değil mi? Bu durumda zihniniz de biraz boşalır ve rahatlarsanız. Denedim biliyorum, tavsiye ederim.

Zihni Esir
Fasulye




9 yorum:

WpsizBlog dedi ki...

Blogcular olarak el ele vererek bir ziyaret kanpanyası başlattık.GÖZDE BİRSÖZ ÇOCUK YUVASI organizasyonunu başlatmış bulunuyoruz. GÖZDE BİRSÖZ ÇOCUK YUVASI ziyaretimizde sizleride aramızda görmekten mutluluk duyarız.İlgili bloga www.bireluzat.com adresinden ulaşabilirsiniz. İlgilerinize Tsk ederim. www.bireluzat.com

Fasulye dedi ki...

sizi blogroll uma ekledim çalışmalarınızı izlemey devam edeceğim. kolay gelsin.

Seyyah dedi ki...

zihnimden geçen bundan sonraki düşünce ne olacak? sorusunu denedim de bende kesin bir bozukluk var. afallamayı bırak bir sonraki düşünceler kavgaya tutuştu:)) bazen zihnimi bir pire gibi görüyorum Sevgili Fasülye o kadar hızla oradan oraya zıplıyor ki takip edemiyorum. şimdi gidip nefes dinleme yöntemini deniyim..

uzun zamandır uğrayamamıştım, özlemişim yazılarını..
bir de sanırım rss ayarlarında problem var yeni yazılarının hiçbiri düşmemişti, bilgin olsun.
sevgilerimle

Fasulye dedi ki...

evet rss de bi problem var ama ne yapsam düzelmedi.. neyse olsun ne yapalım..
ilk deneyişinde olmayabiliyor ben de zorlandım yaparken ama sonra sonra zihninde sende buna alışıyorsun..
yazıda da dedim ya nefes dinlemek sonunda hep uykumu getiriyor benim, o yüzden uyurken deniyorum daha çok :)

Uma dedi ki...

Tolle'nin anlattigin bolumde soyledigi "Su an sorunun var mi?" kismi zihnimi hep cok rahatsiz eder :)
Esim hatirlatir kavgalarimizin sonrasinda bu soruyu. Cevap her zaman hayirdir cunku sorun gecmiste kalmistir, bir saniye farkla bile olsa. Su an, simdi, dusunce bile yoktur, yalnizca dogamiz olan mutluluktur, huzurdur icinde yuzdugumuz. Ama zihin hic izin vermez orada kalmamiza. Size Yoga Nidra'yi da tavsiye ederim. O ise vucudu uyutup sizin uyanik kaldiginiz haldir. Eger ulasamazsaniz hicbir yerden ben size yollarim :)
Prem OM

Fasulye dedi ki...

Sevgili Uma,
Aynı satırları paylaşabileceğim birini bulduğum için çok sevindim öncellikle, kendi yolculuğumda bazen, diğer yolculara da ihtiyacım oluyor, biraz da meraktan sanırım.
Bahsettiğin kitabı bulmaya çalışacağım, teşekkürler önerin için. Bulamazsam yardım isterim.
Sevgiyle
Fasulye

Uma dedi ki...

Yoga NIdra kitabini bulamazsin burda sanmiyorum, zaten ben cd'sni kastediyorum. Bir bak bulamazsan mutlaka yollayayim. Ama ingilizce sorun olmaz degil mi ?

Fasulye dedi ki...

hayır olmaz sanmıyorum tamam cd sine bakayım o halde bu gun fırsatım olmadı zaten ancak haftasonu bakabilirim. ilgin için çok teşekkürler

Uma dedi ki...

daha hic yoga nidradan bahsetmisligim yoktur, neden sana soyledigimi de bilmiyorum :) demek var bir alacagin bayilirim boyle oltalara, umarim ise yarar :) hep yarar :)