26 Ekim 2011 Çarşamba

SENE 2011, MEVSİM SONBAHAR

Sene 2011, mevsim sonbahar..

Büyük umutlarla başladığımız aydınlanma çağının on bir yılını geride bırakmış durumdayız.Dijital kıyamet olacağını sandığımız ama, şimdi nasıl çözüldüğünü bile hatırlamadığımız iki binli yıllara korkulan gibi sayısal ve takvimsel fireler vermeden sağ salim geçiş yaptık.Bilgisayarlarımız şimdilerde yeni çağa çoktan ayak uydurmuş durumda. 1999 yılına ait dijital bilgiler ise on yıllık zaman aşımını çoktan aştılar bile, tıpkı 1999 yılında yaşadığımız depremin anıları gibi..

Bir kaç ay sonra, binlerce yıl önce belirlenmiş, inanması güç bir takvime göre bu defa insanlığı bekleyen bir kıyamet dönemine gireceğiz. Ezoterik kaynaklara göre, bu aslında ademoğlunun cenneten inişiyle başlayan bir gerileme döneminin son evresi.Yani sonun başlangıcında, asıl aydınlık ve akıl çağına yolculuk ediyor durumdayız. İnsanlardan önce insanlığın bittiği bir son bekliyor hepimizi. Ortalama otuz yıl sürmesi beklenen bu evrenin sonunu görebilecek miyiz belli değil.

Sene 2011, mevsim sonbahar...

Yaklaşan kurban bayramı öncesi, ülkemde her gün çoğunlukla güvenlik güçlerimiz, ara sıra da siviller teröre kurban gidiyor. Evlerinden düğüne gitmek için, neşe içinde ayrılan genç kızlarımız, güvenlik güçlerinden sanıldıkları için, önce mermilerle delik deşik ediliyorlar. Bedenlerine isabet etmiş seksen mermi bulunuyor. seksen merminin yarattığı tahribat yeterli görülmüyor olmalı ki, aracın içine birde el bombası atılıyor.  Bedenler seksen parça, yürekler seksen parça... Seksenlerin sonuna geldiğimizde ülkemin geldiği hal gibi..

Henüz ergenliklerini tamamlamamış, ancak rüştlerini ispat ettikleri varsayılan gencecik oğullarımız, belki davul zurnalarla gönderildikleri asker ocağından, henüz yaşları kemale eremeden kefenle dönüyorlar. Biraz şansları varsa sadece yaralanıyorlar ya da hayatları boyu onaramayacakları derin ruhsal yaralarla "özürlü" bırakılıyorlar. Bizimse yaşananlar için herhangi bir "özür"ümüz yok.

Başkentin göbeğinde bir sabah dumanlar yükseliyor. Bir çayocağının penceresinden atıldığı idda edilen tüpten olduğu söylense de, gökyüzünde tüten dumanın söndürdüğü ocakların bir terör saldırısından kaynaklandığı açıklanıyor ve bu güne gelene kadar unutulup gidiyor bile. Bir daha kimse dönüp "ne oldu sahi o olayın sonunda?" demiyor.

Tıpkı geçtiğimiz senelerde sokaklarda açlık grevi yaparak, ekmek paralarından olan Tekel işçileri, yaptıkları işin neredeyse gereği olarak göçük altında kalarak hayatlarını kaybeden maden işçileri, yapılan açıklamalardan anladığımıza göre, herkesin haberi olduğu halde sessizce olmasına izin verilen ve üst üste yaşanılan çocuk istismasları gibi hepsi bir bir siliniyor hafızalarımızdan. Zaman unutmanın en iyi ilacı oluyor.

Eşlerinden şiddet gördükleri için güvenlik güçlerinden koruma isteyen, ama cana kasıt içeren bir eyleme henüz dönüşmediğinden sağlanamayan koruma yüzünden gazetelerin üçüncü sayfalarından ölüm haberlerini okuduğumuz kadınlarımıza rağmen ve ülkede hemen hiç bir şey anayasaya uygun yapılmazken, kızlık soyadını kullanmasına (evlenmeden önceki değil, bekaretini kaybetmeden önceki duruma kızlık denir biliyorsunuz) anayasa mahkememizin ailenin kutsallığını zedeleyeceği gerekçesi ile izin verilmeyen kadınlarımız... Şehit analarınımız.. Ayaklarının altında cennet bulunanlar.. Allah'ın güzel Kur'an'da "Yoksa Allah yarattıklarından kızları kendine ayırdı da, oğullarla seçkinleşmeyi size mi bıraktı? (Isra Suresi -16)" dediği bu günün Ilımlı İslam ülkesinin, yarının cennetindeki hurileri olacak kadınları. "Rahman'ın kulları olan melekleri dişiler saydılar. Onların yaratılışına tanık mıydılar? Tanıklıkları yazılacak ve sorguya çekilecekler (Isra Suresi-19)"

Ancak dış kabukla uğraşan ve içle uğraşmayı aklına bile getirmeyenlerin elinde, gerçek değerinden sapan ortak değer ve öğretilerimiz ne yazık ki artık uyandırmaya değil, uyutmaya yarayanlar haline geldiler.

Sene 2011, mevsim sonbahar...

Dijital kıyametten, insani kıyametimize doğru yaptığımız yolculukta bu ülkenin görüğü en büyük depremlerden biri .. Van.. 7.2...

Karışmış kafalarımız, birikmiş öfkelerimiz, örselenmiş cesaret ve doğruluğumuz, kabuk bağlamış tüm ortak değerlerimizle, hala kesin sayısını bilmediğimiz ölü bedenlerin sayısına eklenen her yenisiyle gözyaşlarına boğulmuş, şaşkınlık, çaresizlik ve acımız var elimizde.

İnsanların ve insanlığın sonuna yaklaştığımızı söyleyen Maya Kehanetlerine gülüp geçiyoruz. Kabuk bağlamış inanç ve yüreklerimizle, Amerikan filmlerinde bolca gördüğümüz, kuyruklu yıldızın çarpmasıyla yok olacağımız bir son sanıyoruz belkide kıyameti. Geçenlerde okuduğum bir yazıda asıl kıyamet/deprem sırasız ölümlerdir diyordu oysa.

Ülkesinde, milletine her türlü hizmeti tamamen öz kaynakları ile bedelsiz ulaştırmış bir devrim liderinin, Avrupa ülkeleri veya Amerikan liderlerinin bireysel sapkınlıktan yana ondan bir farkı varmış gibi (oval oda veya bayan eskort hikayelerini hatırlamanızı istiyorum) kanlar içinde izlemekten, izletmekten, bir katliamı zafermiş gibi sunmaktan ve algılamaktan çekinmiyoruz. Castro ve Che'nin ülkelerinde hala bir kahraman olduklarını hatırlamıyoruz.

Töre adı altında gerçekleşen yöreden yöreye değilen şiddet eğilimlerinden kaynaklanan vahşete ve ülkemde kokuşmuş siyasetten kaynaklanan kurumsal çürümenin sonucu olarak yaşanan, yaşatılan dehşet ve haksızlıklara girmiyorum bile.

Sene 2011, mevsim kışa dönüyor...

13 yaşında bir çocuğun enkaz altında, omuzunda çoktan soğumuş ve sertleşmiş bir bedenin eliyle sessiz bekleyişini izledik basından. Bütün ailesinin depremden kurtulduğunu, ancak onun çocukça bir heves ve heyecanla girdiği o internet cafeden ancak kurtarma ekipleri tarafından çıkarılışına şahit olduk.

Hayatının ortalama son kırk sekiz saatine şahit olduğumuz Yunus, henüz ambulanstayken canını teslim etti ve hepimizin hafızalarında, gecenin karanlığında, soğuk enkazın ağırlığı altında kurtarılmayı bekleyen bakışları kaldı.

Yunus eğer yaşasaydı bundan belki beş, belki on sene sonra, belki de bu gün teröre kurban giden onlarca mehmetçiğimizden biri olacak, belki de ülkesine değer katan pırıl pırıl bir insan olacak ya da belki de devlet deprem yaralarını sardığına kanaat getirip bölgeden el çektikten sonra, aynı daha önce olduğu gibi bölgede kaderine terkedilmiş ve oğullarını terörist olmaları için terör örgütüne kaptırmış ailelerden birinin kayıp çocuğu olacaktı.

Ama bunların hiç biri olmadı, o yetmiş milyonun gözünün içine baka baka adını deprem kurbanlarının adlarının arasına yazdırdı.

Sene 2011, mevsim kışa dönüyor...

Bugünkü gazetelerde deprem bölgesine yardım için gönderdiği montun cebine koyduğu geçmiş olsun mesajına üç gün sonra cevap alan bir vatandaşımızın hikayesi anlatılıyordu. Vatandaşımızın ismini, cismini bilmediği bir diğer vatandaşımıza uzattığı yardım eline, bugün herkesin içini ısıtan aşağıdaki cevap yazılmıştı.

"Bir gün düşersen, ben de seni kaldıracağım."

Günlerdir tartışması süren, birbirini hayatları boyunca hiç görmemiş insanların, birbirleri hakkında önyargı sahibi olacak hiç bir bilgileri ellerinde olmadan, ismini, cismini bilmedikleri insanlar hakkında ülkenin sıcak gündeminden yola çıkarak yaptıkları yakıştırmaları konu alan haberlerden sonra, ne sonbahar, ne Arap baharı ne de diğer yalancı baharlar değil, bu haber bir bahar sıcaklığı ve umudu yaydı içimize.

Sene 2011, mevsim kışa dönüyor, yarından itibaren doğu bölgelerimizde kar başlayacakmış. İki trafik lambası arasında talan edilen tırlara, terör örgütünün eline geçen tüm yardım çabalarına, elllerinde çadır olduğu halde vatandaşa veremedikleri için istifa eden köy muhtarlarına ait haberlere rağmen benim hala umudum var. "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey!"

Otuz yılda sürse, bin yılda sürse, aydınlanma ve akıl çağını yaşayacak insanoğlu, O zaman insanlar yaşarken, insanlık ölmeyecek. İnsanlar ölse bile, insanlık dimdik ayakta durmaya devam edecek. Cenetten kovulan yegane şey kötülüğün kendisi olacak.

O zaman insanalar, nasıl sona erdiğini bile hatırlamadıkları bir kıyametten konuşuyor olacaklar. Kurulan medeniyetlerin efsanelerinde bu günlerde yaşadıklarımızın izleri olacak.

Sene 2011, mevsim sonbahar..

Ülkemdeki karanlıkta ara sıra da olsa parlayan aydınlığın ışığında ütopyalarıma gerçeklik kazandırmaya çalışıyorum.

Lütfen yardım edin, orada kimse var mı?

"Hiç kimse yumrukları sıkılıyken net düşünemez"

Fasulye

2 yorum:

Sis dedi ki...

Sözü bitirdiğin yer burası sanırım arkadaşım...

Adsız dedi ki...

sanırım elimden daha fazlası gelmiyor :(
fasulye