6 Şubat 2012 Pazartesi

YA TUTARSA (11) İNSANOĞLU GÜCÜN PEŞİNDE

Hikayenin buraya kadar olan bölümünde sır peşinde olan insanları o sırrı ele geçirmek adına baştan çıkaran ana başlıklara değindik ve bunları Anadolu üzerinden Agarta ile ilişkilendirerek derlediğimiz alıntılarla anlatmaya çalıştık. Agarta ve ezoterizm konusuna hikayenin sonunda yeniden dönmek üzere burada bir nokta koyalım ve şimdi bu bilgileri bizim gibi bir yazı dizisinden değil de farklı kaynaklardan edinenlerce dünya tarihine nasıl müdahale edildiğinin hikayesine geçelim.

Her şey ilk başta sıradan gibi gözüken bir efsane ile başlar .

Bir Tibet efsanesine göre üç dört bin yıl önce Orta Asya'da Gobi'de çok büyük bir uygarlık vardı. Bu uygarlık bir felaket belki de bir atom bombası sonucu yıkılır. Gobi bir çöle dönüşür. Bu felaketten canını kurtaranlar Kuzey Avrupa'ya ve Kafkasya'ya göç ederler. (bu olay tarih kitaplarında okuduğumuz Orta Asya'da kuraklık ve göçler konusu ile uyumludur)

Hikayenin ilerleyen zamanlarında bu efsaneye geri döneceğiz. Şimdi sizi hikayenin bundan sonrasında uğrayacağımız ilk durakta yazdıklarıyla bize kaynak olacak oldukça enteresan biri ile tanıştırmak istiyorum. Bu kişinin adı Hans Von Aiberg. Anlattıklarından alıntı yapacağımız kitabının ismi ise "Zigzag Hızır Tezkiresi". Yazarın ismi ile kitabın ismi arasında ilişki kurmak kitabın adında geçen sözcükler hakkında da bilginiz yoksa oldukça zor gözüktüğünü biliyorum. Hikaye tamamlandığında zihninizde şimdi oluşan karmaşaların yerini çok daha başkalarının alacağını garanti ederim.

Anlattıklarına ve onun gerçekte kim olduğu konusuna geçmeden önce hakkında çıkan haberleri sizlerle paylaşmak bu yazı da anlatılanların tarafsız bir bakış açısıyla sunulması adına önemlidir. Bu nedenle konu dışında gibi gözükse de aşağıdaki haberdeki bilgileri okumanızı istiyorum. Bu haber bize Aiberg'in başına gelenlerin en az yazdıkları kadar ilginç olduğunu da gösterecek.

Haberin başlığı şöyle : "Türkiye’deki en ilginç dolandırıcılık skandallarından birine imza atan Bülent Ayberk’in kurbanlarından topladığı paralarla porno arşivi kurduğu ortaya çıktı." Türkiye için oldukça sıradan gözüken bu haber başlığı devamında bizi yazı dizimizle çok ilgili bir noktaya taşıyacak.

Haberin devamı (yıl 2007):

"Profesör Hans von Aiberg, ya da gerçek ismiyle Elazığlı lise mezunu Bülent Ayberk, din ile bilimi buluşturduğunu iddia ettiği “Arz’dan Arşa” kitaplarıyla üne kavuşmuştu bir zamanlar. Yıllar sonra gerçek yüzünü ortaya çıkaran polis operasyonuyla, haziran ayında eşiyle birlikte tutuklanarak hapse atıldı. İkisi tutuklu 7 kişilik Aiberg şebekesi, “Teşekkül oluşturmak suretiyle bilişim yolunu kullanarak, İslam dinini istismar edip nitelikli dolandırıcılık yapmakla” suçlanmıştı. Balıkesir Cumhuriyet Savcılığı, aylar süren inceleme ve araştırmalar sonrasında iddianameyi tamamlayarak geçtiğimiz hafta davayı açtı. Yani, yüzlerce kişiyi dolandıran sahte profesör ve şebekesi, yakında hâkim karşısına çıkacak.

59 yaşındaki Bülent Ayberk’in maskesini düşüren Zig-zag Operasyonu’nda 8’i dizüstü olmak üzere toplam 10 bilgisayara ele konmuş, sahte profesörün evinde 80 porno CD bulunduğu basına yansımıştı. Haziran ayında el konan bilgisayarların bir buçuk yıllık kayıtlarının incelenmesi sonucu ise şebekenin çok daha kapsamlı bir ‘arşivi’ olduğu ortaya çıktı. İncelemelerde, içinde çocuk ve hayvan pornosunun da bulunduğu 1000’den fazla sapık görüntü ortaya çıkarıldı. Bunlar arasında eşcinsel porno görüntüleri ve iğrenç çizgi filmler de var. Ancak bu görüntüler ‘Aiberg İddianamesi’ne dâhil edilmedi; çünkü şebekenin bu görüntüleri internette yaydığı bir türlü kanıtlanamadı."

Buraya kadar da aslında ülkemizde yaşanan olaylardan farksız gibi görünen bir dolandırıcıcan bahsediyormuşuz gibi durduğunun farkındayım. Ama bu noktada insanın aklına da gelmiyor değil, ülkemizde istenmeyen dosyaların kendi kendilerine bilgisayarlarımıza sızıyor olması gerçeği. Yorum yapmayı bırakıp haberin içeriğine devam edelim.

"Bülent Ayberk’in sanal dünyadaki izlerini takip etmek her ne kadar zor olsa da bilgisayarlardaki kayıtlar, nelerle uğraştığına işaret ediyor. İncelenen banka kayıtları ise Ayberk’in her ay 10-15 bin YTL topladığını ve bu paraları şahsi giderleri için harcadığını ortaya koyuyor.

Cumhuriyet Savcısı Ali Ceylan, Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesi’nde açtığı davada “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma ile dinî inanç ve duyguların istismarı suretiyle dolandırıcılık” gerekçesiyle Bülent Ayberk ve eşi Mesude Ayberk hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 220, 158 ve 43. maddeleri gereğince toplam 224 yıla kadar hapis talep ediyor. Bu rakamın yüksekliği, aldatılan mağdur sayısının çokluğuyla yakından ilgili. Bu sebeple Ayberk çifti 31 kez, ‘Şûra Üyesi’ diğer 5 de kişi de aynı suçtan 26’şar kez yargılanacak.

İddianamede para akışı şu şekilde açıklanıyor: Paralar, doğrudan Ayberk ve eşinin bankadaki ortak hesabına yatırılmamış. Dikkat çekmesin ve kimler tarafından gönderildiği bilinmesin diye önce sahte profesörün ‘Şûra’ dediği 5 kişiden oluşan yakın çevresinin hesaplarında toplanmış; daha sonra aktarılmış. Aylık ortalama 10-15 bin YTL civarındaki para akışının tamamını Bülent Ayberk ve eşinin şahsi harcamalarında kullanıldığı, biri yazlık olmak üzere üç evin kira ve giderlerinin karşılandığı, Kia Cerato marka bir otomobilin taksitinin ödendiği görülmüş.

İddianamede Bülent Ayberk’in Edremit Akçay’da ev satın almak için yardım talep etmesi üzerine Mehmet Korut’un tam 100 bin dolar verdiği de kayıtlara geçiyor. Bu yüzden, Akçay’daki evin mağdur Mehmet Korut’a iadesi talep ediliyor. Toplanılan paralarla alınan otomobile ise el konulması isteniyor.
İnternette ‘mürit’lerine “Brezilya’da yaşayan Jana’ya her ay 1000 dolar gönderiyorum.” diyen Ayberk’in bu ifadesini doğrulayacak banka kaydı da bulunamadı.

Böylece dolandırıcı Ayberk’in ‘Jana’ ismini hayranlarından para koparmak için uydurduğu iyice netleşti. İddianamede ‘Jana terimi’ şöyle açıklanmış: “2300 yılından günümüze zaman gezmeni olarak UFO (uçan daire) yoluyla gelen, Brezilyalı anne-baba’dan Amerika’da yeniden doğan, yarı felçli, kendilerine iyiliklerle yardım eden, kötülüklerden koruyan, düşmanlarıyla mücadele eden, bu sebeple çalışmaması gereken, aylık masrafı 1000 ABD Doları olan, Hızır Aleyhisselam ile görüşen kişi olan Hans von Aiberg’e her konuda yardım eden, 23-24 yaşlarında hayalî bir kadın.”

Evet bir dolandırıcılık hikayesinin arkasından Agarta diye anlattığımız hikayenin benzeri bir şey çıkacağını beklemediğinizi düşünüyorum. Bakalım Aiberg veya tam adıyla Bülent Ecevit Ayberk kendisini nasıl savunmuş.

"Bülent Ayberk’in 2002 yılındaki bir chat sırasında kendisine sorulunca “Evet Elhamdülillah, bu Jana… Evet, bu Jana’nın zamanda geriye sardığındaki resmi.” diyerek onayladığı fotoğrafın gerçekte yabancı bir kadın şarkıcıya ait olduğu, biraz oynama yapıldıktan sonra “zaman gezmeni Asket’in resmi” denilerek internete sürüldüğü belirtiliyor. Ayberk’in bazı eski hayranları, bu resmi süren kişinin ise “zaman gezmenleriyle bağlantı kurduğunu” iddia eden Billy Meier adlı bir başka sahtekâr olduğunu duyuruyor sanal âlemde.

İddianamede, Bülent Ayberk’in para istemek için internette uydurduğu diğer tuzak bahanelere de yer veriliyor: Fakir üniversite öğrencilerinin harç paralarını karşıladığı, kendisinin yarı felçli olduğu ve özel hastanelerde tedavi gördüğü, yeni kitaplar yazacağı, kanser tedavisi için keşfettiği Edoferon adlı ilacın hammaddesini yurtdışından getireceği; fakat kredi kartı limitinin dolduğu gibi iddialar. Bu konuda hayranlarına söylediği bir söz savcının dikkatini çekmiş ve altı özellikle çizilmiş: “Sakın ve sakın beni o tarihî üçkağıtçılarla, umut tüccarlarıyla ve akbaba hekimlerle karıştırmayın, ben bir bilim adamıyım ve başarı oranımız 39 hastada 11 fire.”

Söz konusu bahaneler arasında daha ilginç olanı ise “CIA, MOSSAD ve MİT gibi istihbarat örgütleri tarafından takip ve taciz ediliyorum. Bu sebepten dolayı sürekli yer değiştirmem gerekiyor ve birkaç ev kiralamam lazım.” şeklinde ifadeler kullanması.

10 yıla yakın süredir sanal dünyada ‘avlanan’ Bülent Ayberk’in ne kadar para topladığı bilinmiyor. Ancak hesap hareketlerinin incelenmesi sonucu bu miktarın önemli ölçüde netleşmesi bekleniyor. Tutuklandıkları sırada Ayberk çiftinin banka hesabında 158 bin YTL ile 100 bin dolar olduğu ortaya çıkmıştı.

Tutuksuz yargılanan sözde ‘Şûra Başkanı’ Hülya Üstünkaya’nın bu göreve getirilme gerekçesi de iddianamede yer buluyor. Hülya Üstünkaya’nın Şûra Başkanı olacağını, Ayberk’e güya Hızır Aleyhisselam söylemiş!…

Savcı, tutuksuz olarak yargılanan ve Ayberk tarafından kandırıldıklarını söyleyip şikayetçi olan ‘Başkan’ ile diğer üyeler Akın Tunca, Ergün Bektaş, Kadir Ümit Asa ve Mehmet Korut hakkında da 185 yıla kadar hapis talebinde bulundu. Yüzlerce kişiyi dolandırmaktan hâkim karşısına çıkacak Bülent Ayberk hakkında şimdiye kadar 24 kişi şikayetçi oldu. Henüz belirlenemeyen mağdurlar içinse önümüzdeki aylarda yeni bir dava daha açılacak.

İddianamede yer alan bilgilere göre Bülent Ayberk, kendisini “Hans von Aiberg” adıyla Danimarka asıllı bir fizik profesörü olarak tanıttı ve gazetelerde fal bakarak tanındı. Uydu, roket, astrofizik ve nükleer fizik dallarında ödül aldığını iddia eden Ayberk, Nobel ödülüne aday gösterildiğini ve yaşayan 6 kara delik ve 2 ak delik uzmanından birisi olduğunu öne sürdü. Ayberk’in, Hıristiyanlık’ın kendisini tatmin etmemesi sebebiyle ateist, daha sonra da araştırmaları sonucu din olarak Müslümanlığı, milliyet olarak Türklüğü seçtiği bilgisinin yer aldığı iddianamede, sahte özgeçmiş inşa ettiği ve 1980’li yıllarda yazdığı kitaplarla üne kavuştuğu ifade ediliyor. Sahte isimle kurduğu internet sitelerinde taraftar topladığı ve görüşlerini yaydığı da belirtiliyor. Ayberk, Allah’ın istediğini öne sürerek bir şûra (jüri) kurdu ve başkanlığına Hülya Üstünkaya’yı seçtirdi. Hızır ile görüştüğünü, ilahi emirler aldığını ve kendisinin Hanif İslam öğretisine bağlı olduğunu söyleyen Bülent Ayberk’in, para toplamak için binbir türlü yalan uydurduğu belirtiliyor. Sahte profesörün eşi Mesude Ayberk, tutuklanmadan önce Balıkesir Üniversitesi’ne bağlı bir meslek yüksekokulunda öğretim görevlisiydi."

Kendimize kaynak olarak seçtiğimiz kişinin hakkındaki bu olumsuz haberin daha en başından sizi hayal kırıklığına uğrattığını biliyorum. Bahsedilen bu dava ortalama iki yıl sonra sonuçlanmıştı.

"HANS" TAKMA ADLI BÜLENT AYBERK HAKKINDAKİ DOLANDIRICILIK DAVASINDA KARAR
31 Ekim 2008 / 21:05

Balıkesir Emniyet Müdürlüğünün 2 Yıl Önce, Protestan İslam Grubuna Yönelik Düzenlediği Operasyonda Tutuklanan Sahte Fizik Profesörü İle Suça Ortak Olduğu İddia Edilen Öğretim Üyesi Eşinin Yargılandığı Dava Sonuçlandı
Balıkesir’de, dolandırıcılık iddiasıyla yargılanan, "Hans" takma adlı Bülent Ayberkv e eşinin yargılandığı dava karara bağlandı. Bugün gerçekleşen 12. duruşmada, mahkeme Bülent A. ile eşini hapis ve para cezasına çarptırdı.
Hapis cezası 2 yıldan az olduğu için serbest kalan Ayberkler’in gün para cezaları ise adli para cezasına dönüştürüldü. Ayrıca, Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesi Bülent-Mesude A. çifti hakkında, "5 yıl denetimli serbestlik tedbiri" uygulanmasına karar verdi.

Buna göre, 5 yıl içinde tekrar suç işlemeleri halinde, "Hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kararı işletilecek. Mahkemenin verdiği kararı beğenmeyen Bülent Ayberk’in ceza yediği için üzgün olduğu bildirildi.
Bu iddiaların ve mahkemenin sonuçlanmasının ardından Aiberg hakkında çok olumlu ve söylediklerini destekleyen bilgiler de yayınlandı. Bunlardan bir tanesinde Aiberg yukarıdaki haberin tam aksine bakın nasıl anlatılıyordu.

"Bilim adamı, düşünür, yazar ve gazeteci olan Profesör Dr. Hans Von Aiberg, 1945 doğumlu, İskandinav asıllı bir Alman teorik fizikçisidir. Freiburg ve Kopenhag Üniversiteleri’nden, kozmoloji ve kozmogoni bilimleri üzerinde öğrenim görerek mezun olmuş; çeşitli üniversitelerde araştırıcı ve öğretim üyesi olarak görev almıştır. Din olarak İslamiyet’i ve milliyet olarak da Türk olmayı seçen Aiberg, kendi uzmanlık konularının yanısıra, İslami bilimleri derinliğine incelemiş ve bugüne kadar 80 dolayında yabancının Müslüman ve Türk olmasında aracı olmuştur.

Propaganda ve reklamdan her zaman kaçınan Aiberg’in tamamen Kur’an hedeflerine dayanan teorileri, uluslararası bilim platformunda ilgi görmüş ve bugüne kadar “uydu-roket”, “astrofizik” ve “nükleer fizik” dallarında üç ödül almıştır. Bugün, kozmoloji biliminin yaşayan altı “karadelik” (K136) uzmanından biri olan Aiberg, tek başına kurduğu “Corn Hole” (Sur Borusu) ve “Etherodynamics” (Esir-Nur Dinamiği) teoremleri ile fizik dalında, “Beşinci İşlem” ile matematik dalında. “Alternatif Nobel Ödülü”ne aday gösterilmiştir. “Jorge Luis Borges”in (E1)1986 yılındaki ölümünden sonra, yaşayan tek “akdelik” (S2) uzmanı olarak kalmıştır.

Bilim-din bilgi birikiminin oluşturduğu 40 yaşlarına kadar geçen süre içinde, İslam tevazuuna ve bilgin mazbutluğuna yakışır bir sadelik içinde, sessiz ve derinden gitmeyi ilke edindiği için, popüler olmaktan her zaman kaçınmıştır. Gizli Müslüman olarak kaldığı süre içinde, çalışmaları uluslararası bilim çevrelerince büyük ilgi görmekteyken, Müslümanlığını açıklamasından sonra, aynı çevreler başarılarından söz etmeye pek yanaşmamış, hatta üstüste Nobel adayı gösterildiği halde, parlak teorileri gözardı edilmiştir. Daha sonra, Alternatif Nobel Ödülü’ne aday gösterilmiş olmasına rağmen, sadece 1986 yılında profesörlüğe taltif edilmekle yetinilmiştir.

Doktorasını, “Profesör Abdus Salam” (S31) ile birlikte “Birleşik Alanlar” (K57) üzerinde çalışarak veren Aiberg, daha sonra “Dr. Thelma Moss” (G17) ile birlikte “Kirlian Fotoğrafları” ve “Beşinci Boyut: Bilinç” (K80) konularındaki tezlerini vermiştir. Ünlü bilgin “Stephan Hawking” (S27) ile “Kara Delik Buharlaşmasına Bağlı Olarak Evren’in Yaratılışı” sırrının çözümünde birlikte çalışmış; somut sayılar gibi soyut sayıların da dört işlemli matematiğinin yapılabileceğini, “Sonsuz Ötesi Matematik Yöntemi” ile göstererek bilim dünyasında şaşkınlık yaratmıştır.

Oysa, Aiberg’in teorik bulgularının yanısıra, önemli konularda bazı icatları da vardır. Bilgisayarlarda uygulanan “algoritim” ve “anolog” sistemlerinin bulucusudur. Bugün mutfaklarda kullanılan mikrodalga fırınlar, Aiberg’in çizimlerinin geliştirilmesi ile ortaya çıkmıştır. Laser ışını ile “üç boyutlu hologram TV” yapımı için verdiği çizimler ise son aşamalarda geliştirilmek üzeredir.
 Dış basında, “Omni”, “Unexpected” gibi dergilerde, genelde müstear isimlerle yazılar yazmıştır. Ayrıca, basınımızdaki süreli yayınlarda, bilim dergilerinde ve bazı dergilerin bilim köşelerinde yer almıştır. Fen bilimlerinin dört ana dalı yanında, parapsikoloji, psikoloji ve sosyal bilimlere de vakıf olan Aiberg, bu çok yönlülüğünü hemen her dalda yazdığı sayısız makale ile sergilemiştir.
 Aiberg sadece mekanik bir bilim adamı sayılmamalıdır. Gülmece yazarlığından, orkestra şefliğine dek türlü heyecanı dile getirmiştir. Türk edebiyatı ve müziğine yüksek düzeyde vakıf olup, türlü enstrüman çalmaktadır."

İki kaynağıda okuduğunuzda Aiberg'in ya da Ayberk'in gerçekte kim olduğunu anlamak iyice zorlaşmaktadır.

Tüm bu olumlu ve olumsuz iddiaların içerisinde Aiberg'in rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a danışmanlık yaptığı da yer almaktadır.Yaşar Nuri Öztürk'ün bir programına da konuk olduğu söylenen Aiberg hakkında olumlu olumsuz pek çok iddianın Türkiye'de uzun uzun tartışıldığı ve hatta onun Fethullah Gülen cemaati tarafından oyuna getirildiği gibi iddalar çeşitli kaynaklardan edinilebilecek bilgiler arasındadır.

İlginizi çekiyorsa Aiberg hakkındaki tüm bu iddiaların peşine düşmek sizin kararınız olacak bir konudur. Ben bu yazı dizisinin en başında herhangi bir şspat yükümlülüğüne girmeden sadece anlatıcı rolü üstlendiğimi belirtmiştim. Bu nedenle Aiberg hakkında olumlu veya olumsuz bir yönlendirme yapmayacağım ve şu ana kadar okuduklarınızdan edindiğiniz bilgilerle hikayenin Aiberg durağında size eşlik edeceğim. Aiberg'in kitaplarının ise dünyada sadece Türkçe olarak yayınlandığını da bu noktada belirtmem gerek.

Aiberg kendi anlatımıyla müslüman olduktan sonra Türkiye de faaliyet gösteren Zigzag grubu ile tanışmıştır. Yine hikayeye devam edebilmek için Zigzag Grubu hakkında kısa bir bilgi edinmekte fayda var.

Zigzag grubu ve öğretisinin temeli Mevlana Halid-i Bağdadi'ye dayanmaktadır. Mevlana Halid-i Bağdadi, 1770-1827 yılları arasında Bağdat’ta yaşamış ve Kadiri dergahında eğitim görmüş bir Mevlevi’dir. Bağdadi, “Abdülkadir Geylani”nin el verdiği bir kimse olarak da bilinmektedir. Bu özelliği ile Halidilik ve Geylanilik, Müslümanlık’ta birbiriyle bağıntılı bir tarikat gibi görünmüştür. Ancak, daha sonra, Hazreti Hızır’dan ders aldığını ve onunla “Alemleri, ilahi katları birlikte gezerek öğrendiğini” bildiren Bağdadi, bir tarikat olmayan, ancak bir bilim ve sevgi birliği olarak tanımlanabilecek “Halidi Öğretisi” ile Geylanilik’ten ayrılmıştır.
Bağdadi, ardında kalanlara , vasiyetinde şöyle sesleniyor:
“Mümin, ilk önce benim mütevazi dergahıma tenezzül etsin. Sonra hemen dergahımı terk etsin; sırasıyla “Nakşibendi”, “Melami”, “Geylani”, “Halveti” ve bilinen her dergaha feyizlenene kadar girsin. Sonra, gidecek hiç bir dergah kalmayınca, sünnetin dört mezhebine birden girip, dördünün de mensubu olsun. O zaman anlayacaksınız ki, onların bittiği yerde “İslam” başlamıştır. Siz “İslam”a gelince, işte en başta sizi uğurlamış, fakat en sonda sizi ağırlamış olacağım. Buluşmamız o güne kalmıştır.”

“Ben, Hazreti Hızır’ın müridi ve öğrencisi olmakla “ebediyim”. Bana sakın “mürşid” denilmesin. Sakın ardımdan “Hazret” lakabı kullanılmasın. Eğer beni “evliya” diye anarsanız, sizlere lanet olsun. “İhtiram” (saygı) ve tapınmak ayrı ayrı şeylerdir. Sakın Resulullah’ı Allah’tan çok sevmeyin. Sakın beni hepsinden çok sevmeyin. Ben olduğum gibi göründüm; göründüğüm gibi oldum ve daima onurumla yaşadım. Benden sonra, sakın beni olduğumdan başka türlü göstermeyin. Ne bana, ne Resulullah’a tapmayın; sadece Allah’a tapın. Çünkü, bütün geçmiş “velilerin” ardından baktığımda, o mübarek zatların çevresinde bir takım dalkavuk ve sahtekar grupların çöreklendiğini gördüm. Bu sahte çevreyi, vefatımın ardından, dergahımdan uzaklaştırın. Unutmayın ki, hiç bir “veli”, yaşadığı sürece, kendisi hakkında evliyalık iddiasında bulunmamıştır. Çünkü, “Veli”, Allah’ın adlarından biri olan “El-Veli” olup, kullarına ait olamaz. Bizler sadece “Veli”nin kulları olabiliriz. Bana bunları ve bu lakapları yakıştırmayın.”

Bağdadi, vasiyetinin, “Mektubat-ı Mağribiyye” (Batı’ya Mektuplar) adını verdiği bölümünde, Hazreti Hızır ve ondan aldığı bilgilerle ilgili olarak şunları söylemiştir:
“Allah katından şimdiye kadar verilmiş en yüce bilimi almış olan mübarek bir zatın öğrencisiyim. Ondan aldıklarımı, “Mağrip Cemaat”e emanet ediyorum. O bilgiler sizin pusulanız olacaktır. Onda, “Zamanın Efendisi”nin (Hazreti Hızır’ın), bilimin gelişmesi yolunda verdiği ilahi işaretleri bulacaksınız. Zamanın Efendisi, yalnız bana değil, hepinize irşad ediyor. Ben onun öğrencisi ve müridiyim.”

Hazreti Hızır’dan aldığı bilgileri, “Mağrip Cemaat”e (Batı toplumuna) emanet ettiğini bildiren Bağdadi’nin “Mektubat-ı Mağribiyye”si şöyle devam ediyor:

“Doğulu ve Batılı mensuplarım birbirlerinden ayrılsınlar; aralarında manevi kardeşlik ilişkisinden başka bir bağıntı bulunmasın. Çünkü, Doğu’dan mürşid doğar; ancak Batı’da alim olamadan göçer. Batı’dan ise alim doğar. O zaman, Batı’da Güneş de doğar. Ben bir ağaç diktim; büyüdü; bir dalı Doğu’ya, bir dalı Batı’ya ayrıldı. Her ikisi de başka başka meyva verirler. Doğu’nun meyvası tohuma kaçmıştır; Batı’nınki ise tazedir. Batılı, Doğulu’dan uzak duracaktır. Çünkü, Doğulu, müminlerin malı olan ilmi “kaybetmekten” sabıkalıdır. Batıdakiler, bu “kayıp ilmi” bulacaklardır. Emanetlerim Doğu’da kalacak; fakat “Batı’nın” olacaktır. Bunun için, ağacımın gövdesine bir zeval “nöbetçi” bıraktım.” Zigzag grubu öğetinin Bağdadi'den yola çıkarak oluşmasını ise aşağıdaki gibi tanımlar.

"Hazreti Hızır’ın “Fatihat-ı Fukara” duası ile belirlediği ve her bir katını Fatiha Suresi’nin bir ayeti ile denkleştirdiği “Yedi Gök” katmanından en alttakinin cifir ismi “Zeğ-Zağ”dır. “Arş”ın bu en alt katında “Levh-i Mahfuz” bulunmaktadır. “Zeğ-Zağ” sözcüğünün Kur’an’daki karşılığı, “Zil-Zal” olup; anlamı, “dalgasal oluşumlar, gel-gitler, zig-zag çizen dinamizmler” demektir.

Aslında, Fatiha Suresi’nin son ayeti ve Batı alfabelerinin son harfi olan “Z”, Hazreti Hızır’ın simgesidir.

Hazreti Hızır, “Arş”ın “Zeğ-Zağ” katının ilmini almış ve bu sırrı Bağdadi’ye vermiştir. İrşadda, hem Abdülkadir Geylani’ye, hem de Hazreti Hızır’a bağlı olan Bağdadi, Doğulu öğrencilerine “Kadiriliği” ve “Halidiliği”, Batılı öğrencilerine ise “Hızırıliği”, yani “Zig-Zag Öğretisi”ni bırakmıştır. Aslı “Zeğ-Zağ” olarak bilinen bu öğretinin adı, Batı dillerindeki kullanım kolaylığı bakımından “Zig-Zag Öğretisi” olarak değiştirilmiştir.

“Allah katından büyük bir bilimin sahibi olduğu” Kur’an’da belirtilen zaman gezmeni Hazreti Hızır’ın “Hızır Tezkiresi” aracılığıyla Bağdadi’ye dikte ettirdiği eşsiz bilgilerin (Zig-Zag Öğretisi’nin), bugünkü resmi bilimin ne kadar üstünde olduğunu ve çağdaş bilim adamlarına nasıl harika ipuçları sağladığını bu yazı dizisinde sunacağız. Örneğin, geçtiğimiz yüzyıl içersinde, tüm evreni tek başına kapsayan en genel kuram olan kuantum fiziğinin (111) tamamına yakın bulguları, Zig-Zag mensuplarınca başarılmıştır. İlerde göreceğimiz gibi, 11 boyutlu kuantum fiziği (D15), birleşik alanlar (D19), dört temel kuvvet birimleri (K57), karadelikler (K39, S22), parelel evrenler (K156, D8) ve bu konular kapsamındaki bir çok buluş, Bağdadi’nin önderliğindeki Zig-Zag mensuplarınca yapılmış ve Zig-Zag Öğretisi, bugüne kadarki sayısız buluşlarıyla çağdaş bilime öncülük etmiştir.

Vasiyetinde, Hazreti Hızır’dan aldığı bilgileri Batı toplumuna bıraktığını bildiren Bağdadi, ölümünden önce, tezkirelerinin tamamını, ikinci kuşaktan öğrencisi olan Türk asıllı “Hekim Bey”e (bazı kaynaklara göre, “Ekim Bey”), öğretisinin Doğu Ekolü’nü sürdürmesi ve Batı Ekolü’nün kurulması amacıyla bırakmıştır. Hekim Bey, Bağdadi’nin vasiyeti gereği, Hızır Tezkiresi’nin ilk emanetçisi ve koordinatörüdür. "

Bu açıklamadan da anlayacağınız gibi yukarıdaki alıntı bir yazı dizisinin parçasıdır. Bu yazi dizisinde Aiberg'in yazdığı kitaplardan yola çıkılarak ve başka kaynaklara da başvurularak öğretinin detayları ve bilime nasıl ışık tuttuğu iddiaları tüm detaylarıyla anlatılmaktadır. İlgilenenler için bu bilginin internet adresi :http://www.hanifislam.com/zigzag/index.htm'dir.

Bu adrese girdiğinizde anlatılanların içerisinde Einstein, Hitler, Nikolai Tesla, Nikolai Kozyrev, Stephan Hawking ve daha pek çok isimle karşılaşacağınızı şimdiden söylemek isterim. Bir çoğu tanınmış bilim adamlarından olan bu isimlerin Zigzag ve benzeri bir grupla nasıl iş birliği içinde oldukları ve dünya tarihindeki önemli buluşların tıpkı Altınçağ'ın tanımında söylendiği gibi Kur'an'daki ayetleri doğruladığı ve dahası bunların tıpkı Agarta'da söylendiği gibi yer altındaki bir liderle nasıl ilişkilendirildiklerini hayretle öğreneceksiniz.

Hayalgücünün çok ötesinde olan sonuçların nasıl bilimsellik ve aerkeolojik bulgulara dayandırıldığı konusu doğru veya gerçek tartışmasına girmeden gerçekten okunmaya değer bir kurgu olduğundan bunların bir kısmını sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Bağdadi’den, Hızır Tezkiresi’ni teslim alan “Hekim Bey”, Kahire’ye yerleşmiş ve ölümüne kadar Kahire’de yaşamış olan Türk asıllı bir Mısır yurttaşıdır. Hekim Bey’in ölümünden sonra, Hızır Tezkiresi, yine Kahire’de yaşamakta olan, “torunu” Hekim Bey’e geçmiştir. Bundan sonra, Doğu Ekolü’nde Tezkire emanetini alanlar, “Hekim Bey” müstear adıyla anılmışlardır.

Zig-Zag Öğretisi’nin önderlerinden, ilerde sözünü edeceğimiz “George Ivanovich Gurdjieff” (1872-1949), Hekim Bey’in yakın dostlarından olup, yazmış olduğu “Meetings with Remarkable Men” (Karşılaştığım Olağanüstü İnsanlar) adlı kitabında, İstanbul’da tanıştığı Hekim Bey’den uzun uzadıya söz etmiştir.

Zig-Zag Öğretisi’nin ilk Batılı kurucusu ve koordinatörü, Danimarka asıllı bir Alman olan “Axel Heiberg”dir (1875-1952) Heiberg, Bağdadi’nin ikinci kuşak öğrencilerinden olup, tüm yazışmalarında, “K. M. Allein” (Karl Michael Allein) müstear adını kullanmıştır. “Hekim Bey” gibi bu gelenek devam ettirilerek, Heiberg’in halefleri de “K. M. Allein” adıyla anılmışlardır.

Bugünkü Dünya haritasına baktığımızda, Kanada’nın kuzeyinde bir “Axel Heiberg Adası”nın var olduğunu görüyoruz Kanada’nın Franklin iline bağlı olan 43178 kilometrekare yüzölçümündeki bu ada, Otto Sverdrup tarafından 1898-1902 yılları arasında yapılan bir keşif gezisinde keşfedilmiş ve adaya, bu geziyi finanse eden Axel Heiberg’in adı verilmiştir (Anabritannica Ansiklopedisi, c.3, s.66).

Daha önce ezoterizmin sembolizminden bahsetmiştik ve ezoterik öğretilerde sırların ancak zamanı geldiğinde açıklandığından da bahsetmiştik. Şimdi bakın ZigZag öğretisi kendisini nasıl anlatıyor.

"Kur’an’ın cifir aritmetiğinden başka, “misal” denilen bir sembolizmi vardır. Kur’an’daki bu ilahi misallerin gizliliğinin açılması ve bilime mal edilmesi, zamanla ve zincirleme bir sırayla olmaktadır. Bu misaller (sembolizm) tüm insanlara verilmekle birlikte, “Bundan sadece alimlerin anlayacağı” Ankebut Suresi’nin 43. ayetinde şöyle bildirilmiştir:

“Hem bu misaller yok mu, biz onları insanlar için veriyoruz; ancak onlara alimlerden başkası akıl erdiremez.”
Burada kastedilen, bir grup alim değil; alimlerin, çağı, “zamanı geldikçe” bu misalleri anlaması demektir. Bilimsel evrim süreci gereği, zamanı geldiğinde, alimler bu gizliliği kavramaktadırlar. Çünkü Kur’an, “her çağın kitabı” olduğundan, bilimsel evrimin gerektirdiği zaman beklenmekte ve o zamana kadar bu ilahi misaller gizli tutulmaktadır.

Bir “kapalı devre” yayın olan, yani belirli bir zümreye tahsis edilmiş olan Hızır Tezkiresi, Kur’an “misallerinin” açıklanmasında önemli bir görevi üstlenmiştir. "

Bundan sonra anlatılanlarda Hızırdan zamanı ve yeri geldikçe ilgili bilgilerin Doğu için Hekim Bey'e Batı için ise daha sonra KMA olarak kısaltılacak olan K.M Allein'e geldiğini ve onlar aracılığı ile de bilim adamlarına mektuplar yolu ile iletildiği anlatılmaktadır.

Özetle bu grup Kur'an'da yer alan bilgilerin bir gün bütün dünya müslüman olacak hadisinden yola çıkarak zamanı ve yeri geldiğinde anlaşılması için Hızır'dan aldıkları bilgileri bilim adamlarına ulaştıran bir çeşit özel ulaktır. Daha da hayret verici olanı bu ulakların gönderdikleri mektuplarda ilgili ilmin sırları bulunmakta ve bilim adamları bu doğrultuda buluşlarına yön vermektedirler. Kulağa oldukça inanılmaz gelen bi hikaye, günümüzde iktidarların ve liderlerin her gün gazete de okuduğumuz kurgu ve hikayelerinden bile daha inanılmazdır. Ama yine de son derece başarılı bulduğum bu kurguyu paylaşmaya devam edeceğim. Son söz okuyucunundur.

(devam edecek)

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Birini karalamadan önce mutlaka o kişinin fikirlerini okumayı göz ardı etmeyiniz. Aksi halde sadece bir zan üzerine hareket edip, “Müslüman kardeşinizin etini yemek” gibi bir günahı üzerinize yüklenmiş ve cehennemi garantilemiş olursunuz.

İnsanları asla ama asla dış görünüşlerine, kıyafetlerine, saçlarına ya da sakallarına, güzelliklerine, maddi durumlarına ve de başkalarının onlar hakkında ne düşündüklerine göre yargılamayınız, aksi halde her zaman kaybedenlerden olursunuz…

Bir grup içinde bile o gruptan farklı düşünen birinin o grup tarafından dışlanabileceği ve fikirlerinin aşağılanabileceği olasılığını düşünüp, hiçbir insanı, başkalarının fikirlerine ya da yargılarına göre suçlamayınız. O kişiyi mutlaka tanıyınız ya da fikirlerini inceleyiniz…
Peygamberlerin bile kendi toplumları tarafından aşağılandıklarını ve düşüncelerinin/ayetlerin o toplumun insanları tarafından ciddiye alınmadıkları düşünüp ya Hans von Aiberg olarak bilinen Bülent Ayberk’in söyledikleri doğruysa olasılığını da göz önünde bulundurunuz.

Neml Suresi 82 ayetini; “O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız ki o, insanların âyetlerimize gerçekte iman etmediklerini söyler” göz önünde bulundurup, Hans von Aiberg’in tüm eserlerini okuyunuz ve sonra da Neml Suresi 82 ayetinde anlatılan “Dabbetin” , acaba Hans von Aiberg mi olabileceği olasılığı üzerinde düşününüz. Ve kendinize sorunuz: Neden olmasın?

Adsız dedi ki...

Hanif İslam Öğretisi; yeni bir din, yeni bir mezhep, yeni bir cemaat ya da yeni bir tarikat değildir. Hanif İslam Öğretisi sadece ve sadece Kur’ân odaklı ve var olan her şeyin Kur’ân’da var olduğunu ve dini anlamak ve yaşamak için Kur’ân’ın yeterli ve eksiksiz olduğunu savunan bir öğretidir. Dini her bireyin ruhani yolculuğu olarak algılar ve bu ruhani yolculukta Kur’ân dışında ne bir cemaate, ne bir mezhebe, ne bir tarikata, ne de herhangi bir hadis kaynağına gerek olmadığını savunur. Hanif İslam Öğretisi’nin ne bir önderi, ne bir tarikatı, ne de bir cemaati vardır. Hanif İslam Öğretisi’nde tek ve tek referans kaynağı, değişmemiş ve doğruluğundan şüphe duyulmayan Kur’ân’ın ta kendisidir.

Haniflik; akıl, mantık ve bilim ışığında araştırarak, sorgulayarak doğruyu bulmaya çalışmaktır. Bir hanif körü körüne bir inanışa, düşünceye ya da herhangi bir öğretiye inanmaz. Bir hanif için gerçeğin peşinde koşmak, gerçeği yaymak, toplumu bilgilendirmek ve toplumun yararı için çalışmak esastır. Bu açıdan bir hanif barışçıldır ve kimseye kin gütmez. Herkes ona yüz çevirse de ve kimse onu sevmese de, o kimseye yüz çevirmez ve herkesi sever. Allah’ın adının “Es-Selam=Barışçıl” olduğunu bilir ve barış ve dostluğun yayılması için Cennet selamı olan “Selam ve Selam=Barış ve Barış” diyerek insanlara selam verir. Çünkü “Selam ve Selam”ın bir dua olduğunu ve bu selam ile Allah’ın hem kendisini hem de karşısındakini daha barışçıl biri haline getireceğini bilir.

Bir hanif herhangi bir örgütlenmenin ya da cemaatleşmenin içerisinde bulunmaz. Toplumun bir ferdi olarak sadece ve sadece insanlık için çalışır. Paylaşımcıdır. Gerçeği, bir propaganda şeklinde değil bir bilimci edasıyla, ispatlarıyla insanlara anlatır.

Bir hanif, insanları dış görünüşleriyle yargılamaz ve kendini diğer insanlardan asla üstün görmez. İnsanlara karşı sevgi ve saygı doludur. İnsanların hak ve hürriyetlerini asla çiğnemez ve anlaşmazlıklarda gerilimi arttıran taraf değil, daima ortamı sakinleştiren taraftır. Nitekim bir hanif, her zaman cahilden ve cehaletten uzak durması gerektiğini bilir.

Adsız dedi ki...

Medyada çıkan her habere inanmamanı (Gücü elinde bulunduranlar, hoşlarına gitmeyen herhangi birini her zaman karalayabilirler) ve Hanif İslam Öğretisinin gerçekte neyi kastettiğini anlamak için de Cinius yayın evinden çıkan Hanif İslam Öğretisi-Kur'an ve Bilim Işığında Din adlı kitabını okumanı tavsiye ederim...

Saygılarımla,

M. Keleş