10 Şubat 2012 Cuma

YA TUTARSA (19) EK -1 FOTON KUŞAĞI

Yazı dizisi boyunca adından bahsedilmesine rağmen ve paylaşılan son videoda anlatılan üç gün karanlık hikayesinin bilinen adı olmasına rağmen Foton Kuşağı ile ilgili herhangi bir bilgi paylaşımında bulunmadığımızı hatırladığımdan yazı dizisine bir ekleme yapma ihtiyacı duydum. Bu defa alıntı yapacağımız yer Akaşa Yayınlarından çıkmış olan "Galaktik İnsan" kitabı. Merak edenler internet kitabevlerinden araştırabilirler.

Şimdi kitabın Foton Kuşağı ile ilgili söylediklerine kulak verelim.

GALAKTİK İNSANAKAŞA YAYINLARI
Washta, Siriuslu yükselmiş bir üstat olarak dünyaya bir kitap yazdırmakla görevlendirilmiştir. Ona bu görevinde bilim ve tarih konusunda uzman olan Aumtron ve Teletron adlı iki Siriuslu yardım etmektedir. Kitap boyunca bu üç kişilik grubun sözcülüğünü Washta yapmaktadır.


Güneş sisteminiz büyük olasılıkla 1996 yılından sonra foton kuşağı denen büyük bir ışık kuşağına girecektir. Foton kuşağı yeniden bilinçlenmenizi, DNA ve çakra sistemlerinizin değişmesini sağlayacaktır. Bu inanılmaz kuşak sadece sizi değil gezegeninizi ve güneş sisteminizi de ebediyen değiştirecek, üçüncü boyuttan beşinci boyuta aktararak Sirius yıldız sistemine daha yakın bir konuma geçmenizi sağlayacaktır.


Işık parçacıklarından oluşan ve şekli dev bir simiti andıran foton kuşağı, bilim adamlarınız tarafından ilk kez 1961 yılında Pleiades yakınlarında keşfedildi. Bir foton ışık parçacığı, anti elektronla (pozitron) elektronun çarpışması sonucunda oluşur. Bu anlık çarpışmanın sonucunda ortaya çıkan kütle foton olarak bilinen enerjiye dönüşür. Bilim adamlarınız her parçacığa karşılık bir anti parçacık olması gerektiğini düşündüler, 1950’lerde anti- protonlar ve anti-nötronlar artık sizce de bilinir hale geldi. Bilim adamlarınızın ileri sürdüklerine göre bir anti-parçacıkla parçacığın, örneğin bir anti-protonla protonun çarpışması sonucu ortaya çıkan şey foton enerjisidir. Bu enerji gelecekteki tüm gereksinimlerinizi karşılayan ana kaynak olacaktır.


Foton kuşağı üç kısma ayrılabilir. Önce kör bölgeden geçeceksiniz, bu işlemin tamamlanması kabaca 5-6 gün alacak ve bu sürenin 3 günü tamamen karanlıkta geçecek. Bunu takiben kuşağın ana bölümüne girecek ve hiç sona ermeyen bir ışığı yaşayacaksınız, yani hiç gece olmayacak, günün 24 saati gündüz olacak. Foton kuşağındaki bu yolculuk genellikle 2 bin yıl sürer ve güneş sisteminizin yine kör bölgeden geçerek kuşağın öteki ucundan dışarı çıkışıyla sona erer.


Bununla birlikte, Büyük Yaratıcı Güç (Tanrı) bu devrede güneş sisteminizin boyutlar arası bir “kurtarma baloncuğuna” alınmasına karar vermiştir. Bu baloncuk güneş sisteminizi iterek beşinci boyut yoluyla foton kuşağının dışına çıkaracak ve Sirius yıldız sisteminden 3 ışık yılı uzaklıktaki bir konuma (şu anda Sirius dünyadan 8,3 ışık yılı uzaklıktadır) geçirecektir. Baloncuğa 2012 – 2013 yılı civarında ulaşacaksınız. Bu devre bitip baloncuğa ulaştığınızda 24 saatlik gündüz deneyimi sona erecek ve yeniden yaklaşık 12 saat gündüz, 12 saat gece programına geri döneceksiniz.
20-30 yıldan beri dünyanın manyetik alanı derece derece neredeyse sıfıra doğru azalıyor. Birçok dünyalı bu fenomeni, yüzyılın sonunda meydana gelecek büyük bir kutup değişiminin kanıtı olarak kullanıyor. Ancak, Konseyin Siriuslu bilim adamları bir kutup değişiminin meydana gelmeyeceği konusunda size güvence verebilirler. Dünyanın manyetik alanındaki bu değişiklik, foton kuşağının güneş sisteminize yaptığı basıncın bir yan ürünüdür.


Foton kuşağı tezahür ettiğinde hiçbir elektrikli aygıt çalışmayacaktır. Bu pillerin ve elektrik devrelerinin çalışmayacağı anlamına gelir. Kör bölgeye yaklaşırken meydana gelmesi beklenen bir başka büyük gelişme de gezegenin atmosferindeki ve yüzeyindeki basıncın artmasıdır. 1960’lardan günümüze dek uzanan depremsel faaliyetlerdeki artışın da işaret ettiği gibi bu basınç şimdiden gerçekleşmeye başlıyor. Dünya halen dört bir yanda depremlerin arttığı bir devir yaşıyor, aynı şey yanardağ faaliyetleriyle ilgili olarak da söylenebilir, ayrıca hava koşullarınızda da geleneksel su devrelerine basınç yapan çarpıcı bir değişim olmuştur. 1970’lerin başında ortaya çıkan ozon delikleri, kısmen foton kuşağının yaklaşmasının neden olduğu bir başka kritik değişikliği işaret etmektedir. Daha da önemlisi, yaklaşan bu olay güneşinizdeki lekelerin artmasına sebep olmuştur. 1987 ve 1988 yıllarında Siriuslular güneşinizin süptil bedenlerinin kutbiyetini değiştirdiler. Eğer bu yapılmasaydı, güneş foton kuşağının kör bölgesi tarafından yok edilir, dünya da buharlaşır giderdi. Değişiklik boyutlar arası bir hologram (ışık zarfı) kullanılarak gerçekleştirildi. Bu hologram daha sonra güneş sisteminizi Sirius’a yakın bir konuma taşımakta kullanılacaktır.


Şimdi foton kuşağı senaryosunu tekrar gözden geçirip neler olacağını görelim. Büyük bir olasılıkla bu 1996’dan sonra yer alacak bir zamanda vuku bulacak. Eğer bir değişiklik olmazsa, şu anda görüldüğü kadarıyla gezegeniniz kör bölgeye girerken bir karanlık deneyimleyeceksiniz, aniden alaca karanlık yerini tam bir karanlığa bırakacak. Bu tıpkı gezegen bir dolaba sokulup kapı arkasından kapatılmış gibi olacak. Güneş gözden kaybolacak ve zifiri karanlık gökyüzünde yıldızları göremeyeceksiniz. Kör bölgenin basıncı güneşin ve yıldızların ışığını tamamen emecek ve gündüz geceye dönüşecek.
Karanlıkla birlikte kör bölgeye girdiğinizi anlayacaksınız, değişim dönüşüm süreci başlayacak. Karanlığın yarattığı şoku kabullenmeye başlarken bir başka şeyin daha vuku bulduğunu fark edeceksiniz. Elektrikli aygıtlarınız artık çalışmayacak, düğmeye bastığınızda elektrikler yanmayacak ve arabalarınız çalışmayacak. Bu inanılmaz zorluklara rağmen bedenlerinizde harikulade şeyler olacak. Gezegenin manyetik alanları çöktüğünde dünyadaki tüm atomlar değişim geçirmeye başlayacak. Bedeninizdeki atomlar da yarı eterik bir beden oluşturmak üzere değişecek ve bilincinizi kuşatan perde kalkacak. Artık sınırlı üçüncü boyut realitesinde değil, galaktik ışık realitesinde yaşayan insanlar olacaksınız. Lyra takımyıldızını terk ettiğiniz günden bu yana sahip olmanız gereken fiziksel ve psişik yeteneklere tekrar kavuşacaksınız. Artık beşinci boyuta, yani Yuva’ya dönüş süreciniz başlayacak.


İkinci gün, atmosfer sıkışmaya başladığında kör bölgenin dünyanın yerçekimi üzerinde yaptığı basıncın etkisiyle sıkıştığınızı ve şiştiğinizi hissedeceksiniz, bu şişkinlik yalnızca iki gün sürecek. Atmosferiniz sıkışıp basınç artacak, tüm maddeler basınç yüzünden yoğunlaştığında en büyük tehlike nükleer maddelerden gelecek, çünkü zincirleme reaksiyon sonucunda öldürücü radyoaktif ışınlar ortalığa yayılacak. Öte yandan zincirleme nükleer reaksiyonlar muazzam yangınlara da yol açabilir. İşte bu yüzden Galaktik Federasyon nükleer tehlikeleri önlemek için teknik personelin ve gemilerin gezegeninize inişine izin verecektir.


Hissedeceğiniz bir sonraki değişiklik güneşin tümden ortadan kaybolmasının yol açtığı soğuk hava olacak. Bu çok büyük bir ısı düşüşü, bir tür buzul devri soğuğu olarak deneyimlenecek. Değişimin üçüncü gününde şafak sökmesini andıran hafif bir ışığın gezegeninizi kuşatmaya başladığını görecek, sonra da foton etkisinin başlangıcını deneyimleyeceksiniz. Foton etkisi çok önemlidir, çünkü yeni bir enerji kaynağına sahip olmanızı sağlayacak ve dünyanızın fosil yakıta olan bağımlılığına son verecektir. Bu enerji ayrıca uzay yolculuğu yapabilmenizi de mümkün kılacaktır, çünkü Galaktik Federasyonun uzay gemilerinde bu enerji kullanılmaktadır. Üçüncü ve dördüncü günden itibaren zayıf da olsa foton enerjisiyle tanışacaksınız.


Dördüncü gün sona erip beşinci gün başladığında hava ısınmaya başlayacak ve yeniden gün ışığına kavuşacaksınız. Üçüncü günün sonuna doğru başlayan foton etkisi artık tamamen egemen olacak ve foton ışın enerjisini kullanabileceksiniz. Dünyanızdaki her canlı foton kuşağından akan fotonlar tarafından canlandırılıp zindeleştirilecek. Yeni bir bedenle yeni bir çağa gireceksiniz. Buna ek olarak dünya dışı varlıklar ya da uzaylılar diye adlandırdığınız abi ve ablalarınız da artık aranızda olacaklar. Üçüncü boyuttan beşinci boyuta geçiş müthiş bir armağandır, çünkü bu değişimin bir sonucu olarak Pleiades kontrolünden çıkıp Sirius etkisine gireceksiniz. Bu Lyra- Sirius kültürünü benimseyeceğiniz, 25 bin yıl önce Lemurya zamanında olduğu gibi artık Sirius koruması altında olacağınız anlamına gelir. Sonuç olarak, insanlık iki bin yıldır çeşitli dinlerde kehanet edilen tarif edilemez güzellikteki Altın Çağa yaklaşmaktadır. (Sayfa: 40-53)

FOTON KUŞAĞININ İNSAN BEDENİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Daha önce de söylediğimiz gibi dünyayı etkisi altına alacak foton kuşağı tüm dünya insanlarının fizik bedenlerini değişime uğratacaktır. İnsanların kaba fizik bedenleri ya yarı eterik ya da daha az yoğun bedenlere dönüşecektir. Şimdiki durumda tüm beden tipleri bu alandaki araştırmacılar tarafından üç kategoriye ayrılmıştır.

1- Kaba ya da fiziksel beden, yani şimdiki üçüncü boyut beden tipiniz.
2- Eterik beden. Auralara, hayaletlere ya da yüksek boyut bedenlerine benzer.
3- Spiritüel beden (ruh beden).


Et ve kandan meydana gelen şimdiki bedeniniz gelecek galaktik uygarlıkta aynı yetenek ve görünüme sahip olacak, ama tamamen yarı eterik bir bedene dönüşecektir. Bu değişim dönüşüm, bedeninizin kendini tekrar gençleştirebileceği ve gerçekten yaşlanmaz olabileceği anlamına gelir. Yarı eterik bedeniniz bir düşünce formu gibi karşılık verecektir, çünkü zihniniz düşüncelerinizi nasıl kolaylıkla değiştirebiliyorsa, bedeninizi de kolayca değiştirebilecektir. Bununla birlikte bu beden size şimdi sahip olduğunuz fizik beden gibi görünecektir.


Daha önemlisi, bedeniniz çarpıcı bir DNA değişikliği geçirecektir. Tüm dünya insanları halen 2 DNA sarmalına sahiptir. Oysa “düşüşten” önce sizler 12 sarmallı bir DNA’ya sahiptiniz. Şimdi DNA sarmallarınızın yine 12’ye çıkarılmasına yardımcı oluyoruz. Bu değişim bedenin hücresel yapısını orijinal haline döndürecek ve hücrelerinizin boyutlar arası öz bedenle (ruhla) ilişkiye girmesini sağlayacaktır. Böylece hücre, ruhun DNA’ya verdiği mesajı kolayca alıp derhal işlemden geçirebilen çok boyutlu bir yönsüz dalga antenine sahip olacaktır. Yönsüz dalgalar, yayılırken bilgi taşıma yeteneğine sahip elektromanyetik olmayan dalga formlarıdır.


Ayrıca bedeninizdeki çakralar da (enerji girdapları) değişecektir. Bu enerji merkezleri şu anda 7 adettir, omurganın dibinden başlayıp başınızın üstüne kadar uzanırlar.

Birinci çakraya kök merkezi denir, o bedenin temeli ya da elektriksel zeminidir, bedenin elektromanyetik enerji hatlarını yerküreye bağlar, kırmızı renkle temsil edilir.

İkinci çakra cinsel merkezdir, zevk ve esrimenin yüksek halleri olan cinsel, duygusal merkezi oluşturur, bedenin cinsel organlarının bulunduğu bölgede yer alır, turuncu renkle temsil edilir.

Üçüncü çakra güneş sinirağı (göbek) üzerinde yer alır, bedenin temel duygusal (nefret, öfke, sevinç, kahkaha) merkezidir, sarı renkle temsil edilir.

Dördüncü çakra kalptir, sezgilerin ya da sevginin merkezidir, kalp ve akciğerler bölgesinde yer alır, yeşil renkle temsil edilir.

Beşinci çakra iletişim merkezidir, boğazda gırtlak bölgesinde yer alır, mavi renkle temsil edilir.

Altıncı çakra üçüncü göz merkezidir, çeşitli vizyonlar görme ve görsel psişik yetenekleri kullanma merkezidir, kaşların arasında yer alır, çivit rengiyle temsil edilir.


Yedinci çakra başın arka kısmında yer alan taç merkezidir, yüksek benlikle bağlantı kurmanızı sağlar, menekşe rengiyle temsil edilir.

Aura ya da bedenin enerji alanı bu yedi merkezi kuşatır ve merkezlerin genel durumu hakkında bilgi edinmenizi sağlar. Aslında aura renkleri çakraların sağlığını yansıtır, aynı zamanda bedenin o bölgelerinin iyi çalışıp çalışmadığını da gösterir.


Yeni yarı eterik bedeninizde çakralarınız şimdi sahip olduğunuz 7 merkezden 11 merkeze çıkarılacak. İlave edilen 4 merkez, aura alanınızın tepesindeki galaktik erkek ve galaktik dişi denen boyutlar arası ya da eterik iki merkeze bağlanacak. Aslında toplam olarak 13 çakraya sahip olacaksınız, 2’si tamamen eterik, 11’i ise fiziksel bedeninize ait olacak. Bu 13 çakra şunlardır:

Birinci çakra, daha önce olduğu gibi kök merkez olarak kalacak.

İkinci çakra, yine cinsel merkez olarak kalacak.

Üçüncü çakra, yine güneş sinirağı merkezi (göbek) olarak kalacak.

Dördüncü çakra, ilk büyük değişikliği oluşturacak ve artık ona diyafram merkezi denecek. Bu yeni çakra bedenin prana ya da solunum enerjisini yeniden canlandıracağı için strese hakim olma ve sağlığa zararlı unsurları bedenden atma işlevi de görecek.


Beşinci çakra, yani kalp merkezi sadece sevgi ve yüksek duygular merkezi değil, düşük duygulardan arınmış meleksi sevginin de ifade merkezi haline gelecek.

Altıncı çakra ya da timüs bezi tüm faaliyetin odağı olacak. Timüs halen insan bedeninin en yanlış anlaşılmış salgıbezidir, çünkü radyasyona en duyarlı bezdir. Yaşlanmaya sebep olan dünyanızın atmosferindeki yüksek radyasyon, atmosfer yaklaşık 6 bin yıl önce (tufandan önce) parçalandığında ortaya çıkmıştı. Bu radyasyon çocukluk yıllarından başlayarak timüs bezinin hızla küçülmesine, kalp büyüklüğünde bir organdan bezelye büyüklüğünde bir organa dönüşmesine neden olur. Foton kuşağına girdikten ve insan bedeni yeni galaktik formuna dönüştükten sonra timüs bezi tekrar büyüyecektir. Bu timüs bezinin bir yetişkin bedeninde yeni doğmuş bir çocuk kadar aktif olacağı anlamına gelir. Bu yüzden insanoğlunun hastalıkları önleme yeteneği son derece gelişecek ve timüs artık büzülüp küçülmeyecektir. Başka bir deyişle, yeni timüs merkezi galaktik insanda yaşlanmayı ortadan kaldıracaktır.


Yedinci çakra gırtlak, yani iletişim merkezidir, başınızdan girip bedene yayılan enerjiler için bir kanaldır.

Sekizinci çakraya rüyalar kaynağı denir. Körelmiş bir çakra olan bu merkez aşağı yukarı kafatasının alt kısmına yakın, boynun tam üzerinde yer alır, bilinçli bir varlığın çeşitli rüya ve vizyonları deneyimleyebilmesi için gereklidir.


Dokuzuncu çakra, bilinç için bir kontrol merkezine dönüşecek ve galaktik insanda tam anlamıyla gelişecektir. Beynin alt orta kısmında yer alır, sözde ilkel beyin ve hipofiz bezinden oluşur. Galaktik bir insanda bedenin kendini gençleştirmesine yol açacak şekilde ışığa ve radyasyona karşılık vermesini sağlayacaktır. Altıncı çakra, yani timüs bezi ve hipofiz, bedeni iyileştirecek ve canlandıracak şekilde birbirini etkiler.

Onuncu çakra, üçüncü göz ya da vizyon merkezi (epifiz) olarak bilinecektir. Zihnin yüksek titreşimlerinden gelen vizyonları ve diğer mesajları yorumlamak için sekizinci çakrayla (rüyalar kaynağı) birleşir. Onbirinci çakra, taç çakra görevini üstlenir, fizik bedenin dinçleşmek için spiritüel enerjiyle bağlantı kurduğu yerdir. Taç çakra, bedenin aura alanlarının bir araya gelerek on ikinci ve on üçüncü çakra merkezleriyle bağlantılar kurabileceği yerdir. Bu son iki çakraya galaktik erkek ve galaktik dişi enerji merkezleri denir. Böylece beynin üst 11, 12, 13 ve alt merkezleri 8, 9, 10 birbirleriyle şu anda anlayamayacağınız şekilde iletişim kuracaktır.


Çakra sistemindeki bu değişiklikler sayesinde, Atlantis devrinde yapılan genetik deneyler sonucu dumura uğrayan beyin bölümleri eski şekil ve büyüklüklerine geri dönecektir. İki kuşak sonra insanoğlu tam bilinçli insanların mirası olan daha büyük beyin boşluğuna sahip olacaktır. Bu yönsüz dalga anteninizin tam anlamıyla kullanılabilmesini ve tüm psişik enerjilerin uygun tarzda işlemden geçirilmesini sağlayacaktır. Ayrıca dünya insanı sadece görme yeteneğine mahkum olmayacak, telepati, telekinezi, durugörü ve duruişiti gibi birçok psişik yeteneğe de kavuşacaktır.


Galaktik Federasyon eğer fikrini değiştirmezse foton kuşağına girmeden altı ay önce kitlesel bir iniş gerçekleştirecek ve meydana gelecek değişikliklerden zarar görmemeniz için sizi eğitecektir. İnecek grupta danışmanlar, şifacılar ve diğer personel bulunacak, ayrıca size Federasyon üyeleriyle nasıl iletişim kuracağınız da öğretilecektir, çünkü ilerde bu tür iletişime duyacağınız gereksinim çok artacaktır. Yeni bilinç sürecinizi düzene sokmayı öğrendikten sonra düşünce formlarını nasıl kontrol edeceğinizi, daha önce ölmüş kişilerle nasıl iletişim kuracağınızı ve bu bilgiyi kendinize ya da başkalarına yardım etmek için nasıl kullanacağınızı bilmeniz gerekir. Tüm bu yöntemler Federasyon danışmanları tarafından size öğretilecektir.


 DÜNYANIN UNUTULMUŞ TARİHİ

Yaklaşık 35 milyon yıl önce, Zamanın Efendileri ve güneş sisteminizin Spiritüel Hiyerarşisi dünyayı ve güneş sistemini koruyacak eterik bir yaşam formu yaratmaya karar verdi. Bu melek benzeri yaşam formu, fiziksel yönden gelişmiş akıllı ve duygulu bir primat evrimleşip ortaya çıkana kadar görev yapacak, evrimleşen primat ise gezegeninin karada yaşayan koruyucusu olacaktı. Gerçekten de 8 milyon yıl içinde dünyada primat bazlı bir yaşam formu gelişti.


Dünyadaki ilk yaşam Yaradan tarafından planlandı ve Zamanın Efendileri tarafından çeşitlilik içerecek şekilde yerine getirildi. Birden fazla kara yaratığının eninde sonunda yüksek akıl ve duygu düzeyine ulaşarak gezegene sahip çıkacağına inanılıyordu. Sonunda, yaklaşık 26 milyon yıl önce iki insan olmayan uzay uygarlığı dünyaya geldi ve koloniler kurdu. İnsan olmayan bu zeki uygarlıklardan biri Sagittarius (yay ) takımyıldızındaki az bilinen yıldızlardan gelen sürüngenimsi bir ırk, diğeri ise Orion takımyıldızındaki Bellatrix sisteminden gelen dinozorumsu bir ırktı.


Bu iki uygarlık, güneş sisteminizi kendi mülkleri gibi gören bir manda yönetimi kurdular. O sırada dünyada bulunan eterik uygarlık ve onların meleksi rehberleri, düşman tavırlı bu iki uygarlığa katlanma kararı aldılar, mandacıların tavrında er geç bir yumuşama olacağını umuyorlardı. Nitekim 8 milyon yıl boyunca onlara daha fazla sevgi enerjisi yolladıkça bu iki uygarlık dünyanızdaki memeli hayvanların akıl ve duygu kazanıp bilinçlenmelerine izin verdi. Bu tür ilk yaratık, şimdiki yunus ve balinaların atası olan bir kara memelisiydi. İlkel bir tarım toplumu oluşturdular ve diğer iki uygarlığı da besleyecek gıda ürünleri yetiştirmeye başladılar. Dinozorumsu ve sürüngenimsi uygarlıklardan teknolojik yardım almakla birlikte, onlarla pasif bir ilişki içindeydiler.


Bu üç uygarlık uzun süre birlikte yaşadı. 10 milyon yıl kadar önce üç uygarlık da boyutlar arası yolculuk yapmak için teknoloji geliştirmekle meşguldü. Bu arada farklı yıldızlardan varlıklar alışveriş yapmak için dünyaya gelmeye başladılar. Zamanla dünyadaki yaşam formu çeşitliliğinin varlığı tüm yıldız sistemlerine yayıldı ve Orion’daki çeşitli dinozorumsu ve sürüngenimsi ittifak gruplarının dünyanızı ziyaret etmelerine yol açtı. Yeni gelenler, dünyada koloniler kuran ırkdaşlarının kendilerinden izin almaksızın kara memelileriyle ilişkiye girmesini hoş karşılamıyorlardı, çünkü Yaradan’ın tüm dinozorumsu ve sürüngenimsi uygarlıkları kendi suretinde yarattığına, galaksideki yaşamı istedikleri gibi idare etmelerine izin verdiğine inanıyorlardı. Bu üstünlük fermanını kullanan dinozorumsu ve sürüngenimsi ittifak, 16 milyon yıl boyunca dünyanın her yanında şiddet ve terör uyguladı.


Orion’dan gelen dinozorumsu grup, dünyada koloni kurmuş dinozorumsu gruba baskı yapmaya ve ordusunda özel olarak eğitilmiş silahlı bir birlik oluşturması için onu zorlamaya başladı. Amaçları memeli dünyalı varlıkları yok etmekti. Memeli deniz yaratığı öncellerinin liderleri, psişik yeteneklerini kullanarak Orionlu ve dünyalı dinozorumsu gruplar arasında tehlikeli bir birliğin meydana geldiğini anladılar. Kahinlerini görevlendirerek dinozorumsu ve sürüngenimsi varlıkların kendilerine bir komplo hazırlayıp hazırlamadığını öğrenmeye çalıştılar. Danıştıkları Spiritüel Hiyerarşi de komployu doğruladı.


Sonunda Orionlu gruplar memelilerin hepsini yok edecek, ama uygarlıklarına zarar vermeyecek psikolojik bir silah geliştirdiler. Memeli grubun yaşlıları, düşmanın niyetini anlayınca onlardan evvel davranıp anayurtlarının ortasına yerleştirilmiş füzyon jeneratörlerini kullanmaya karar verdiler. Bu anayurt orta Asya’dan doğu Avrupa’nın ortalarına dek uzanıyordu. Füzyon jeneratörlerini havaya uçurarak dünya çapında bir felaket yaratmaya, böylece diğer iki uygarlığı yok etmeye karar verdiler. Dünyanın Spiritüel Hiyerarşisi ve Leydi Gaia (Dünya Ana) memeli grubunun planını onayladı. Memeliler toplumlarını ikiye bölerek savaş stratejilerini uygulamaya koydular. Buna göre, uygarlıklarının yarısı dünyadan tahliye edilerek güneş sisteminin dışına götürülecek, geri kalanlar da karaları terk edip okyanuslara sığınacaklardı. Plan gerçekleştirildi ve jeneratörler patlatıldı.


Dinozorumsu ve sürüngenimsi grupların % 98’i yok edildi, geri kalan azınlık Mars ve Jüpiter arasındaki Maldek gezegenine kaçtı. Memeli grubun yaklaşık yarısı ( 30 milyonu) okyanuslara sığındı. Bilinçlerini kullanarak 4 milyon yıl içinde kendilerini yavaş yavaş suda yaşayabilen yaratıklara dönüştürdüler. Uygarlığın geri kalanları Pegasus ve Cetus takımyıldızına kaçtılar ve güneş sistemine tekrar dönecekleri kehanet edilen zamanı beklemeye başladılar.


Böylece dinozorumsu ve sürüngenimsi ittifak yaklaşık 8 ila 10 milyon yıl önce yok edilmiş oldu. Bir kısmının Maldek’e kaçmasından sonra dünyanın Spiritüel Hiyerarşisi gezegenin koruyuculuğunu gezegende kalan memeli deniz yaratıklarına bıraktı. Memeli deniz yaratıkları ve uzak takımyıldızlara giden kardeşleri boş kalan karaların koruyuculuğunu üstlenecek bir grup bulmaya karar verdiler. Dünyanın Spiritüel Hiyerarşisinin de yardımıyla bir aday bulabilmek için güneşten 80 ışık yılı uzaklıktaki bir bölgeyi taramaya başladılar. Bu araştırma 2 ila 3 milyon yıl sürdü. Sonunda Vega yıldız sisteminin dördüncü gezegeninde okyanuslardan yeni çıkmaya başlayan bir primat keşfettiler. Bu primatlar mitler yaratmak, dil oluşturmak, avlanma ve devşirme kültürü geliştirmek türünden uygarlığın ilk adımlarını henüz atıyorlardı. Memeliler primatların gelişimlerinin hızlandırılması için Vega yıldız sisteminin Spiritüel Hiyerarşisinden izin istediler, böylece primatlar çok kısa bir süre içinde kara koruyuculuğu yapabileceklerdi.


Genetik değişim konusunda anlaşmaya varıldı ve işe başlandı. Suda yaşayan primatlardan Vegalı insanlara dönüşme süreci hızlandırıldı. Bundan 4,5 milyon yıl önce dinozorumsu ve sürüngenimsi ittifakın ileri keşif kolları dünyaya tekrar müdahale ettilerse de Leydi Gaia ve memeli deniz yaratıklarının azimle karşı koymaları yüzünden başarı sağlayamadılar. Vega’dan başlayan göç 2,5 milyon yıl boyunca sürdü. Sonunda insanlar güneş sisteminizin uçlarına kadar yayılıp bir federasyon çatısı altında birleştiler. Federasyon güneş sisteminizde koloniler oluşturmaya karar verdi. Leydi Gaia (Dünya Ana) planı onayladı, böylece Hiborniya (Hiperborea olarak da bilinir) adlı ilk dünya kolonisi kuruldu. Hiborniya aşağı yukarı 1 milyon yıl sürdü ve tam bir Lyra/Sirius tipi uygarlık oldu. Yaklaşık 1 milyon yıl önce dinozorumsu grup yenik düşmüş kardeşlerine yardım etmek için güneş sistemine geri döndüğünde, artık sistemin büyük bir kısmına insanların egemen olduğunu gördü. Kendilerine kala kala Maldek’deki koloni ve güneş sisteminin kenarına dağılmış küçük bir ileri karakol personeli kalmıştı


Dinozorumsu ve sürüngenimsi ittifak yine de güneş sistemine ve komşu yıldız sistemlerine saldırmaktan vazgeçmedi, Maldek’deki koloni de kendilerine yardım ediyordu. Galaktik Federasyonun Mars, Venüs ve Dünyada yarattığı insan kolonilerini sürekli taciz ediyorlardı. Bu saldırlar Mars’ın atmosferini ve hidrosferinin (okyanus ve nehirler) büyük kısmını yok etti. Venüs keskin gaza dönüşen atmosferin neden olduğu ısınmadan dolayı sera etkisi içinde hapsoldu. Dünya’daki Hiborniya kolonisi ise tüm uygarlığı mahveden bir saldırıyla yok edildi. Sonunda dinozorumsu ve sürüngenimsi ittifak tüm güneş sisteminizin kontrolünü yeniden ele geçirdi. Yaklaşık 80 bin yıl boyunca güneş sisteminiz bu grupların ileri karakolu oldu. Sonunda Galaktik Federasyon bu ittifakı güneş sisteminden uzaklaştırmak için bölgeye büyük bir savaş gezegeni getirdi. Bu gezegenin amacı, ittifakın yönetim merkezi olan Maldek gezegenini yok etmekti. Maldek yok edildikten sonra ittifakın dünyadaki güçlerini yenmenin daha kolay olacağı düşünülüyordu. Bu acımasız plan çabucak gerçekleştirildi ve dünyanız 900 bin yıl önce yeniden insanların kontrolü altına girdi.


Dünya insanları bu kez yeni kolonilerinin Lemurya denen kıtada kurulmasına karar verdiler. Burada, hayatın her düzeyinde demokratik ilkelerin geçerli olduğu bir Lyra/Sirius uygarlığı yarattılar. Sonraki 850 bin yıl boyunca Lemuryalılar şimdi Pasifik Okyanusunun bulunduğu yerdeki ana kıtadan tüm gezegene yayıldılar. Bir dizi yavru imparatorluklar kurdular. Bu imparatorlukların en önemlisi Atlantik Okyanusunun ortasında büyük bir ada olan Atlantis’ti. Bir diğer önemli koloni bugün Çin ve Tibet denen bölgede kurulan Yü İmparatorluğuydu. Uygarlıklarını geliştirirken kültürlerinin eşsiz olduğu duygusuna kapılan Atlantisliler, kendilerini Lemurya’nın diğer yavru imparatorluklarından üstün görüyorlardı. Ana imparatorluk olduklarına inanıyor, Lemuryayı ve onlara sadık kalan diğer küçük imparatorlukları yok etmeyi tasarlıyorlardı.


Sonunda Atlantisliler, aslen Alpha Centauri ve Pleiades’deki uygarlıklar tarafından oluşturulmuş çeşitli asi savunma kumandanlıklarında bazı müttefikler buldular. Sonraki 25 bin yıl boyunca bu savunma kumandanlıkları ve çeşitli yıldız sistemlerinin ileri karakollarıyla ittifaklar geliştirdiler. Bu gruplar Lemurya’nın yok edilmesini ve Atlantis’in egemenliğini amaçlayan planlar geliştirmeye başladılar. Uygun fırsat kollayan Atlantisliler yaklaşık 25 bin yıl önce Alpha Centauri ve Pleiadesli asilerle Lemurya’yı yok etmeye karar verdiler. Yaptıkları plan başarılı oldu, ama bu arada dünyanın aylarından birini de yok etti.


O zamanlar dünya bir değil iki aya sahipti, her biri şimdiki ayınızın dörtte üçü büyüklüğündeydi. Asilerin yapmaya niyetlendikleri şey, güç alanlarını kullanarak aylardan birini aşağı doğru spiral çizen bir yörüngeye sokmak ve ay dünyayla kritik kütle konumuna (Lagranj Noktası) erişmeden havaya uçurmaktı, böylece muazzam bir meteor sağanağı Lemurya kıtasını yok edecekti.


Planı gerçekleştirdiler, ay parçalarının büyüklüğü tektonik tabakalarda bir dizi felakete yol açtı. Lemurya kıtasının altındaki büyük gaz odaları çöktü ve koca kıta sulara gömüldü. Yaklaşık 25 bin yıl önce Atlantisliler ve asi müttefikleri büyük Lemurya kıtasını işte böyle yok ettiler. Sonunda Lemurya gözden kayboldu ve bir efsaneye dönüştü. Yakınlarda bilim adamlarınızın Pasifikte yaptığı okyanus sondajları deniz dibinde geniş vadiler ve dağ yükseltileri bulunduğunu ortaya koydu ve bir zamanlar dünya harikası olan batık kıtanın bir kısmının haritası çıkarıldı. Lemurya uygarlığının yok edilmesinden sonra hiçbir şey güç açlığı içindeki Atlantis’in yükselişini ve her yere nüfuz edişini önleyemedi.

ATLANTİS’TEN BÜYÜK TUFANA KADAR

Lemurya’nın sulara gömülmesinden sonra Atlantisliler ve onlara yardım eden asiler, kendi hiyerarşik yorumlarının Galaktik Federasyonun daha demokratik yorumundan üstün olduğunu ileri sürdüler. Lemurya’yı ana imparatorluk gibi gören diğer yavru imparatorluklar şok olmuş, yarınların ne getireceği konusunda endişeye kapılmışlardı. Kuzey Afrikadaki Libya- Mısır İmparatorluğu, Atlantis’e kendi toprakları üzerinde bir dereceye kadar yetki veren bir anlaşma yapmayı başardı, ama varlığını koruyabilmek için Atlantislilerin istediği değişiklikleri kabul etmek zorundaydı. Asyadaki Yü imparatorluğu ve kolonileri Atlantislilere boyun eğmeyi reddettiler. Birkaç emir yayınlayarak Atlantislilerin yavru imparatorluklardan özür dilemesini ve şiddet eylemlerine son vermesini istediler.
Atlantisliler, Libya-Mısır İmparatorluğunun da desteğiyle Yü’den bu emirleri derhal kaldırmasını talep ettiler, karşı taraf bunu da reddetti. Sonunda Atlantis’in ve asi müttefiklerinin silahlı güçleri Yü İmparatorluğuna saldırıp yıkıma giriştiler. Yülüler yer altına inmek zorunda kaldılar ve bugün hala varlığını sürdüren Agarta ve Şambala uygarlıklarını kurdular. Onların bu şevk dolu eylemleri, Lemurya’nın şanlı mirasının, yani gerçek Lyra/Sirius uygarlığının yeniden oluşturulma zamanı gelene dek devam edecektir.


Atlantis’in yükselişi ve çöküşü arasında üç imparatorluk tarih sahnesine çıkmıştır. İlk imparatorluğa Eski İmparatorluk denir. MÖ. 400 binden MÖ. 25 bine kadar uzanan bu imparatorluk Lemurya ile aynı dönemde var oldu ve Lemurya’nın yıkımını planladı. İkinci imparatorluğa Orta İmparatorluk denir. MÖ. 25 binden MÖ. 15 bin yılına kadar uzanan bu imparatorluk dünyanın ilk hiyerarşik yönetimine sahne olmuştur. Üçüncü imparatorluğa ise Yeni İmparatorluk denir. Atlantis tarihinin son 5 bin yılını kapsayan bu dönem çatışmaların ve yıkımın öyküsünü içermektedir. MÖ. 15 binden MÖ. 10 bine dek uzanan son dönem, dünya insanlarını bugün hala acısını çektiğiniz genetik mutasyona uğratma dönemidir. Ama bu genetik mutasyon bizlerin de yardımıyla yakında düzeltilecek geçici bir durumdur.


Şimdi Orta İmparatorluk dönemine bir göz atalım. Lemurya battıktan sonra Atlantis’in seçkin sınıfı imparatorluğun yeniden nasıl inşa edileceği sorunuyla karşı karşıya kalmıştı. Hem tam hakimiyet kurmak, hem de diğer imparatorlukları bünyeleri içinde tutmak istiyorlardı. İlk girişimleri, Lemurya klan yapısını değiştirerek Lemurya’nın geleneksel kavramlarını seçkin sınıfın hakim olacağı bir devlet şekline dönüştürmek oldu. Bu değişiklikler başlangıçta hiç de başarılı olmadı ve gezegenin her yanında bir dizi çetin iç savaşın yaşanmasına yol açtı. Atlantisliler, daha önce dünyayı fizik anlamda dengelemek için kullandıkları yapay bir Maldek ayı getirmişlerdi. Askeri üstünlük elde etmek, iç savaş ve isyanları sona erdirmek için bu ayı kullanmaya kalkıştılar. Ama isyanlar 10 bin yıllık Orta İmparatorluk boyunca devam etti. İleri karakollardaki bazı kurnaz asiler, Atlantisli seçkin sınıfın yeni oluşturduğu klanların yönetim konseylerine sızıp yönetimi ele geçirmeleri için adamlarını yolladılar. Yönetimlere sızan asiler, Lemurya yanlısı hizbe karşı sert tedbirler alınmasında ısrar ediyorlardı. Sonunda bu ısrar Atlantisli seçkinlerin bir terör ve işkence dönemi başlatmasına yol açtı, bu da toplumsal bölünmelere sebep oldu.


Atlantisin nasıl düzene sokulacağı, gezegenin nasıl yönetileceği sorusu hala geçerliliğini koruyordu. Devleti egemen kılmak için birçok talihsiz girişimde bulunuldu. Kullanılan en başarılı yöntemlerden biri, Tanrı gücü dedikleri şeye inanç yaratmaktı. Atlantis’in asil yönetim konseyi, yetkilerini Tanrıdan alan bir hükümet modeline şiddetle ihtiyaç duyuyordu. Oysa bu yönetim şekli, ülkenin 10 özerk yönetime bölündüğü Eski İmparatorluk dönemindeki uygulamaya ters düşüyordu, çünkü 10 bölgenin kralları Atlantis’in yönetim konseyini oluşturuyorlardı. Yeni düzenleme bu krallardan birini en yüce hükümdar olarak seçmeyi öngörüyor, diğer dokuz kralın da hükümdarın kabinesini oluşturması isteniyordu.


Otokrasi yükselişteydi. Orta İmparatorluğun sona erişiyle birlikte sıkıyönetim Atlantis’e tam anlamıyla egemen olmuştu. Öte yandan, Orta İmparatorlukta yetişen yeni kuşaktan birçok insan ülkeyi yöneten seçkin sınıftan memnun değildi. Yönetimin başarısız olduğuna inananlar Lemurya sistemine dönülmesini talep ederek büyük bir isyan başlattılar. Yönetim sert tedbirler alarak isyancıları İyonya ve güney Avrupa’ya sürdü. İsyancı liderler Atlantisli egemenlere boyun eğene dek İyonya’da kalmaya mahkum edildiler. İsyancılar sadece seçkin sınıfın üyelerinden değil, aynı zamanda gayrı memnun bilim adamlarından ve diğer yöneticilerden oluşuyordu. Sonunda bir yer altı direniş örgütü oluşturarak hareketi Atlantis’e taşımaya başladılar. Bu yer altı hareketi, Lemurya’ya uygarlığı getiren Siriusluların onuruna Osiris (Osirius) mezhebi denen bir mezhep yarattı.


Osiris hareketinin etkin hale gelebilmesi için Yeni İmparatorluk boyunca 3-4 bin yılın geçmesi gerekti. Sonunda Atlantisli yöneticiler İyonya’yı yok ederek bu mezhebin kökünü kazımaya karar verdiler. Pleiadesli ve Centauruslu asilerin de yardımını almaya çalışan seçkin sınıfın yaptığı hazırlık İyonyalı isyancıların gözünden kaçmadı. Bilimsel birikimleri sayesinde kendilerini yok etmek için kullanılabilecek herhangi bir ay’ın devinimlerini saptayan bir erken uyarı sistemi geliştirdiler. Bir saldırıya hemen karşı koyacak durumdaydılar.


Atlantis yıkımdan evvel Atlas adlı bir kralın yönetimindeydi. Seçkin sınıf, İyonya’ya yapılacak saldırının yer altı hareketine son verip vermeyeceği konusunda endişeliydi. Bu hazırlıklar, İyonya saldırıya uğrarsa neler olacağı konusunda endişelenmeye başlayan Libya-Mısır İmparatorluğunun seçkin sınıflarını da alarma geçirmişti. Kral Atlas Lemurya uygarlığının yeniden ihya edilmesinin gizli taraftarıydı. Hatta Kralın İyonya’daki yer altı hareketinin onuruna Osirius ya da Osiris adını verdiği bir oğlu bile vardı. Yıkımdan hemen önce Atlas kendini öldürmek isteyen komplocuları atlatmak için karısı Kraliçe Mu’yu ve oğlu Osirius’u iki farklı yöne yolladı. Kraliçe Mu ve kraliçenin kardeşi Prens Mayam’ı Atlantis ordusunun çoğunluğuyla Orta Amerika’ya gönderdi. Osirius ile rahiplerin ve kayıt tutucuların çoğunu ise Libya-Mısır İmparatorluğuna yolladı.


Atlas, Atlantis’in yıkımından sonra Lemurya İmparatorluğunu yeniden kuracak imparatorluk bölgeleri yaratmayı düşünüyordu. Ne yazık ki Osirius’un erkek kardeşi Seth’in eylemleri bu umudu boşa çıkaracaktı. Seth, Libya-Mısır İmparatorluğunun atanmış yöneticisi olarak gerçek Atlantis İmparatorluğunu yeniden kurmaya karar vermişti. İki zıt inanç Osirius ve kardeşi Seth arasında büyük bir çatışmaya yol açtı. Prens Osirius’un ordularının başında ilerdeLibya-Mısır İmparatorluğunun başına geçecek olan büyük oğlu Horus vardı. Horus amcası Seth’in niyetini sezdi ve babasını uyardı. Ama Osirius kardeşi Seth’in olumlu bir insan olduğuna ve babaları Atlas’ın vasiyetine sadık kalacağına inanıyordu, bu yüzden oğlunun uyarılarına kulak asmadı. Nitekim Seth, kardeşi Mısır’a geldiğinde onun Libya-Mısır İmparatorluğunun yeni kralı olmasına izin verdi, çünkü yasaya göre büyük oğlun kral olması gerekiyordu. Kendi krallığını kuramayacağını anlayan Seth sonunda Osirius’a saldırmaya karar verdi. Silahlı güçlerini Nil Nehrinin ötesine, bugün Ortadoğu (Sümer toprakları) denen yere götürdü.


Horus ise ordusunu Sina Yarımadasında konumlandırdı. Bu arada yeni bir oyuncu önemli bir güç olarak oyuna katılmıştı. Şambala ya da Agarta İmparatorluğu, otoritesini yeniden kurmak için Hindistan’da Agarta Kralının oğlunun yönetimi altında bir yüzey imparatorluğu kurmaya karar vermişti. Bu Agarta Prensinin adı Rama idi, imparatorluğu bugüne kadar onun adıyla anıldı. Rama İmparatorluğu başlangıçta İndus Nehri vadisinde yerleşmişti. Agartalılar, yeni imparatorluğun Seth’e ve Sümer ordusuna karşı savaşması gerektiğine karar verdiler. Agarta uygarlığı hava kuvvetleriyle Horus’u korudu, Sina Yarımadasında ileri karakollar kurmasına ve Seth’in ordusuna saldırmasına olanak sağladı. Sonunda Horus Sina Yarımadasının doğu ucunda yapılan zorlu bir savaşta Seth’i yendi ve onu öldürdü. Seth’in oğulları kutsal topraklardan geçerek bugün Ortadoğu denen bölgeye kaçtılar ve orada Sümer uygarlığının temellerini attılar.


Seth’in oğulları ve Sümerler, Mısırda yeniden egemenlik kurmaya azmetmiş, kendilerini Lemurya’dan kalan her türlü mirası tamamen yok etmeye adamışlardı. Horus’u yenebilmek için ustaca bir plan geliştirmeye başladılar. Bu tehlike, Horus’u Rama İmparatorluğuyla yeni anlaşmalar yapmaya yöneltti. Seth’in oğullarının Rama İmparatorluğuna yaptığı bir dizi saldırı, Horus güçlerinin Sümerlere karşı saldırıda bulunmalarına yol açtı. Bu yıkıcı saldırılar Avrupa, Afrika ve Asyanın, yani uygar dünyanın büyük bir kısmını mahvedecek gibi görünüyordu.


Sonunda savaşan imparatorlukların yöneticileri, kristal tapınaklara saldırmaya karar verdiler. Tapınaklar, gökkubbeyi (donmuş kristalize su tabakası) yerinde tutan kristal ağını barındırıyordu. Bu donmuş kristalize su savaşan taraflarca son çare olarak düşünülüyordu. Dahası, üç imparatorluk da sadece düşman bölgesinin sular altında kalacağına, kendi bölgelerine bir şey olmayacağına inanıyordu. Ne yazık ki kristal tapınaklara saldırılar aynı zamanda yapıldı ve gökkubbeyi çatlatacak ölçüde kristal ağ yok edildi. Böylece gökkubbe parçalandı ve milyonlarca galon suyun gökten yere inmesine sebep oldu. Kutsal metinlerinizde bu olaydan Büyük Tufan (Nuh Tufanı) diye söz edilir.


Şimdi kısaca bu gökkubbenin neden oluştuğuna bir göz atalım. Gökkubbe, biri dünyadan yaklaşık 15 bin ila 18 bin kadem, diğeri ise yaklaşık 35 bin ila 38 bin kadem yükseklikte iki katmandan oluşan dev bir kristalize su kalkanıydı. Katmanlar çok iyi inşa edilmişlerdi, gezegene yaşam bahşeden bir atmosfer sağlıyorlardı. Gökkubbe çöktüğünde atmosfer açılacak, bu da tehlikeli radyasyonların dünyaya nüfuz etmesine sebep olacaktı, sonra da kaçınılmaz olarak iklim değişiklikleri meydana gelecekti. Oysa gökkubbe varken yağmur yoktu, rüzgar çok azdı ve mevsim değişiklikleri yaşanmazdı. Savaşanlar aynı anda kristal tapınaklara saldırınca kristal ağın büyük bölümü yok oldu, bu da gökkubbede muazzam büyüklükte bir deliğin açılmasına yol açtı. Delik gökkubbenin dengesini bozunca şiddetli yağmurlar başladı. Bu ani tufan sonucunda Rama, Mısır ve Sümer uygarlıkları yok oldular, sonra tufan dünya çapında yayılarak Amerika kıtalarını, Asya, Avrupa ve Afrika’nın diğer kısımlarını ve okyanus havzalarını da kapladı.


Kırk gün süren şiddetli yağmurlardan sonra dünya tamamen değişti. İnsanlığın tüm tarihi kayıtları tufan sırasında yok oldu, geriye ağızdan ağıza aktarılan öykü ve efsanelerden başka bir şey kalmadı. Dünya insanları bu efsanelerin ne anlama geldiği konusunda düşünmelidir. Tufandan sonra şimdi üzerinde yaşadığınız dünya ortaya çıktı. Bu kadim zamanın halkları ve hükümdarları, sizin tanrı ve tanrıçalarınız haline geldiler. Sonuç olarak onların çağı sizin efsanevi Altın Çağınızı oluşturdu. Yapmanız gereken şey, anlattığımız olayların yakında gezegeninizde meydana gelecek olaylarla bağlantısını ortaya koymaktan ibarettir.

TUFANDAN SONRA

Tufan sona erip sular çekilmeye başladığında insan nüfusu iyiden iyiye azalmıştı. Geride kalanlar uygarlığı nasıl onaracaklarını düşünerek sığınaklarından çıkmaya başladılar. Dünyanın seçkin insanları, gezegene hükmeden Pleiadesli ve diğer asi gruplardan yardım istediler. Tufan sırasında Atlantisli seçkinler ve uzaylı işbirlikçileri Hadar yıldızına (Beta Centauri ) kaçmışlardı. Felaketi dünya insanlarının hak ettikleri karmik bir yıkım olarak görüyorlardı. Hatta Hadar 3. kolonisinin yönetim konseyi, asi Pleiadeslilerden bu çökmüş uygarlığa müdahale etmemelerini, onu düşük bir kültür ve teknoloji düzeyinde tutmalarını önerdi. Kısaca, Hadarlılar bu yaklaşımın tufanın neden olduğu yıkıma saygılı davranmak anlamına geldiğini düşünüyorlardı. Ama uzun tartışmalardan sonra asiler çıkarlarını düşünerek dünya insanlığına yardım etme kararı aldılar.


Pleiadesli asiler sadece dünyanın dört bölgesinde koloniler kurmak için bir plan hazırladılar. Bu bölgelerden ilki Ortadoğu idi, Sümer kolonisi burada kuruldu. İkinci koloni Meksika’nın orta bölgesindeki vadide kuruldu ve Olmek öncesi orta Amerika uygarlığı haline geldi. Üçüncü koloni Rama İmparatorluğunun eski topraklarında, Çin’in bugünkü Xian kentine yakın yerde kuruldu. Dördüncü koloni Libya-Mısır İmparatorluğunun merkez bölgesinde oluşturuldu. Sümer uygarlığını kurmakla görevli asiler, buradaki devlet sistemini kendilerinin denetleyici Tanrılar rolünü oynayacakları hiyerarşik bir yapıya dayandırdılar. Asiler, dünyanın mutasyona uğramış insanlarına kendilerine saygıyla tapınılması gerektiğini vurgulayan bir yaratılış miti sundular.

Sümer uygarlığı bu mit çerçevesinde gelişti. Tufandan yaklaşık yüz yıl sonra bir başka asi grup Mısır’a geldi ve bir uygarlık kurmaya başladı. Bu Pleiadesli ve Centauruslu asiler, Büyük Piramidin simgelediği Lemurya mirasını yok etmenin bir yolunu bulmaya azmetmişlerdi. Bir Tanrı Kral figürünü kullanarak hükmetmek ve halktan eski teknolojik sırlarla tarihi gerçekleri gizlemek istiyorlardı. Meksika vadisinde yaşayanlar, Lemurya döneminden kalmış ve daha sonra Kraliçe Mu ve kardeşi Prens Mayam tarafından desteklenmiş eski uygarlıkları yeniden yaratmaya çalıştılar. Ancak bunu başaracak teknolojiye sahip değillerdi, bu konuda uzaylı asilerden yardım istediler. Bir süre sonra Pleiadesli ve Centauruslu bir grup geldi ve Meksika’da kendi hiyerarşik yapılarını ve mitolojilerini yansıtacak birkaç uygarlık kurdu.


Bir başka asi grubu da Asya kıtasına gitti. Rama İmparatorluğunun eski topraklarında, bugünkü Xian kenti yakınlarında bir koloni kurdu. Bu grup eski baş düşmanlarının kültürünü baştan aşağı değiştirmek istiyordu, ama Rama İmparatorluğunun bölgedeki etkisi hala güçlüydü. Asiler imparatorluğun birçok gizli arşivinin hala kullanıldığını biliyorlardı. Bu yüzden Lemurya-Rama kültürüyle kendi kültürlerini ustalıkla meczederek ve eski öğretileri kısmen saptırarak amaçlarına ulaşmayı planladılar.


Tufandan sağ kurtulan ve nerdeyse bilinçlerini yitirmiş olan bu insanları kolaylıkla gütmenin bir yolunu bulan asiler, spiritüel olmayan bir dini sonunda insanlara kabul ettirdiler. Öte yandan Spiritüel Hiyerarşi hala mutasyona uğramış insanların dünyanın koruyucusu olabileceğine inanıyordu. Bu yüzden insanların dünyayı yeniden iskan etmesine izin verdi ve kısıtlı ölçüde müdahale etme kararı aldı. Müdahaleler, ara sıra değişik varlıkları temsilci olarak göndermeyi ve seçilmiş bazı uygarlıklara vizyonlar göstermeyi içeriyordu. Bu vizyonlar, belirli çekirdek inançları toplumlarına sunacak spiritüalize olmuş bazı insanları yaratmaya yardımcı oldu. Yeni inançlar toplumların ruhsal evrimini sağlayacaktı, uygulama bugüne kadar sürdü. Dünya insanlarının iyiyle kötüyü ayırt etmelerine ve daha adil bir yönetim biçimine ihtiyaç duymalarına bu müdahaleler çok yardımcı oldu.


Tufandan sonraki iki bin yıl boyunca hiyerarşik imparatorluklar hüküm sürmüş ve çeşitli kent devletleri arasında pek çok savaş yapılmıştı. Kent devletleri daha sonra birleşip imparatorluklar kurdular ve daha kanlı savaşlara neden olacak teknolojileri kullanmayı öğrendiler. Bu korkunç savaşlar dünya insanlarını şimdiki atom bombaları ve nükleer başlıklar zihniyetine kadar getirdi.


Uzaylı asiler, büyük binalar inşa etmeyi unutmuş insanlara eski yapıların projelerini kullanarak bina inşa etmeyi öğrettiler. Ancak yapılan büyük binalar kendilerini bir tanrı gibi sunan uzaylılara tapınma yeri olarak kullanılıyordu. İtaatsizliği asla hoşgörmüyor, insanları ilahi yetkiyle yönettiklerini söylüyorlardı. İlahi yetki kavramı insanlara Spiritüel Hiyerarşi tarafından değil, negatif eğilimli varlıkların kurduğu hiyerarşi tarafından aşılandı. Bu yüzden kadim “tanrıların” gerçek tanrı değil, sadece asi insanlar olduklarını söyleyebiliriz. Federasyon kaçkını asiler mutasyona uğramış insanları kendilerine biat ettirdiler ve seçkin sınıfa köle gibi hizmet eden, boyun eğen bir uygarlık yarattılar.
Bununla birlikte, MÖ. 15. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar ışığın ve karanlığın güçleri arasında yapılan galaktik savaşlar ve boyutlar arası müdahaleler asilerin gezegen üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmelerini zorlaştırdı, giderek otoriteleri zayıfladı. Bu ani geri çekilme insanlar arasında yeni bir bilincin ortaya çıkmasını sağladı. Pleiades Yıldız İttifakının yaptığı bir girişimle dünyadan ayrılmak zorunda kalan asiler, dünya insanlarının semavi bir dinin ve felsefenin temelini atmasını istemeyerek de olsa kolaylaştırmış oldular.


Öte yandan, gökkubbenin çökmesiyle dünya atmosferine rahatça giren zararlı kozmik ışınlar insan ömrünü bin yıldan birkaç on yıla, 8-10 kadem uzunluğundaki normal galaktik insan boyunu 5-6 kademe (1 kadem =28 cm) kadar indirmişti. Bu ufalma insan bilincini çok sınırladı ve sözde tanrıların etkisine açık kıldı. Ama Spiritüel Hiyerarşi eninde sonunda insanlığın gerçek Tanrı yoluna, ışığın yoluna gireceğini biliyordu. Çünkü ne kadar mutasyona maruz kalırsa kalsın az sayıdaki insanda yeterince genetik madde korunmuştu. Semavi vizyonlardan en çok etkilenenler kahinler ve medyumlardı, onlara verilen bilgi günümüze kadar insan uygarlığına yardımcı olmayı sürdürdü.


Dünya insanının karantinadan ve mutasyondan sıyrılıp galaktik insan olmasının zamanı artık geldi. Bu süreç şimdi gezegeninizin her tarafında yaşanıyor, bizler bu konuda size yardımcı olmaya çalışıyoruz. Tarihinizle ilgili bilmeniz gerekenleri anlatıyor, şu andaki durumunuzu daha iyi anlamanıza yardımcı oluyoruz. Bugün dünya insanı için harikulade bir model gerçekleşiyor, bu model yeryüzünün şarkısıdır! Spiritüel Hiyerarşilerle yeni bir bağlantı oluşturmanın ortasındasınız. Artık eski barbar uygulamalardan kurtuldunuz, birbirinize davranışlarınız olumlu yönde gelişiyor. Ama 20. yüzyıldaki uygulamalarınız birçok yönden eski barbarlığınızı gölgede bırakmıştır. Fakat yine de dünyada bilincin geliştiği çok açık bir gerçek, şimdi yeni bir çağın eşiğindesiniz. Eğer insanlar enerjiyle bir olmayı sürdürürlerse içlerinde bir yükseliş, ışık bedene dönüş ve ölümsüzlüğe kavuşma potansiyeli olduğunu keşfedecekler.

TANRI VE KORUYUCULUK


Güneş sisteminin tüm diğer gezegenleri gibi dünya da melekler, başmelekler ve yükselmiş üstatlar denen bir Spiritüel Hiyerarşi tarafından kuşatılmıştır. Onların amacı, sekiz boyutlar arası evrim enerjisi için aracılık yapmaktır. Bu semavi aracılar boyutlar arası uygun girişleri kullanarak enerjileri üçüncü boyut enerji kalıplarınıza aktarırlar. Söz konusu yaratıcı ve evrimleştirici enerji kalıpları, güneş sisteminizi ve gezegeninizi de içeren fizik evreni yaratır.


Yaratılışın Tanrı dediğiniz En Yüce Yaratıcı Güç tarafından nasıl gerçekleştirildiğini açıklamamız gerekir. Yaratılış doğası gereği süreklidir ve evrimleştiricidir. Belirli bir yaratılışın her veçhesi önemli ve kendine özgü bir devreye sahiptir. Şimdiki yaratılış altıncı devredir ve 50 milyar yıldan 100 milyar yıla kadar sürecektir. Şimdi bu altıncı yaratılışa bir göz atalım.


Evreninizin fizik yaratılışı 50 milyar yıl kadar önce En Yüce Yaratıcı Gücün yönetimi altındaki Zamanın Efendileri tarafından başlatıldı. Şimdiki yaratılış, zamanın başlangıcından beri süren altı yaratılışın sonuncusudur. Her bir fiziksel yaratılış kendi devresine ve kendi modeline sahiptir. Bu yaratılış, en yüce sevgiden oluşan daha yüce bir ışık üretebilmek için karanlığın nasıl ışığa dönüştürülebileceğini göstermek üzere meydana getirildi. Bu sevgi galaksinizi değişime uğratacak ve onu En Yüce Yaratıcı Güce ve onun baş temsilcileri olan Zamanın Efendilerine yükseltecektir.


Zamanın Efendilerine fizik yaratılışın tanrısal çobanları denebilir. En Yüce Güç fizik yaratılışı ilk başlattığında önce Zamanın Efendileri yaratıldı, çünkü zaman tüm fizik yaratılışı yöneten birimdir. Zamanın Efendileri sonsuz sayıdaki her boyutta vardır, görevleri fizik yaratılışı tanrısal amaca göre düzenlemek ve denetlemektir. Zamanın Efendileri önce fizik yaratılışın sekiz boyutunu yarattılar, sonra da her bir boyut arasındaki spiritüel enerji alışverişini düzenleyen boyutsal Spiritüel Hiyerarşilere yardım ettiler. Üçüncü boyutsal galaksiyi oluşturabilmeleri için Zamanın Efendilerine “zamanın yaratıcı nabız atışı” verilmiştir, bu enerji vasıtasıyla herşey mümkündür.


Zaman ilahi planda birçok anlama sahiptir, yaratılış ışığını fizik evrende tesis eden süreçtir, ayrıca zaman yaratılışın tüm yasalarını ve yöntemlerini mümkün kılan mekanizmadır. Bununla birlikte işlevi özel gereksinimlere göre değişir. Zaman her şeydir, ama aynı zamanda hiçbir şeydir. Zaman büyük bir bilmecedir, dünyanızdaki su gibi zaman da kendi düzeyini arar. Büyük bilginlerimiz, görücülerimiz ve mistiklerimiz milyonlarca yıldır zamanın nabız atışını inceliyorlar, ama henüz zamanın sırrını çözemediler. Foton enerjisinin gerçek bilimi ve felsefesi sizi yaratılışın sonsuz devreleriyle ilgili yeni bir anlayışa götürecektir. Aslında yaratılışın büyük bir patlamayla başladığı ya da ani bir şekilde sona ereceği kuramı yanlıştır. Zamanın Efendileri ve boyutsal hiyerarşiler yaratılışı yeni bir realiteye dönüştürürler.


Tüm spiritüel sistemler birinciden sekizinci boyuta kadar düzenlenmiştir. Sekizinci boyutun ötesinde Tanrılığın doğasıyla ilgili çok sayıda yüksek spiritüel boyut vardır. İlk yedi boyutun her biri fizik yaratılışın çeşitli veçhelerini ifade etmek için yaratılmıştır. Sekizinci boyut tüm bu alt boyutların kaynağını oluşturur. Sekizinci boyutun üstünde büyük ve sonsuz Tanrılık (Zamanın Efendileri, Başmelekler vs) vardır. Birinciden üçüncüye kadar olan boyutları zaten biliyorsunuz. Onların üzerinde üçüncü boyutun beşinci boyuta geçtiği bir zaman girişi (kapısı) olan dördüncü boyut bulunur. Beşinci, altıncı ve yedinci boyutlara yüksek boyutsal alemler denebilir. Dünya bilim ve fiziğinin yasaları orada geçerli değildir. Öz’ün bilimini anlamayanlar için bu boyutlar kendi boyutunuza kıyasla büyü ve mucize alemleri olarak görünebilir. Bu alemlerde Tanrılık Melekleri ve Başmelekler Spiritüel Hiyerarşinin çeşitli düzeylerinde bulunur ve dünyayı korumak için 5. 6. ve 7. boyutlarda yer alırlar. Başmelek ve meleklerin başlıca misyonu, yaratılışın sevgi ve ışık enerjisini alıp fizik evren boyunca dağıtmaktır. Zamanın Efendilerinin sorumluluğu ise fizik evreni gözlemek ve Spiritüel Hiyerarşi tarafından verilen sevgi ve ışık enerjisini kullanarak fizik evreni sürekli yaratmaktır. Spiritüel Hiyerarşi üyelerinin boyutlar arası alışverişi gerçekleştirmek için izledikleri bir yöntem vardır, fizik alemde özellikle de üçüncü boyutta enerji alışverişini yerine getirecek fizik bir koruyucuya ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden herhangi bir gezegenin fizik koruyucuları hem fizik hem de spiritüel varlıklar, başka bir deyişle tam bilinçli fiziksel varlıklar olmalıdır.


Spiritüel Hiyerarşilerin deva veçhesi, fizik dünyayı mümkün kılan sevgi ve ışık enerjilerini tezahür ettirmiştir. Aslında bu deva ruhları biyosfer dediğimiz bir yaşam sistemi kurmuşlardır. Tüm hayvanlar, bitkiler, kayalar, su ve gökyüzü yaşam enerjisine ve bilince sahiptir. Yaşam sınırlı değildir, yaşam her şeyde vardır. Daha yüksek spiritüel bir bilimin var olduğunu anlamalısınız. Şimdiki durumda dünyada koruyucu grup olarak seçilmiş iki büyük tür var. Birinci tür memeli deniz hayvanlarıdır, ikinci tür ise çok uzun bir süre önce diğer yıldız sistemlerinden getirilen insanlardır. Memeli deniz hayvanları ritüelleriyle, sonar şarkılarıyla ve yolculuklarıyla biyosferi canlandırırlar. Balina şarkısı dünyanın tüm okyanuslarında ve gökyüzünde yankılanır. Bu şarkıların oluşturduğu enerjiler yaşamı sürdüren rezonansı yaratır. Bu yüzden balina avlamak cinayetten farksızdır, dünyaya yapmak ve başarmak için geldiğiniz her şeyi ihmal etmenin ve ona saygısızlık göstermenin son perdesidir! Balina avcılığına derhal son vermenizi istiyoruz. Koruyucu bir türe yapılan bu saygısızlığa, bu iğrenç durumun sürmesine izin veremeyiz.

GALAKTİK İNSAN UYGARLIĞI

İlk insan uygarlığı yaklaşık 6 milyon yıl önce Lyra takımyıldızındaki en parlak yıldız olan Vega yıldız sisteminde kuruldu. Bu zaman zarfında Vega’nın insan sakinleri gezegenler arası bir kültürün başlıca ilkelerini geliştirdiler. Bu kültür, dört asli toplumsal yasa olarak sunulan iki ana prensibe dayalıydı. Bu iki prensipten ilki, bireyin kişisel evriminin önemiydi. Uygarlığın temel inancı, bireyin bilincinin bir yandan kendi ruhunu keşfederken bir yandan da başkalarına hizmet ederek tam anlamıyla gelişebileceği şeklindeydi. İkinci prensip, her insanın ruh ışığının kendine özgü biçimde parladığını söylüyordu. Her ruh ışığı birleşik insan ailesini oluşturan bilmecenin bir parçasını taşıyordu.


Galaktik uygarlığın kökeni boyutlar arası Spiritüel Hiyerarşilere dayanır. Zamanın ve uzayın spiritüel efendileri, galaksiler ve yıldız sistemleri içinde bir dizi fiziksel varlık oluşturdular. Bu gerekliydi, çünkü gezegen ve yıldızların evren boyunca yaratılışın beyaz ışığını oluşturmak için fizik koruyuculara ihtiyacı vardı. Bu amaçla Spiritüel Hiyerarşiler özel yaşam formları, çeşitli insanlar ve insan olmayan varlıklar yarattılar. Dünya insanının farkındalığı arttıkça hizmet etme ve koruyuculuk hakkındaki bilgisi de artacak ve galaktik bir uygarlığı başarıyla yaratabilecektir.


Spiritüel Hiyerarşinin başlangıçta tüm insanlara verdiği bu koruyucu doğa büyük bir armağandır, çünkü o dört demokratik ve toplumsal yasaya dayandırılmıştı. İlk yasa Bir’in Yasasıdır. Bu yasaya göre her varlığın hedefi kendi ruhsal evrim ve hizmet yolunu keşfetmesidir. İkinci yasa, yaratılışın gücünün ancak bir başka varlıkla kurulan sevgi dolu bir ilişki vasıtasıyla kullanılabileceğini söylüyordu. Başka bir insanla ilgilenip ona bakmak insanı koruyuculuğun daha derin bilgisine ulaştırıyordu. Üçüncü yasa, insanın kendisi, dostları, ailesi ve klanıyla kurduğu yakın ilişkiyi, küresel dayanışma ağını geliştiriyordu. Dördüncü yasa, klanın klanla ve gezegenin yıldız sistemiyle ilişkisini öngörüyordu, yani üçün yasasının genişletilmiş şekliydi. Her dört yasanın da kendine özgü ritüelleri vardı.


Her birey, kendini adamanın ve ruh enerjisinin anahtarının klan danışmanlarının verdiği talimatlarda olduğunu öğrenirdi. Danışmanlar klanların saygıdeğer üyeleriydi. İçsel evrimleri ve ruh güçleri onlara diğerlerini yönlendirme yetkisi veriyordu. Danışmanlar aracılığıyla verilen kültür çocukluktan yetişkinliğe kadar devam edip gidiyordu. Her bireye insanın bir amacı yerine getirmek için enkarne olduğu anlatılıyor, diğer yaşamlarının anısını unutmamaları öğretiliyordu. Bunu sağlamak için yeni doğan bebeklere ve ana babalarına özel danışmanlar atanıyordu. Lyra-Sirius kültüründe ana baba olmak, asla bitmeyen bir yaşam devresinin başlamasına olanak vermek ve buna tanık olmak demekti. Bebeğin amaçları klan tarafından da paylaşılırdı. Her bireye çocukluk döneminden itibaren gezegen ve yıldızların koruyucusu ya da idarecisi gibi davranması öğretiliyordu, bu kutsal bir görevdi.
Benlik, ayrı düşmüş ya da yabancılaşmış bir ego olarak değil, bir bilinç ağının ayrılmaz parçası olarak görülürdü. Odak her zaman sadece benliğin gelişmesini teşvik etmek değil, aynı zamanda bu benliği yaratan bağları da araştırıp keşfetmekti. Her insanın koruyucu rolünü keşfetmesi çok önemliydi, çünkü bu ruh gücünde derinlere uzanan bir süreçti.

LYRA-SİRİUS KÜLTÜRÜ VE KADERİNİZ

Lyra-Sirius kültürü yaklaşık 2 milyon yıl önce dünyada Hiborniyalar denen bir grup yarı eterik varlık tarafından başarıyla uygulandı. Bu Lemurya uygarlığı kurulmadan çok önceydi. Hiborniya uygarlığı dört temel toplumsal yasayı izledi ve yaklaşık bir milyon yıl süreyle bu yasalara sadık kaldı. Aynı yasalar daha sonra Lemurya uygarlığı tarafından da uygulandı. Hiborniya, Orion takımyıldızından gelen sürüngenimsi ve dinozorumsu ittifak tarafından bir milyon yıl önce yok edildi. Dünya gezegenini harabeye çeviren bu yıkımdan sonra, 900 bin yıl önce Lemurya uygarlığı tarih sahnesine çıktı. Lemurya çok farklı yıldız sistemlerinden gelen kolonilerden oluşuyordu. Bu koloniler arasında koruyuculuk sistemini tam anlamıyla kabul etmeyen ve hiyerarşik bir toplum düzenine inanan asi gruplar da vardı. Bu asiler zamanla Atlantik Okyanusunda yer alan Atlantis kıtasına yerleşerek Lemurya’yı yok etme planları hazırlamaya başladılar. Sonunda başarılı oldular, bu son yıkım yaklaşık 25 bin yıl önce meydana geldi.


Bugün göklerinizi kuşatan Galaktik Federasyon ve Spiritüel Hiyerarşi, dört temel toplumsal yasayı yeniden oluşturmanız için size yardım etmektedir. Dünyanızdaki memeli deniz yaratıklarının uzak yıldızlardaki kardeşleri yeni uygarlığı kurmak için gezegeninize geri dönmektedir. Koruyucu üçgenin iki ayağı olan Spiritüel Hiyerarşi ve deniz yaratıkları görevlerine sadık kalmışlar, şimdi sıra koruyuculuğun üçüncü ayağı olan insanlara gelmiştir. Lyra-Sirius kültürüne yeniden dönebilmek için değişim ve süreklilik kavramlarını çok iyi anlamalısınız. Bunları size öğretmek için birçok danışman gezegeninizde görevlendirilmiştir. Bu danışmanlar daha evvel sözünü ettiğimiz temel modeli izleyeceklerdir.


Galaktik Federasyon Sirius sistemindeki klan yapısını öğrenmeniz için çaba harcamaktadır. Sirius klan sisteminde 6 klan vardır:

1- Spiritüel savaşçı klanı.
2-Bilim klanı.
3- Bilim mühendisliği klanı.
4- Yönetim klanı.
5- Yaşam bilimleri klanı.
6- Yaşam bilimi mühendisliği klanı.

Bu klanlar yıldız sistemi yönetim konseylerinin temelini oluştururlar. Her klan kendi içinde birtakım özel görev ve hedeflere sahiptir. Örneğin yaşam bilimleri klanı, herhangi bir gezegendeki bitki ve hayvan yaşamını anlamak ve sürdürmekle görevlidir. Yaşam bilimi mühendisliği klanının işi o gezegendeki yaşam formlarının gezegenle ve spiritüel hiyerarşiyle birliğini sağlayan işlem ve teknolojileri uygulamaktır.


Şu anda çevrenizde bulunan her şey değişim halindedir. Gereken tek şey bilincinizi genişletme ve yeni realiteyi kabul etme yeteneğidir. Bu yeni realite birçok çatışma noktasını ortadan kaldıracak ve size mucizevi yeni bir teknoloji getirecektir. Artık sadece hayatta kalabilme kavramını aşarak onurlu ve amaçlı bir biçimde yaşama kavramına ulaşmalısınız. Yeni realiteyle birlikte günbegün yeni bir uygarlık oluşmaktadır, bu Lyra-Sirius kültürünün dört temel toplumsal yasasıdır. Kim ve ne olmanız murat edilmişse o olmak üzere güçlendirileceksiniz. Sevinin, çünkü dünyanız bir kez daha galaksinin çeşitli varlıklarının ziyaretinize gelecekleri bir vitrin olacaktır.

GALAKTİK FEDERASYON

Galaktik Federasyon 4,5 milyon yıl önce boyutlar arası karanlık güçlerin bu galaksiye hükmetmelerini ve onu sömürmelerini önlemek için kuruldu. Karanlık güçler Samanyolu Galaksisini katı kalpli varlıklarıyla tohumladılar. Sürüngenimsi ve dinozorumsu bu varlıklar galaksiye yayılarak binlerce yıldız sistemini kolayca fethettiler ve sonunda benzer teknolojiye sahip akıllı ve duygulu varlıkların bulunduğu bir bölgeye ulaştılar.

Bundan yaklaşık 4 milyon yıl önce kısa ama barbarca bir yıldız savaşları dönemi yaşandı. Sınırlı bir kapsamda da olsa bu savaş ve barış dönemleri zamanımıza kadar sürdü. Galaksi boyunca saldırılar sürerken bizler daha organize hale geldik, hem galaksiyi savunmak hem de insan ve insan olmayan uygarlıklar arasındaki koordinasyonu sağlamak için örgütlenmemizin gerekli olduğunu anladık. Galaktik Federasyonun bünyesinde 100 binin üstünde yıldız sistemi vardı. 1988 ile 1993 yılları arasındaki yeni katılımlarla üye sayısı yaklaşık 200 bine yükselmiştir. Federasyonun, galaksiyi savunmanın yanında keşif, teknoloji değiş tokuşu ve kültürel ilişki gibi görevleri de vardır. Galaktik Federasyon bilim adamlarını henüz birliğin parçası olmayan yıldız sistemlerine de göndermekte, 14 bölgesel konseyi vasıtasıyla gezegenleri, yıldız sistemlerini kontrol etmekte, bir yandan da üyelik kriterlerini karşılayacak yeni uygarlıklar aramaktadır. Üyelik kriterleri teknolojik ve ruhsal düzey, kültürel gelişim gibi birçok alanı kapsar. Yapılan bilimsel değerlendirmelerden sonra üyeliğe kabul edilecek uygarlıkla temas kurulur.


Sirius Yönetim Konseyi ve Spiritüel Hiyerarşinizin çabaları sayesinde gezegeniniz ve güneş sisteminiz üyelik kurallarından muaf tutulmuştur. Çünkü güneş sisteminiz hem önemli bir vitrindir, hem de özel bir konumu vardır. Bu yüzden dünyanız 5 Mart 1993 tarihinde Galaktik Federasyon üyeliğine kabul edildi. Bu kabul, Galaktik Federasyonun kurtarma misyonunu yasal olarak oluşturmasına ve dünyaya iniş için ilk temas takımını görevlendirmesine olanak sağladı.


Galaktik Federasyonun uzay misyonu iki bölümden meydana gelir. İlk bölüm bilim ve keşif takımlarından, ikinci bölümse savunma güçlerinden oluşur. Bilim ve keşif güçlerinin üç amacı vardır. Galaksinin çeşitli bölgelerine yeni üyeler bulabilmek için keşif ve inceleme takımları göndermek, Federasyona kabul edilecek üyeleri değerlendirmek için bilim heyetini görevlendirmek ve yıldız sistemlerinde yaşayan varlıkların bilinç ve teknoloji düzeylerini değerlendirmek. Bu kriterler bilim adamları tarafından Federasyonun yetkili konseylerine rapor edilir. Bilim adamlarına her zaman savunma güçlerinin bir birimi eşlik etmektedir.


Son zamanlarda galaksinin Siriusa yakın bölgelerindeki dinozorumsu ve sürüngenimsi gruplar bizimle yaptıkları tüm savaşlara ve düşmanlıklara son vermek istediklerini bildirmiş, hatta Galaktik Federasyona üyeliğe kabul edilmeleri için ricada bulunmuşlardır. Bu son derece şaşırtıcı olay, galaksinin her yanına ışığı yayma misyonumuzun başarıya ulaştığının ve şimdiki yaratılışın amacı hakkındaki kadim kehanetlerin artık gerçekleşmekte olduğunun bir kanıtı olarak kabul edilmektedir.
Galaktik Federasyonun irtibat gruplarında iki milyarı aşkın görevli çalışmaktadır. Bu bölüm Federasyonun akıllıca kararlar verebilmesi için gerekli bilgileri toplar. Federasyonun en küçük biriminden en büyüğüne kadar her yerde irtibat görevlileri bulunur. İletişim ağları kendi içlerinde konseylere veya forumlara ayrılırlar. En yüksek irtibat konseyi Vega yıldız sisteminde yerleşmiş olan Ana Galaktik Federasyon Konseyidir. İkinci düzeydekiler çeşitli bölgesel konseylerdir, federasyonda halen 14 bölgesel konsey vardır, bizi ilgilendiren en önemli bölgesel konsey Sirius Bölgesel Konseyidir. Güneş sisteminiz er geç bu konseye üye olacaktır. Bölgesel konseyler çeşitli zorlukları çözen bir mahkeme olarak görev yapar, bölgelerindeki politikayı saptarlar. Ayrıca yıldız sistemleri arasındaki sorunları çözer, kültürel ve teknolojik alışverişe aracılık ederler.


Bölgesel konseylerin dışında bir de yerel yönetim konseyleri vardır. Bunlar ya basit bir yıldız sisteminin ya da 20 veya daha fazla yıldız sisteminin oluşturabileceği yerel konseylerdir. Siz dünyalılar ve güneş sistemindeki diğer üyeler eninde sonunda yerel bir yıldız sistemi konseyi oluşturacaksınız. Katılacağınız Sirius Bölgesel Konseyindeki en büyük yıldız ittifakı, yaklaşık 50 farklı yıldız sisteminden oluşan Pleiades Yıldız İttifakıdır.


Galaktik Federasyon dünya insanlarını sömürmek için burada değildir. Biz insanları yüksek bilinç düzeyine ulaştırmak, kuşatılmış bir gezegeni kurtarmak için buradayız. Yaşadığınız bunca zorluktan sonra yaşamın ve sevginin ihtişamını sadece günlük yaşamınızda deneyimlemeyi değil, bu olumlu enerjiyi galaksinin her yanındaki diğer varlıklara ulaştırmayı da hak ediyorsunuz. Şimdi Galaktik Federasyonun dünyayla kurduğu temas sürecini gözden geçirelim.


Galaktik Federasyonun güneş sisteminizdeki rolünü yeniden belirlemesi, 1950’lerde Agarta ya da Şambala dediğiniz büyük uygarlığa tayin edilen özel bir irtibat ve kültür grubuyla başladı. Daha sonra Galaktik Federasyon tarafından bu gruba bazı dünyalıları uyandırmak için ilk geniş çaplı teması gerçekleştirme görevi de verildi. İlk seçilen ve temas kurulan dünyalılar bilimsel eğitime ve birikime sahip olanlardı. Bunların olası bir medya teması için iletişim görevi yapacakları umuluyordu. Federasyon ayrıca gezegeninizdeki devletlerle ve Birleşmiş Milletlerle temas kurmanın zorluklarını yenmek için irtibat ve kültür takımları oluşturmaya başladı. Uygarlığınız dünyayı çevresel bir yıkıma sürüklediği için yapılacak bir tahliyeyle insanları yıkımdan kurtarmak, sonra dünyada insan ırkını yeniden tohumlamak için 1960’ların sonunda bir temas takımı kuruldu, ancak sınırlı denetleme rolüne sahip bir takımdı bu.

1980’lerde Galaktik Federasyon dünyada olan bitenleri sadece bir kıyamet süreci olarak değil, ama bir değişim dönüşüm ve aydınlanma süreci olarak da görmenin gerekli olduğunu anlamaya başladı. Bu gelişmeler yeni tip bir organizasyona ihtiyaç gösterdi. 1980’lerin başlarında oluşturulan organizasyona İlk Temas Takımı dendi. Takımın misyonu 1950’lerde, 1960’larda ve 1970’lerde ilk temas takımını yaratan kavramlara kıyasla çok genişletilmişti.


Son temas takımı kitlesel bir teması yapabilecek nitelikteydi. Aynı dönemde Siriuslular yeni bir gelişmeden haberdar oldular. Memeli deniz yaratıkları ve dünyanın Spiritüel Hiyerarşisi, Federasyona ilk temas senaryosunu kitlesel yükseliş işlemini de içeren bir senaryoyla değiştirmelerini bildirdi. Bu yeni realite Siriusluların, Sirius Bölgesel Konseyini siyaset değişikliğine ikna etmek için geniş bir kulis faaliyeti yapmasına sebep oldu. Bu siyaset değişikliği 1980’lerin sonlarında etkisini göstermeye başladı ve Siriusluların güneşin kutbiyetini değiştirerek yükseliş sürecinin gerçekleşmesi için yöntemler araştırmasına olanak sağladı. Yapılan araştırmalar, güneş sisteminizi Lemurya zamanındaki haline döndürmek için buraya birçok bilimsel grup getirmenin gerekli olduğunu gösterdi. Daha sonra bu onarma işlemi gezegeninizle ilgili tüm bilim ve uzay misyonları için başlıca yol gösterici prensip haline geldi.


Bu değişikliğin sonucu olarak 1980’lerin sonlarında çok güçlü bir ilk temas takımı resmen kuruldu. İsmi temasın başlangıcına kadar açıklanmaması gereken yeni bir lider atandı. Bizi şimdi gerçekleştirmeye hazırlandığımız kitlesel iniş sürecine götüren de onun iki yılda kaydettiği önemli ilerleme oldu. Sirius Bölgesel Konseyi oluşturulan bu ilk temas takımına tam yetki vermiştir, temas takımının kumanda kurulu 50 üyeden oluşmaktadır. Bu takımın görevleri şunlardır: Dünyanın Spiritüel Hiyerarşisiyle bağlantı kurmak, gezegenin çevresini yeniden düzenleyip iyileştirmek, kültürel yardım yapmak, gezegene inişi sağlamak, dünyanın biyosferini yeniden düzenleyerek eski haline getirmek ve Galaktik Federasyonla dünya arasında irtibat kurmak.


Kitlesel inişler gerçekleştiğinde dört gruptan oluşan geçici bir yönetim konseyi oluşturulacaktır. Bu gruplar şunlardır:

1- Rab Metatronun Merkezi Güneş Konseyinden seçilmiş üyeler.
2- Agarta (Şambala) Yönetim Konseyinden birçok üye.
3- Galaktik Federasyonun temsilcileri olarak seçilmiş Siriuslu kültür ve irtibat danışmanları.
4- Gezegensel savunma grupları.

Bu konseyin yerini ne zaman kalıcı bir konseye bırakacağı konusunda son sözü ise Rab Metatronun Merkezi Güneş Konseyi söyleyecektir.


Sevgili dünyalılar, Galaktik Federasyonun ilk temas takımının sizden istediği tek şey insan bilincinde büyük bir değişimin meydana gelmek üzere olduğunu kabul etmenizdir. Siz dünya insanları dini metinlerinizdeki kehanetlerde bildirilen hayranlık verici bir kader yoluna girmek üzeresiniz!

KİTABA KONULAN EKLER


Bu kitapta okuduğunuz foton kuşağıyla ilgili bilgileri zenginleştirmek ve bakış açınızı genişletmek için bu konuda yayımlanmış çeşitli kaynaklardan alıntılar yapmayı uygun bulduk. Aşağıdaki alıntı 1991 yılında yayımlanan “Tanrı-Ben” adlı eserden alınmıştır.


Güneş sistemimiz yaklaşık olarak her 25-26 bin yılda bir Pleiades’in merkezi güneşi Alcione çevresindeki bir dönüşünü tamamlar. Bu yörünge Alcione’a en yakın ve en uzak iki noktaya sahiptir. Merkezi güneşe en uzak noktada insanoğlunun bilinci “karanlıktadır.” Merkezi güneşe en yakın nokta ise uyanış ve aydınlanma noktasıdır.


1961 yılında bilim adamları uydular vasıtasıyla Pleiades’i kuşatan foton kuşağını keşfetti. Güneşimizle birlikte dünyamız her 25.860 yılda bir Pleiades’in çevresindeki dönüşünü tamamladığından, yaklaşık her 12.500 yılda bir bu foton kuşağının orta noktasına ulaşır. Foton kuşağını bir ucundan öteki ucuna geçmesi ise aşağı yukarı 2 bin yıl alır. Yani kuşağı terk ettikten sonra güneş sistemimizin ona tekrar girmesi için 10.500 yılın daha geçmesi gerekecektir. Bu devre de bir takım daha büyük devrelerin içinde yer alır. Son devreyi diğerlerinden ayıran şey, bunun (tüm devreleri kapsayan 206 milyon yıllık büyük devre de dahil olmak üzere) tüm diğer devrelerle birlikte tek bir “uyumlu hizalanma” noktasında sona ermesidir. (Harmonic Convergence)


1962 yılında foton kuşağının etki alanına girdik. Yapılan hesaplar 2011 yılında kuşağın ana akış bölgesine gireceğimizi gösteriyor. (St. Germain, gerçek geçişin Aralık 2012’de olacağını bildiriyor) Bu evrenin azami genişleme noktasına ulaşacağı zamandır. Doğu mistisizmi evrenin bu büzülme ve genişleme ritmini “Tanrının soluk alıp vermesi” olarak tanımlıyor. Her soluk bu boyutta 11.000 yıllık bir süreyi kapsıyor. Bu zaman çerçevesinin büyük devrelere, güneşimizin merkezi güneş Alcione çevresindeki dönüşüne denk gelmesi bir rastlantı değildir. Süper bilince geçiş ya da Mesihin İkinci Gelişi foton kuşağına girişle paralel bir biçimde, tam da genişlemeyle büzülme arasında, yani hareketin durduğu anda vuku bulacaktır. Yapılan hesaplar foton kuşağına 208 bin kilometre hızla gireceğimizi göstermektedir. Bu giriş göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşecektir. Foton kuşağının enerjisi spiritüel ve eterik yapıdadır, fiziksel değildir, ama fizikle etkileşime girip onu etkiler.


İnsanlığın büyük çoğunluğu asıl kaynağını ve dünyadaki amacını unuttuğu için ışık devreleri ikili bir amaca hizmet eder, “olgunlaşmış” ruhları Öz’ün ışığına alır, zayıf ve henüz olgunlaşmamış olanları bir erteleme devresine sokar. Bu bir ayıklama sürecidir, yani 10.500 yıllık enkarnasyonlar devresinde yüce sevgiyi varlıklarının özü olarak tanıyıp kabul edemeyen bireylere bir şans daha verilir. Yalnızca bu anlamda bir “Hüküm Günüdür.” Ama kendini yargılayıp hüküm veren insanın kendisidir.


Bilim adamları evrenin ufkunda görünen bu altın nebulanın ne olduğunu bir türlü anlayamıyorlar. Bu altın öz Mesihin İkinci Gelişinin fiziksel tezahürüdür, o Yeni Çağdır. Eşiği geçip altın nebulayla bir olduğunuz zaman artık süper bilinçle bir olacaksınız. O paralel evrendir, gelmekte ve bu evreni kucaklamaktadır. Geçmişe kıyasla şimdi daha yüksek bir rezonansta titreşmektedir. Davut Peygamber zamanından bu yana ışığa geçişle ilgili kehanetler iki noktada doğrudur. Bitiş zamanına yaklaşıyor ve Tanrı çağına giriyoruz. Ancak korkunç kıyamet kehanetleri konusunda şu açıklamayı yapmak zorundayız. Korkular, insanoğlunun düşünce ve davranışlarını değiştirmeye direnmesinin direkt yansımasıdır. Eğer insan sevgi enerjisiyle uyum içine girerse korkunç durumlarla ilgili kehanetlerin gerçekleşmesi gerekmez. Karanlıktan ışığa geçiş sadece dünyayla ilgili değildir, evrensel bir geçiştir. Bu yüzden ışık ve karanlık güçleri kendi taraftarlarına yardım etmek üzere evrenin her köşesinden dünyaya akın etmektedir.


Griler olarak da bilinen güçlerin dünyalı egemenlerle işbirliği yaptığını artık herkes biliyor. Ama içiniz rahat olsun planları başarısızlığa uğrayacaktır. Onlar İsyankar Işının ve egonun uşaklarıdır, en korktukları şey Işık Ailesidir. Işık Ailesi yüksek boyutlardan gelen ve binlerce yıldan beri size hizmet eden varlıklardan oluşur. Onlar geçişten önce korkunun maskesini düşürmek için gelen dev bir gücün ancak yarısıdır, diğer yarısı ise Sevgi Ailesidir. Onlar da şimdi buradadır, ama büyük bölümü henüz çocukluk çağındadır. Işık Gücü eğitir, Sevgi Gücü ise alışılmadık yöntemlerle olayları etkileyip değiştirir.


Geçişin nispeten yumuşak olacağına dair her türlü işaret var. Bizi bazı değişikliklerin, yer yer de büyük çalkantıların beklediği aşikar, ama bunlar görünürdeki olumsuzluklarına karşın yapıcı değişiklikler olacaktır. Eski intikam, nefret, korku, baskı, hırs ve bağışlamazlık duygularını bırakmayanların Işık Çağında yerleri olmayacağı için buradan ayrılacakları kesin. Hiç değişim vaat etmeyecek kadar maddeciliğe gömülmüş binlerce ruhu bu kattan ayıran her deprem, sel felaketi ve kasırgayla bu süreç zaten başlamış durumda, bu minval üzere de devam edecek. İlahi Sevgiyle uyum içine giren her birey doğru zamanda doğru yerde olacaktır, onlar bulundukları yeri hiç umursamayabilirler!


Bitiş zamanı aslında zamanın sonudur, yaşamın sonu değil. O aslında yeni bir başlangıçtır, hayatı gerçekten olduğu gibi sonsuz bir şimdi olarak deneyimleyeceğiz. Maya takvimi de 2012 yılında sona eriyor. Bu takvimin son katununa (1 katun= 20 yıl) 1992 yılında girdik. İncil bitiş zamanından “Büyük sevinç günü” diye söz eder, Mesihin İkinci Gelişi diye! Sayısız kehanet de bu bilgiyi onaylıyor.


Kutuplar değişmeyecek, dünyanın ekseni bir yana yatmayacak, ama manyetik kutupların elektromanyetik yükleri tersine çevrilecek. Foton kuşağı atom altı düzeyde çalışarak her bir atomun aura ışınımını görülebilir şekilde yaymasına neden oluyor. Bu yüzden tüm dünyanın biyosferi parlayacak, insan bedenleri de parlayacak! Tüm dünya üzerinde tek bir karanlık yer, bir gölge bile kalmayacak. Her yer Öz’ün ışığının parlaklığıyla aydınlanacak. Gündüz ve gece ikiliği sona erecek, dünya dönmeye, güneş parlamaya devam edecek, ama yıldızlı gökyüzü geçmişe ait bir anı olacak, çünkü ışık her yanı kaplayacak. Gelecek olan şey ışığın karanlıkla, dünyanın cennetle evliliğidir. Gerçek BENLİĞİMİZ tam anlamıyla bu boyuta girecek, böylece gerçek anlamda ilk kez burada olacağız. Zaman sona ereceği için yaşlanma da olmayacak, hastalıklar geçmişe ait rüyalar haline gelecek.


Foton kuşağı Manasik Halka olarak da adlandırılır. Manasik sözcüğü Manaseh kökünden gelir ve “unutturan” demektir. Bedeninden ayrılan ruhun anıları nasıl bir süre sonra silikleşirse, insanlık da üçüncü boyuttan dördüncüye geçtiğinde geçmişini unutacaktır. Foton kuşağının atmosferimizle etkileşimi başlangıçta gökyüzünün kayan yıldızlarla doluymuş gibi görünmesine neden olacaktır.

İncilde yer alan şu kehanet pek yersiz görünmüyor. “Tüm yıldızlar gökyüzünden dökülecek ve artık gökyüzü olmayacak…” Bunlar Manasik ışımanın etkilerinden birkaçıdır. İnsanlar arası iletişim o zaman doğrudan doğruya olacak, en küçük kibir veya reddetme auramızın büzülüp donuklaşmasına neden olacak ve sözcük ışık haline gelecek. Üçüncü boyuttan dördüncüye, fizikselden eteriğe geçeceğiz, ama fiziksel olanın farkındalığını yitirmeyeceğiz. Bedenlerimiz daha hafif olacak. Birçok varlık bedenini canlı besinlerle (taze sebze) beslerken, birçoğu da direkt eterden beslenecek. Maddenin yönlendirilmesi ve yaratılması da mümkün olacak.


Uzaylı kardeşlerimizin sunduğu yardım sayesinde gerçekleştirilen teknolojik ilerlemelerin yanında, “Üçüncü Türden Karşılaşmalar” gibi filmler çocuklara söylenen ninniler gibi kalacak! Ulaşım sistemi öyle gelişecek ki bugünün jet uçakları hantal kağnılar gibi kalacak. Bazı varlıklar ruhsal gelişim düzeylerine göre düşünce gücüyle yolculuk yapabilecekler. En büyük değişim sınırlı farkındalıktan süper bilince geçiş olacak, geçişten önce dünya dışı varlıklar bizi ziyaret edecekler.


Foton kuşağına dünyanın mı, güneşin mi önce girdiğine bağlı olarak ya önce birkaç gün karanlık olacak ve onu aydınlık günler izleyecek ya da bunun tersi olacak. Son zamanlarda medyumlar kanalıyla bilgi veren bazı varlıklar önce 12 gün aydınlık olacağını, bunu 12 günlük karanlık bir devrenin izleyeceğini, bunun da “işi ağırdan alıp oyalananları” düşünce ve davranışlarını değiştirmeye, korku yerine sevgiyi seçmeye yöneltmek için bir tür “gözdağı” olarak tasarlandığını söylüyorlar. Ancak bu bir tasarı olarak el altında bekletiliyor, bu konuda asıl belirleyici etkenin insanlığın bilinç düzeyi olduğu söyleniyor. Geçmişte her 10.500 yıllık karanlık devrenin sonunda meydana gelen küresel temizlik ruhsal ve fiziksel tüm kirliliğin ortadan kaldırılmasını garantiliyordu. Ancak aktarılan mesajlar geçişten önce kapsamlı fiziksel değişikliklerin gerekli olmadığını, çünkü insanlığın şimdiki kadar yüksek bir anlayış ve idrake daha önce asla erişmediğini bildiriyorlar.


1987 yılında görünmeyen alemdeki kardeşlerimiz, yani Beyaz Kardeşlik gezegenin çevresine özel bir enerji bandı yerleştirdi. Bu enerji bandının amacı duyguları büyütmek ve hızlandırmaktı. Böylece baskı ve zulüm yapanların daha baskıcı, korkanların daha korku dolu, sevecen insanların ise daha sevgi dolu hale geldiklerini gördük. Başka bir deyişle bilinçteki bölünme giderek daha çok vurgulandı. Bu seçimi teşvik etmek için tasarlanmıştı, çünkü yalnızca ışığa uyumlanmış olanlar ışığa geçecek, korkuları yüzünden geride kalanlarsa ışığa katılamayacaktı. Bunun nedeni şudur: Korktuğumuz şeyi reddederiz, her neyi reddediyorsak onu yargılarız ve yargılanan her şey hayatın büyüsünden dışlanır. Bu yüzden o şey yargılanmadan kabul edilene kadar kendini tekrar tekrar sunmak zorundadır. Er geç herkes seçim yapacaktır, sevgiyi seçmekte isteksiz olanlar bu seçimi ancak hor görülmez ve yargılanmazlarsa yapabilirler. Aksi takdirde onları korkuyu bırakmaya değil, korkuya marazi bir düşkünlüğe itersiniz.


Aşağıda yer alan mesajlar, ABD’de önde gelen bir Yeni Çağ dergisinde yayımlanmıştır. Önce 20 Şubat 1995’te ruhsal rehber Zoosh tarafından bir medyum aracılığıyla verilen mesajı sunuyoruz.


Foton kuşağı şu anda yaşanıyor. Şu anda foton kuşağının aurası dünyaya tamamen nüfuz etmiş durumda, tüm duyarlı kişiler bu alanı hissedip etkileniyorlar. Bu durum 12 Şubat 1995’te başladı. Şimdi kısıtlayıcı ve yıkıcı tutum içindeki tüm bireyler, kuruluşlar, örgütler ve hükümetler bu enerji tarafından silkeleniyorlar. Eğer aniden ortaya çıkan bir rahatsızlık yaşıyorsanız kesinlikle paniğe kapılmayın, çaresiz bir hastalığa yakalandığınıza sakın inanmayın. Bu çözümlenip halledilmemiş duygularınızın, eğer şimdi halledilemezse hayatınızın sonuna doğru bir hastalık olarak tezahür edeceğini gösteren bir uyarı, ama fiziksel rahatsızlık şeklinde gelen bir uyarı. Foton kuşağı dünyanızı tam anlamıyla sarıp ona nüfuz ettiğinde, ister duyarlı olun ister duyarsız hepiniz etkileneceksiniz.


Foton kuşağı dünyanıza tam anlamıyla nüfuz ettiğinde bazı değişikliklere tanık olacaksınız. Bu kuşak hayvanları nasıl etkileyecek? Aura alanı şimdiden hayvanlar üzerinde belirli etkiler yarattı. Onlar daha sık doğum yapmaya, türlerini azami düzeye çıkarmaya çalışıyorlar. Bir şeyin yaklaşmakta olduğunu ve ne olursa olsun sayılarını artırmaları gerektiğini hissediyorlar. Hayvanlar giderek daha çok bölgeci olacak ve insanları daha az umursayacaklar. Eğer bir zamanlar hayvanların bulundukları bir bölgeyi şimdi bir ev ya da işyeri işgal ediyorsa, hayvanlar o yer için arazi savaşları yapabilirler. Sabah işe gittiğinizde park yerinde bir geyik sürüsüyle karşılaşabilirsiniz. Aç, susuz kalmadıkları halde kasabalara ayıların, dağ aslanlarının indiklerini görebilirsiniz.


Dünya Ana’nın “Başım dertte yardım gönderin” çağrısına cevap olarak foton kuşağı yollanmıştır, dünyanın kendini onarmasına yardım edecektir. Ayrıca olumlu ve olumsuz her şeyi büyütme özelliğinden ötürü sadece dengeli varlıkların sağlıklı kalmasını sağlamaktadır. Foton kuşağı sanki bir felaket ya da musibet getiriyormuş gibi görünebilir, ama kesinlikle öyle değil. Kuşak sadece kendine karşı yıkıcı davranan insanların yaşam devrelerini kısaltabilir. Eğer söz konusu yara duygusalsa aynı şey geçerli değildir, ama eğer bir takım fiziksel eylemler de yer alıyorsa geçerli olabilir.


Foton kuşağı dünyadaki her şeyi ta atom altı düzeye kadar etkileyecek. Belirli parçacıklar, hatta kuark gibi sahte parçacık sayılanlar bile daha belirgin hale gelecek, bu bir fizikçi için heyecan verici bir zaman olacak. Toprak ana petrolünü ve gazını yıkıcı şekilde kullandığınızı biliyor, bu yüzden dış kabuğunu değiştirecektir. Dış kabuk derken sadece yer kabuğunu (üst tabakayı) kastetmiyorum, kısmen bir sonraki tabakayı (en dıştaki 100 mili) kastediyorum.

Siz 75 milden sonrasına nüfuz edecek araçlara sahip değilsiniz, olamayacaksınız da. Dünya belli kısımlarını adeta emer gibi içine çekecek, o şimdi üzerine bir zırh geçirmek ve saldırıya uğrayan yumuşak karnını merkezine doğru çekmek zorundadır. Foton kuşağı belirginleşip yoğunlaşırken dünyayı da yoğunlaştırıyor. Dünya ana imalat sanayiinde kullandığınız unsurları, örneğin molibdeni, demiri, gazları, petrolü ve kömürü içeri çekecektir. Mevcut tüm yer altı gölleri ve suları korunacak ama tedrici bir şekilde içeri çekilecektir, bu konuda endişelenmeyin. Ama dünya aşikar bir enerji kaynağını, güneş enerjisini kullanmanız için ısrar edecektir. Uranyumunu içeri çekecek ve onu bulmanızı güçleştirecektir. Atom enerjisiyle vedalaşabilirsiniz!


Dünya elektriksel bedenini kullanmanıza izin verecektir, ama giderek azalan bir ölçüde, yani eskisinin yarısı kadar. İşte bu yüzden alternatif enerji kullanımını öğrenmeniz gerekecek. Elektrik şirketleri size eskisi gibi elektrik sağlayamayacak, çünkü elektrik dünyanın bedeninin bir parçasıdır ve şimdi o bu elektriği geri alıyor. Geri alıyor, çünkü bedeninin atomik yapısını yönlendirebilmek için bu elektriğe ihtiyacı var. Bu değişiklikler bir gecede olup bitmeyecek, o yüzden telaşa kapılmayın. Ama gelecek 50 yıl içinde bunlara tanık olacaksınız, bazı işaretler dikkatinizi çekmeye başlayacak. Petrol şirketleriniz % 99 petrol var sanılan yerde petrol bulamadıkları zaman işlerin artık değiştiğini anlayacaksınız. Elektrik elde etmek tedricen güçleşecek ve önümüzdeki 12 yıl içinde fark edilir derecede azalacak, sonra süreç hızlanarak yaklaşık 48 yıl sonra elektrik üretme kapasiteniz yarıya kadar inecek, çünkü dünya size ancak o kadarını verebilecek.


Tüm bunlar foton kuşağının etkisiyle meydana gelecektir. Foton kuşağı çok önemlidir, o her şeydir. O bir anlamda değişimdir, dönüştürmedir, yanıt vermedir ve eylemdir. Ona sorun çözücü bir Hızır da diyebilirsiniz, ondan kaçış yoktur. Foton kuşağı insanların değil gezegenlerin çağrısına yanıt verir, siz onun gelmesini sağlayamazsınız. En azından bir gezegen, bir yıldız ya da yıldız sistemi olmanız gerekir. Foton kuşağı, geçmişte gezegenlerini yıkıma götüren varlıkların yaşadığı yerlerdeki tüm yaşamı sona erdirmekte kullanılmıştır. Ama telaşa kapılmayın, sizin için böyle bir olasılık yok. Kısaca bu büyük bir değişim zamanıdır, siz ve dünyanız foton kuşağının yardımıyla mutasyon geçireceksiniz.
Foton kuşağını göremeyeceksiniz, o bir parçacıklar bulutudur. Uzunluğu Ayın bulunduğu yerden Pluto gezegeninin 50 mil dışına kadardır, eni ise Satürn’ün tüm yörüngesine eşittir. Şekil değiştirebilir, ama şimdiki şekli ve büyüklüğü görevini yerine getirebilmesi için yeterlidir.


Aşağıda, aynı medyum tarafından 22 Şubat 1995’te bizzat Foton Kuşağından alınan bir mesajı sunuyoruz.


Benim işim gezegenlerin, yıldızların hatta evrenlerin yardımına koşmaktır, çünkü onları başlangıçtaki dengelerine yeniden kavuşturabilirim. Dünyanız da kendini başlangıçtaki dengesine kavuşturma yeteneğine sahiptir. Bunu sellerle, depremlerle, yanardağ patlamalarıyla yapabilir. Ama üzerindeki canlılara mümkün olduğunca az zarar vererek bu işi başarmak istiyor, beni de bu yüzden yardıma çağırdı. Bir gezegen insanlar gibi yardım istemez, belirli bir ışıma yayarak yardım çağrısında bulunur. Kısa dalga tutkunları gezegenden yayılan çıtırtı şeklindeki seslerin yardım çağrısı olduğunu tespit edebilirler. Bu seslerde benim ihtiyacım olan bilgiler de yer alır, bana içinde bulunduğu durum hakkında gerekli bilgileri aktarmaktadır. 1947 yılında yaptığı ilk çağrıdan sonra derhal onun yardımına koşabilirdim. Ama o “Yavaş gel ki gelişini yumuşak biçimde hissedeyim, üzerimdeki canlılar aniden yıkıcı gücüne maruz kalmasınlar” dedi. İsteğine uyarak 1947’den beri ona çok yavaş bir şekilde yaklaşıyorum. Dünya, insanlarınızla birçok dünya dışı uygarlık arasında temaslar başladığında ilk kez yardım çağrısında bulundu, çünkü bu temasların mahvına sebep olacak bir yıkımı başlatacağını hissetmişti.


Eğer hızlı gelseydim atmosferiniz aniden değişir, % 89’u azot, geri kalanı ise metan olurdu, oksijen soluyan tüm varlıklar yok olurdu. Dünya hem kendini, hem de sizi iyileştirmemi istedi. Hastam, içinde bulunduğu ıstırap içinde bile sizi düşünmekten geri kalmadı. Şu anda aura alanımın dış kısmıyla kuşatılmış durumdasınız. Birçoğunuz değişmek için acil bir gereksinim içindesiniz. Fizik kütlem gezegeninize yaklaştıkça en az bilinçli olanlarınız bile daha yüksek bir bilince doğru hızla ilerleyecek. Fiziksel, duygusal hatta ruhsal değişim geçireceksiniz. Birçok yıl boyunca yavaş yavaş oluşacak bir şeyin artık birkaç hafta içinde meydana geldiğini göreceksiniz. Bu hiçbir uyarı olmadan gerçekleşen ani bir olay olacak, sonra başladığı gibi hızla ortadan kaybolacak.


Gezegeninizi bireylerin değişime gösterecekleri dirence bağlı olarak en az 12 ila 37 yıl arasında etkileyeceğim. Dünyanın maden damarlarını, petrolünü, gazını yeniden entegre etmesine yardımcı olacağım, ondan aldığınız her şeyi ona geri vereceğim. İnsanlarınızın artık onun bedenini su çıkarmak için bile kazmadığını görene dek bırakıp gitmeyeceğim. Kömürün dünyanın bilinçaltını oluşturduğunu biliyor muydunuz? Onun bilinçaltını alıp yakıt olarak kullanıyorsunuz, sizin bilinçaltınızı çıkarıp alsalardı ne yapardınız? Hayır, artık kömürsüz sanayiler geliştirmeniz gerekecek. Yaradan artık yıkıcı teknolojileri geride bırakmanızı istiyor. Dünyada yapacağım birçok şeyi hissetmeyeceksiniz bile, çünkü onlar yerin epey altında cereyan edecek.


Beş ila yedi yıl içinde kuzey ışıkları alt paralellerde belirgin biçimde göze çarpacak, daha renkli hale gelecek. Gün batımları da şaşırtıcı biçimde daha güzel, şimdi olduğundan daha renkli hale gelebilir, belki gün doğumları bile öyle olacak. Solunum yöntemlerini uygulayanlar 5-6 yıl içinde kullandıkları havanın onları daha çok desteklediğini görecekler. Benim bir ismim yok, ama nabız atışı biçiminde bir imzaya sahibim. Sizin boyutunuzda kütle dönüşüme uğratılabilir, ama yaratılamaz. Ama ben bana bahşedilen yaratıcı güçle yeni kütleler, yani madenler yaratabilirim.


Dünya benden gezegeni oksijenlendirmemi de istedi. Şu anda oksijen diğer varlıkların faaliyetleriyle yaratılıyor. Dünya oksijen oranını bir zamanki düzeyine, yani % 40’lara çıkarmak isteyebilir. Şu anda ortalama oran % 19’dur, hatta bazı kentlerde % 10-12 ya da en fazla % 15 oranında oksijen var. Oysa 1,5 milyon yıl önce, yani dünya iyi durumdayken bedeniniz % 40 oksijenli bir çevrede işlev görmesi için tasarlanmıştı, kendinizi yorgun ve depresyon içinde hissetmenizin nedeni budur. Oksijen oranı % 40 olsaydı, aslında duygusal rahatsızlık olan tüm zihinsel hastalıklar ortadan kalkar, kanser gibi hastalıklar da son derece azalırdı.


Dünyayı bedenimin içine aldığımda bir Yaradan rüyası görebilirsiniz. Uyku halinde Yaradan rüyası görmek, rüya içinde birçok tabaka olduğu için size biraz karmaşık gelebilir, çünkü Yaradan için herşey aynı anda vuku bulmaktadır. Rüya halindeyken her şeyin aynı anda meydana geldiği bir zamansızlık duygusu hissedeceksiniz. Uyandığınızda zamanlı dünyanızla, yani olayların zaman içinde birbirini izlediği dünyanızla tam senkronize olamadığınızı hissedebilirsiniz, bu da kendinizi tuhaf hissetmenize yol açabilir. Adeta yanlış bir yerde bulunduğunuzu hissedebilirsiniz, bu dikkatinizi çekecek bir etkidir, hayır delirmiyorsunuz! Dünya ve ben çok dikkatli biçimde etkileşimi sürdürürsek bu durum maddi ve ruhsal üstatlık derslerinizi hızlandırabilir.


Benimle ilgili karanlık ve aydınlık günlerden söz ediliyor, bunun gerçekleşeceğini sanmıyorum. Gerçekleşebilirdi, ama dünya ana birçok insanın korku ve dehşete kapılarak panik içinde yanlış şeyler yapmasından çekindiği için bunun gerçekleşmemesi konusunda ısrar etti.


Aşağıda, 23 Şubat 1995’te Thenan, Atlanto, Lenduce ve Vywamus adlı ruhsal rehberlerden alınan mesajları sunuyoruz.


Foton kuşağı öyle parlak bir ışıktır ki birçoğunuzun gözlerini kamaştırıp adeta kör edecek. Körlük bir karanlık yaratacak, ama bu karanlık geçici olacak. Bu ışık potansiyelini tanıdıkça ve onunla bütünleştikçe ışığın aslında bir parçanız olduğunu, sevginizin bir parçası olduğunu idrak edeceksiniz. Uyumlu hizalanma (17 Ağustos 1987) tarihinden beri onun enerji alanı içindesiniz. Işığa açık olanlarınız içlerinde bir genişleme ve yaratıcılık hissediyorlar, büyük şeylerin meydana geleceği yönünde bir beklenti içindeler. Onu hissedenler ama tüm anlamını henüz kabul etmeye hazır olmayanlar belki biraz yorgunlar, hangi yöne gideceklerini henüz bilmiyorlar. Çoğunluk hızla onu kabul etmeye hazır hale gelecek. Genişlemeyi reddedenler, eski düşünce biçimlerine sıkı sıkıya sarılanlar, fizik realitenin her şey olduğunu sananlar bu marazi bağlılıklarına daha çok gömülecek ve içe doğru bir patlama yaşayacaklar, kara bir delik tarafından emilir gibi çekip gidecekler. Bu tür varlıklar, kendilerine daha yavaş gelişme fırsatı tanıyan boyutlara gitmek üzere kaza ve doğal afetler sonucunda bu dünyadan ayrılacaklar.


Foton kuşağına henüz kullanmayı öğrenemediğiniz yeni bir sevgi düzeyi olarak bakabilirsiniz. Bazılarınız için bu yeni enerji kalpte bir hayli genişleme, bazıları içinse anormal ritimler yaratacak. Anormal kalp ritimleriyle ilgili yeni hastalıklar ve belirtiler ortaya çıkacak. Bunlar nadiren öldürücü olacak, ama bir hayli telaş ve heyecan doğuracak. Bu olgu, hayata sadece fiziksel düzeyde bakmaya meyilli kişilerin kalplerini daha çok incelemelerine yol açacak. Metafizikçiler için sevginin nasıl şifa verici olduğu, gruplar içinde nasıl enerji düzenleri sağladığı konusunda birçok yeni idrak ortaya çıkacak. Ayrıca fizik ve kimyacıları, sevginin yaşamı ve beden kimyasını nasıl etkilediğini anlamalarını sağlayan yeni keşifler yapmaya zorlayacak.


Foton kuşağının etkisi önümüzdeki birkaç yıl içinde daha aşikar hale gelecek ve 20 yıl içinde zirveye ulaşacak. Bu süre zarfında dünya onun içinden geçmiş olacak, ama etkileri onunla bütünleşip özümsemeniz için kalıcı hale gelecek. Ardışık (birbirini izleyen) zamanınız içinde o içinden geçmekte olduğunuz bir şeydir, çünkü bir sonraki şeye geçmeden evvel farkına vardığınız bir şeydir, oysa sonsuz şimdi’de o daima var olagelmiştir.


İnsanlarla nasıl iletişim kurduğunuza çok dikkat edin. İletişiminizin kalpten mi yoksa ikinci ve üçüncü çakradan mı geldiğini değerlendirmeyi öğrenin. İnsanları olduğu gibi kabul edin ve onları koşulsuz sevin. Karşılaştığınız yeni deneyimlerin sunduğu dersleri kabul etmeye hazır olun, çünkü birçok yeni deneyim yaşanacak ve insanlık kendine yeni bir gözle bakmaya zorlanacak. Bu bir süre rahatsızlıklara, kuşkulara ve benlik içinde kimlik kaybına neden olacak. Yeni enerji bazılarının kendilerini fizik dünyadan kopmuş gibi hissetmelerine neden olabilir. Güçlü olanlarsa bu sevgi sayesinde kendilerini sağlam biçimde dünyaya demirleyecekler.


Yeni enerjiden etkilenenlerin sayısı giderek artıyor ve birçok varlık uyanıyor. Önümüzdeki yıllarda birçok insan, hayatın gereksinimlerini tatmin etmekten daha fazla şey içerdiğini anlayacak. Bu enerji bireyi kendinin dışına taşıyor, genişlemiş bir iletişime ve daha büyük grup farkındalığına götürüyor. Bu nihai birliğe ilerleyişin bir parçasıdır, bundan böyle nihai birliği hissedebileceğiniz deneyimler daha sık tekrarlanacak. Meditasyonlarınızda yüce varlıkların mevcudiyetini hissetmeniz daha kolay olacak.


Foton kuşağı uzayın ve galaksinin enerji düzeninin bir parçasıdır, galaktik merkezden gelen bir enerji akımı, spiral çizen kollardan birinin parçasıdır, yani ışığın galaksi boyunca süren manyetik akışının bir parçasıdır. Enerji olarak galaksinin manyetik şekli dev bir halkaya benzer, merkezinde güç o kadar büyüktür ki manyetik etki sıfırlanır. Ama halkanın çevresini kuşatan, galaktik merkezi çevreleyen spiral bir enerji vardır, o bir anlamda galaksinin uzayını belirler. Foton kuşağı, galaksideki belli var oluş düzeylerini belirleyen halka şeklindeki uzayın etrafında devinen spiralin bir veçhesidir. Farklı titreşim hızlarında farklı halkalar vardır, bunlardan biriyle uyumlandığınızda bir anlamda o boyutla bütünleşirsiniz. Böylece dünyanın bir parçası dördüncü boyut farkındalığıyla bütünleşmektedir. Bu üçüncü boyuttaki perdenin tamamen değil, ama büyük ölçüde kalkacağı anlamına gelir. Bu yüzden dünyadaki medyumların sayısı en az on kat artacaktır. Yerküre değişiklikleri konusunda söylememize izin verilenden daha çok şey gördüğümüzü söyleyebiliriz. Söylememize izin verilmez, çünkü gördüğümüz şeyi yaratmış da oluruz, siz de gördüğünüz şeyi yaratırsınız. Medyum kanalıyla aldığınız bilgileri mutlak doğru olarak kabul ediyor ve onları yaratmaya başlıyorsunuz. Bu yüzden ne tür fikirler ektiğimize çok dikkat etmek zorundayız. Ayırt etmeyi öğrenene kadar size bir çocuk gibi davranmak ve çocukların işitmesinde sakınca olmayan şeyleri söylemek zorundayız. Bu sizden bilgi esirgediğimiz anlamına gelmez. Yeni fikirlere açık olanlar ve satır aralarını okuyabilenler başkalarının işitemedikleri şeyleri işitebilirler! (Sayfa: I-XXIII)

Tamamı bahsedilen kitaptan alınan bu metin Isac Asimov'ın Vakıf adlı serisindeanlatılanlara benzemektedir bana sorarsanız. Aynı zamanda bu yazı dizisinde anlatılan her şeyi daha öncesinden başlayarak ve daha boyutlu olarak kapsamaktadır.

İnanması kesinlikle güç olan bu son metin Japon Prensesinin anlattıkları ile de örtüşmektedir görünüşe göre. Bakalım zaman bizlere neler gösterecek..

İnanılması zor da olsa insanın aklında soru işareti bırakmaya yetecek kadar çok gariplikler olduğu kesindir dünya üzerinde. Bu nedenle yazı dizisinin ana başlığı "Ya tutarsa" olarak seçilmiştir. O halde şimdilik duyun da inanmayın demekle yetinebiliriz. Bahsedilen zamanlar çok uzak olmadığına göre bir çoğumuz zaten anlatılanlara şahit olacağız gibi duruyor "Eğer tutarsa.."

sevgiler
fasulye

9 Şubat 2012 Perşembe

YA TUTARSA (18) SON BÖLÜM

Agarta hakkındaki tüm bilgileri değişik varyasyonları ile bu yazı dizisine almaya kalkarsak bunun bir sonu olmayacağı ortadadır. Ortaya çıkan şudur ki her medeniyetin efsaneleri inanç sistemleri bilimsel gelişmeler ve siyasi gelişmeler varlığına inananlarca Agarta'ya bağlanmaktadır. İddialarda söylenenler bir tesadüf müdür yoksa bir gün ispatlanacak olan bir gerçek midir bilmek zor.

Bu yazı dizisi umuyorum ki size konunun 2012 Maya Kehanetleri ile ilgili olmadığını anlatmak hedefini gerçekleştirmiştir. Çünkü anlatılanlardan anladığımız kadarıyla Mayalarda Agarta'nın bir parçasıdır ve yine parçası olduğu söylenen her medeniyette doğrudan olmasa da ikibinli yıllarda olacak felaketlere dair kehanetler yer almakta çünkü altın çağın yıkımlarla başlayacağına inanılmaktadır. Günümüzde bu tezden yola çıkılarak arka planda neler olduğunu ve ne gibi önlemlere başvurulduğunu bilmek de mümkün değildir. Ancak bir çok insanın yaklaşan felaketlerden korunmak amacıyla titanyum sığınaklar yaptığına dair iddialar bulunmaktadır. Bu sığınaklar sanıyorum 2012 filminde gösterilen sığınaklara benzemektedir diye düşünüyorum.

Ancak bir şekilde Kur'an'la bağdaştırılan bu iddialar sonucu şunu söylemek isterim ki Kur'an'da kıyamet kelimesi bölgesel ya da toplumsal felaketler için kullanılır, yani düşünüldüğü gibi kıyamet dünyanın sonu veya insan ırkının yok olması demek değildir. Dünyanın sonu veya insanlığın sonu olarak bahsedilen Kur'an'da "Din Günü" olarak anlatılır. İlginç olan şudur ki kehanetlerde olacağı söylenen felaketlerde insan ırkı yok olmayacak altın çağın başlaması ile tıpkı Agartalılar gibi ışıklı insanlara dönüşülecektir, bu da yine İslami öğretilerde kullanılan Nur ile özdeşleşmektedir diye düşünüyorum. Bu insanların yanlış hatırlamıyorsam Tevrat'da alınları işaretli kişiler olarak tanımlanmasından dolayı alın şakrası açık olan insanlar için söylendiği iddiası da yer almaktadır. Altınçağ'ın başlamasının ardından bin yıl süreceği yine iddialar arasındadır. Ondan sonrası ile ilgili bir varsayım yoktur. Belki de "Din günü" bin yolun sonunda yaşanacak bir durumdur. Bilim adamları 1997 den beri dünyanın artık ısınmasının durduğu ve soğumaya başladığı iddiasında bulunmaktadırlar. Kimbilir belkide bu çağın sonunda bir buzul çağı ile insanlık tıpkı dinazorlar gibi tarihten silinecek olabilirler.

Şunu da ifade etmek isterim ki kıyamet alametleri ile kastedilen şeyler kutsal kitaplarda daha önce ki toplumların başına gelen anlatılardaki olaylardan oluşur. Ancak bu olaylar ya da felaketler bir kerede tüm insanlığa değil farklı zamanlarda farklı toplumların başına gelmiş durumlardır. Dolayısıyla kıyamet dünyanın sonu değildir.


Bu yazı dizisinin içeriğinde yer almayan bir diğer konu Mu kıtasının varlığı peşinde 50 yılını geçiren James Churcward'dır günümüzde Türkçe'ye çevrilmiş eserleri kitabevlerinde bulunmaktadır. Churcward'dan başka nedense bu konuda sürekli bir araştırma yapan bilim adamı ya da başka bir araştırmacı olmamış gibi durmaktadır. Yani kıtanın varlığını ispatlama yolunda fiziksel bulgular araştıran bir başkası. Churcward'da tıpkı kitapları büyük ilgi gören Daniken gibi bir araştırmacıdır. Bulduğu her ipucunun peşinde dünyayı dolaşmıştır. Ancak her ikisininde elde ettiği bulgular veya teoriler bilim dünyasında pek destek görmüşe benzememektedir. Bilim insanlarının muhafazakar gerçekçiliğinden mi yoksa araştırmaya değer bulmadıklarından mı bilinmez.  Ama bu ikisinide yıldırmamış ömürlerini meraklarının peşinde tüketerek bir çok kitap yazmışlardır.

Bu yazı dizisinin içerğinde karmaşık olarak anlatılsa da aslında binlerce yıldır dünyayı ziyaret ettiği iddia edilen uzaylılar üstün ve galaktik bir ırka aittir. Gezegenler arası yolculukta yapabilmekdirler ve bu bir çok medeniyetin tarihinde yer alan ve yine Kur'an'da da bahsedilen Sirius yıldızı ile ilişkilendirilmektedir.

Hatta üstün medeniyetlerin yanısıra ilkel kabilelerin mitlerinde bile bu konuya değinilmesi ilginçtir. Mali Cumhuriyetinde yaşayan Dagon yerlilerinin söyledikleri oldukça şaşırtıcıdır.

Dagonlar "Dünyaya kelamın hepsi açıklanmadı, daha gelecektir" demişler ve "Emirler Akyıldız - B'den, Akyıldız - A'ya, Akyıldız - C vasıtasıyla aktarılmaktadır" demektedirler. Akyıldız Sirius'tur ve Sirius biri ölü 3 gezegen grubundan oluşmakta ve bunlar A, B, C harfleri ile ifade edilmektedir.

Nommo'nun Gemisi , Dagonların mitolojisinde Sirius yıldız sisteminden dünya gezegenine gönderilenleri ifade eden bir terimdir.

Mısır mitolojisinde de ölümden sonra bir gemiye ya da tekneye bilinerek sorgulanılacak yere gidilmektedir.


 "Aslında insanlar açısından ölümden uzak kalmak kötüdür." (3)

Gerçekte bir iyi ve bir kötü ölüm vardır. Eski bir şiire göre iyi bir ölüm hastalıktan iyileşmeğe veya uzun sürgün senelerinden sonra tekrar baba ocağına dönmeğe benzer. Bir hayat ağacının kalbinde şaheser bir Tanrıça olarak karşımıza çıkan ve Güzel Batı diye anılan iyi ölüm günah işlememişlerin limanı olarak tarif edilir. Bilge Petosiris iyi ölümü şöyle tanımlıyor :

“Ne mutlu oraya varabilene. Oraya ulaşmak, ancak Maat kanunlarını tamı tamamına uygulayan kalplere mahsustur. Burada zenginle fakir arasında bir fark yoktur.” (4)

 Her insanın bir Ka yani kendi tanrısı vardır. Birden fazla tanrıya tapınmasına rağmen sadece içinde bir tanrıyı varedebilir. Ruhun yolculuğunda ölüye bu Ka eşlik edecektir. Ka kimi zaman Anubis, kimi zaman İmhotep olabilir. Ancak genelde Horus’tur.

1) Maat Salonu

Ka, ruhun elinden tutarak onu ilk önce Maati salonuna getirir. Burada tanrıların babası Osiris ve adaletin sağlayıcısı Maati haricinde 42 tanrı oturmaktadır. Bu tanrılar doğru konuşmak, cesaretli olmak, tövbekar olmak gibi soyut kavramların somut halini simgeler. İlk olarak ruhun kalbi tartılır. Terazinin bir koluna kalp diğerinede Maati’nin adaleti, doğru olanı temsil eden devekuşu tüyü konur. Tüy burada temizliği temsil eder. Bu aşamadan geçen ruh Osiris’in önüne getirilir. Osiris’in karşısında ruhun geçmişteki davranış ve sözlerinin gözden geçirilmesi gerçekleştirilir. Bu aşamada ruh yaşamı boyunca yaptıklarını ve yapmadıkları sıralar. İşlediği günahları ifrazat ile ağzından atarak temizlenir.


Buradan sonra ruh özgürdür. Eğer ruh yücelmiş ise, Sekhet Gemisi’ne bindirilir. Değil ise Güneş Kayığı ile yola çıkar. Güneş Kayığı’ndaki yolculukta ölünün yanında Ka’sı, Maati ve Ra bulunur. Sekhet Gemisi’nde ise bunlara 42 tanrı ile Osiris’te eklenir.

2) Aritler
Güneş Kayığı ölüyü buraya getirir. Kabul Salonu’dur. Kapısında Sekhet-her-ast-aru adı verilen nöbetçiler bulunur. Ruh bu bölümde yedi kabul salonundan geçer. Her salonda tanrılarına taparak ilerler.


3) Tuat

Tuat’ta ölülerin karanlık bölgelerden ışıklı bölgelere kayıkla geçirildiği bir ırmak akar. Ölü temiz ise bu ırmaktan istediği kadar su içerek yeryüzüne geri döner ve yeni bir bedende yaşama başlar. Eğer ölü temiz değilse sudan içmesine izin verilmez ve acı çekmesi için Tuat’ın farklı bir bölümüne atılır. Burada kaynayan sular ve zehirli yaratıklar bulunur. Güneş Kayığı’nın yolu buraya kadardır. Sekhet Gemisi ise 6. bölüme kadar ilerler.

4) Busiris

Osiris’in Evi anlamındadır. 21 pilona ayrılır. Pilonlar ruhun devam edeceği diğer dünyadaki farklı safhalardır. ( Nasıl Anubis, ölülerin koruyucusu, İmhotep, sağlığın bekçisi pilonunu seçmiş ise Yücelmiş ruhda bir pilon seçer. ) Her pilonun kapısında Sekhet-her-ast-aru bulunur.

5) Aatler

Bölümler anlamına gelir. 15 bölüm bulunur. Bölümlerden geçen Yücelmiş ruh pilonu hakkında bilgi ve deneyim sahibi olur. Bu bölümden sonra ölüye Sirius Yıldızı’nın kapıları açılır ve Sekhet-Hetep’e girmesine izin verilir.

6) Sekhet-Hetep

Eve hoş geldiniz. Barış ve bereket tarlası anlamına gelir. Ölüm yargılamasının son aşamasıdır. Tarladan geçen ölü Sekhet Gemisi ile Tanrıların ve maiyetinin yaşadığı yer olan Sekhet-aau’ya götürülür. Eğer tanrılık mertebesine ulaşacaksa, tanrıların oturduğu yere, Sekhet-hatebet’e götürülür. Sekhet-Hetep’te Ennead ismi verilen bir konseyde bulunur. Tanrıların toplanma yeridir ve başkanı Horus’tur.


Mısır ölüler kitabında anlatılanlar içeren bu metinler Dagonlar daki gibi bir gemi ve kayık ile ruhun yolculuk ettiğini ve Sirius'a varıldığını anlatmakta ve ayrıca son bölümeki konsey ve yer Agartalıların tarifine bana sorarsanız çok benzemektedir. Yolculuk boyunca Kur'an'daki cehennem tanımına benzeyen bir yerde ruhsal arınma yaşanır. Yazı dizisinin daha önceki bölümlerinde ateşin ezoterik öğretilerde arınmanın sembolü olduğu ve Kur'an'da bahsedilen cehennem ateşinin aslında ruhun arınması anlamına geldiğinden bahsetmiştik.

Bu yazı dizisi daha bir çok anlatı, efsane ve hikayeyle uzatılabilir ki zaten şu ana kadar yeterince uzadığını ve artık bir sona ermesi gerektiğini düşünüyorum. Başında da belirttiğim gibi ben bu yazı dizisi boyunca bir anlatıcıyım. Alıntılar ve okuduklarımdan öğrendiklerimin özetiyle size Mu ve Atlantis'den başlayarak Altınçağ'a varış hikayesini ve bu varış yolculuğunda insanların inandıkları bilgilerin neler olduğunu ve bu bilgilerin kutsal kitaplar, öğretiler ve efsanelerle nasıl desteklendiğini açıklamaya çalıştım.Anlatılanlara inanmak ya da inanmamak sizin tercihinizdir. Ben kendi adıma bu hikayenin doğruluğunu ispatlamaya yükümlü elbette değilim. Daha öncede söylediğim gibi günümüzde Maya Kehanetleri ile gündeme gelen 2012 bilgilerinin nerelere dayandığını bir kurgu üzerinde derlemeye çalıştım.

Hollywood filmleride de çoğu zaman bu hikaye de geçen konularla ilgili gönderiler bulunmaktadır. Kıyamet filmlerinin ötesinde Harry Potter serisinde anlatılanlar maji öğretisini hatırlatmaktadır. Ayrıca Harry Potter alnında işareti olan seçilmiş kişidir. Avatar filmindeki hayat ağacı yine binlerce yıldır var olan Hayat Ağacı anlatımına benzemekte ayrıca Sirius gibi dünya dışı bir gezende geçmekte ve burada Agarta insanlarının özüne benzeyen dev ve iyi varlıklar yaşamaktadır. Ayrıca bu filmin hikayesinin Kur'an'daki Fil suresine dayandırıldığına dair iddialar da bulunmaktadır. Benim ilk anda aklıma gelen bu ikisidir. Danzel Washington'un başrolünü oynadığı Eli'nin Kitabı filmi altınçağdan önceki yıkım dönemini anlatmakta ve filmin sonunda dünyadaki bütün bilgilerin toplandığı dev bir kütüphaneye ulaşılmaktadır. Bu yolculuğun tüm amacı ise yeryüzünde tek kopyası kalmış olan kutsal kitabın kütüphaneye ulaştırılmasını sağlamaktır.



Oldukça uzun bir yazı dizisinin sonuna doğru gelirken umarım okuduklarınızdan aklınızda kalanlar olmuştur. Çünkü geçtiğimiz günlerde haber kanallarında da yer alan aşağıdaki video da söylenenler, hikayemizin başından beri söylenenlere gerçekten çok benziyor.

Bu nedenle yazı dizisini bu video ile tamamlamak istiyorum. Sabırla bu bölüme kadar geldiğiniz için teşekkür ederim.