15 Şubat 2010 Pazartesi

OLMAYA DEVLET CİHANDA..

Gündemi takip etmedim bir kaç gündür.. Yok aslında ilgilenmediğimden değil.. Baktım çizmeyi aşacağım biraz sakinleşeyim önce dedim.. Bu sabah da dahil gazetelere bakmadım, bakmadım ama maillere bakmadan da olmuyor ki.. Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı...

Hey gidi Kanuni boşa dememiş "Halk içinde muteber bir nesne yok DEVLET gibi, Olmaya DEVLET cihanda bir nefes SIHHAT gibi.."


Sağlık sektöründe epeydir yaşananlar malumunuz.. BİM (Bizim İçimiz Münafık)'lerde ilaç alma fikrinin hala şaka olduğuna inanmak istiyorum.. 2008 yılı temmuz ayında piyasaya çıktığı haberini duyduğum bir diş macunu vardı "Mü'min" hatırlayanlar olacaktır, bir yazı yazmıştım o konuda da.. Bu macun Malezya'dan gelmişti ülkemize, adı "Mü'min"di çünkü içinde anason yoktu, helaldi.. Malezya'da yayınevlerinde satılıyordu. Evet yanlış duymadınız, yayınevlerinde... Kendimce bu garip ülkeye bir gerekçe bulamamış ve "piyasadaki bütün kitapları islam ahlakında aykırı diye toplayıp işsiz kalan yayınevi çalışanlarına yeni bir sektör yaratmaya çalışıyorlar sanırım" şeklinde bir sonuca varmıştım birazda gülerek o zamanlar.. Bilemezdim tabi ülkemde olacakları o zamanlar, her ne kadar bakanlarımın başı sinyaller vermiş olsa da o yıllardan..

Dertlerimizi yaptığımız zincirlere,  eczaneler ekleyeceğiz anlaşılan.. Daha da  doğrusu bu eczanalere prangalanacağız zincirlerle, çünkü başka çaremiz kalmayacak.. Aklıma bir türkü geliyor hemen, çok manidar çook..

"ZAP SUyu Derin Akar Oy Sinem Mi Sinem Mi,

CAN ALIR Yürek Yakar Oy Sinem Mi Sinem Mi,
Ben Sevip Eller Ala Oy Sinem Mi Sinem Mi,
BANA DA KİMLER BAKAR, Oy Sinem Mi Sinem Mi"

El elin eşeğini türkü söyleyerek arar diye boşuna demiyorlar tabii..

Öte yandan devlet hastanelerinde görev yapan doktorlara muayenehane kapattıracağız.. Yani yakında ya muayenehane kalmaycak, ya devlet hastanesi... Zaten bakanlarımın başı özel hastaneleri açarken demiyor mu sağlık sektöründe çok büyük atılımlar yaptık diye..

"ZAP SUyu Aktı Geçti Oy Sinem Mi Sinem Mi,

Sinemi YAKTI GEÇTİ Oy Sinem Mi Sinem Mi,
Güzellerin İçinden Oy Sinem Mi Sinem Mi,
Benim SAĞLIĞIMI Seçti Oy Sinem Mi Sinem Mi."

Nasıl gelinmişti bu noktaya sahi, nemiz vardı kuzum Allahaşkına.. Gelin bir doktorun ağzından dinleyelim..

"Benim çocukluğumdan beri mevcut olan, o yıllarda gizli gizli, son zamanlarda ise açıktan yapılan hekim düşmanlığının nedenleri üzerine artılarıyla ve eksikleriyle olacak bir değerlendirmedir bu.

Şöyle ki;

Hekimlerin göz ardı edilemeyecek bir bölümünün yanlış davranışlara yönelmesi, her şeyden önce tabiatın affetmediği tek şeyin dengesizlik olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Bu ilk adımdır. Bu dengesizliğin
ne olduğunu soracak olursanız, özellikle 1980 darbesi ile kişisel uhdeleri de içinde barındıran ve ilk olarak Silahlı Kuvvetler içerisinde Kenan Evren'le başlayan "ben hekimi burnunu sürttüre sürttüre çalıştırırım" zihniyetinin bugünlere sirayet etmiş anlayışının eseridir bu. Popülist yaklaşımların oya tahvil edilen güzelliklerinden bahsetmiyorum bile.

Ben 1986 yılında mezun olup 1987 yılında Tbp.Ütğm. rütbesi ile Alay Baştabibi olarak göreve başladığım yıllarda, sadece lise mezunu ve tanıdık torpil vs ile bir bankada çalışan sıradan bir memur arkadaşım, sözleşmeli personel ayrıcalığı ile benim tam 3 katım maaş alıyordu. Ben ev kirası ödeyecek mali imkanlara sahip olamadığım için, içim kan ağlayarak şartlı olarak Sb. Lojmanında oturan Astsb. Arkadaşımın çıkartılmasına sebep olup, başımı sokacak kulübeyi andıran bir lojmanda anacığımla hayatımı idame ettirmeye çalışır ve çatısının bir gece ansızın çöktüğü bu bakımsız ve yaklaşık 50 yıllık, lojman diye bana verilen evin mutfak bacasından çöken tavanının molozlarını gecenin bir yarısında temizlemeye çalışırken, bu lise mezunu bankacı arkadaşım, aynı devletin O' na sağladığı imkanlarla, 1 tane de değil aynı anda tam 3 adet kooperatif evlerinin taksidini ödüyordu


..Bu arada sivilde çalışan gerek pratisyen arkadaşlarım ve gerekse uzman olan ağabeylerime de sosyal olması gereken devlet tarafından verilen resmi imkanlar da, askeri doktorlar kadar olmasa da benden çok farklı değildi. Çünkü "bir Tbp.Ütğm. Alay Komutanından fazla maaş alamaz" askeri düşüncesi sivilde de "nasıl bir doktor kaymakamdan daha fazla maaş alır" şekline dönmüş ve Ecevit zamanında uygulanan ve bugünkü tamgün yasası ile mukayese bile edilemeyecek kadar hakkaniyetli olan tam gün yasası iptal edilmişti. Ancak çok büyük bir defekt görmezden gelinerek. Muayenehanecilik.


1980 darbesi ile önce hekimliğin sosyo-ekonomik yapısı çökertildi. Ardından popülist yaklaşımlarla mecburi hizmetler konulup, o zaman Sn.Uğur Dündar' ın programlarından hatırlarsınız, köylülerin ahır olarak bile kullanmayıp kapısına kilit vurulan ağıllar bir tansiyon aleti bile olmaksızın kapısına sağlık ocağı tabelası asılarak, buralara doktor ve hemşire gönderildi.Daha da vahimi yılda 1000 doktor yetiştirme kapasitesi olan bir ülkede 5000 doktor kontenjanı yaratıldı.


Liselerin zeki, çalışkan azimli çocukları önlerine baktıklarında şunu gördüler. Lise yıllarında arkadaşların orda burada sürterken sen ders çalışacaksın, Üniversite sınavında en yüksek puanları alacaksın, 6 yıl boyunca dünya gezegeninin en zor eğitimini alacaksın, ondan sonra 2 yıl köylünün ahır olarak bile kullanmadığı bir yerde tansiyon aleti bile olmadan hastanın her türlü tıbbi-vicdani- hukuki sorumluluğunu alacaksın, sonra TUS sınavı gibi abuk subuk bir sınavı kazanma başarısı göstererek ihtisasa başlayacaksın, sefalet içerisinde geçen 4-6 yıllık asistanlık- ihtisas eğitiminden sonra uzman olarak tekrar 2 yıl mecburi hizmete gideceksin, bu ihtisasın üzerine 2 yıl da gastroenteroloji gibi nefroloji gibi bir yandal ihtisası yapacaksın (bu arada erkek doktorlar için askerliği saymıyorum bile) ve üst ihtisaslı bir uzman doktor olarak atandığın hastanede bir ambulans şöförünün yarı maaşını alacaksın.


Devletin reva gördüğü maaş bu.

İşte bunu gören liseliler Tıp Fakültelerini tercih etmemeye başladılar ve seksenli yılların sonunda Tıp Fakülteleri tercih sıralamasında 1.likten 13. lüğe düştü. Artık Tıp Fakültelerine daha düşük puanlarla girilebiliyordu üstelik göz boyamak için açılmış öğretim üyesi bile olmayan yeni Tıp Fakülteleri kurulmuştu. Mevcut Tıp Fak.lerinin kontenjanları da 2-3 katına çıkartılmış, 50 - 60 doktor yetiştirebilecek köklü fakültelere 150-200 öğrenci alınmaya başlanmıştı. Nasılsa NİTELİK önemli değildi NİCELİK ti önemli olan ve halkın gözü ne kadar boyanırsa o kadar iyiyidi.


Böyle bir devlet ve aynı devletin görmezden geldiği, dahası göz yumduğu muayenehanecilik işte böyle hayat buldu. Devletin sağlayamadığı, sağlamadığı hakkaniyet, hekim olan kişilerin kendisine bırakılmış ve yıllarca muayenehanecilik yapılmasına hiç kimse ses çıkartmamıştı. Hiç bir şey olamasam doktor olurum zihniyeti yerleşmişti. Tabii ki girilmesi kolaylaşmış Tıp Fakültelerine karakter zaafiyeti olan insanların da girmesinin yolu açılmıştı.


Bir tarafta devletin sosyal bir devlet olması gerekirken, bunu yerine getirmeyerek muayenehaneciliğ e zorladığı ortamda; bunu gerçekten vicdanı ile, dürüstlüğü ile yapan hatta yapmak zorunda kalan hekimlerin yanında, dumanlı havayı seven kurtlar misali olan ve muayenehane hekimliğini devlet hastanelerinin imkanlarını kullanmadan hastayı muayenehaneye yönlendiren hilkat garibesi doktorlar da peydah oldu ki, aile terbiyesi de eksik kalmış bu insanlar devletin kendi eli ile oluşturduğu jungle ortamında gemisini kurtaran kaptanlar oldu.


Bir taraftan da göz ardı edilmemesi gereken en önemli konu; devletin sağlık imkanlarını suistimal eden hasta popülasyonudur. Maalesef imkanı da olsa hiçbir kimse sağlığı için 1 kuruş vermek istemez bu ülkede. Çünkü devlet onlara bakmak zorundadır. O; devlete elektrik parası ödemez su parası ödemez vergisini ödemez ama devlet ona ve 10-15 çocuğuna bakmak zorundadır. Ne de olsa gökten zembillerle inmişlerdir. Ellerinde yeşil kartlar altlarında Mercedeslerle gelirler Numune Hastanelerine.


Hatta seçim zamanları milyonlarcası dağıtılır yeşil kartların ya da 1997 yılının rakamlarıyla muhtara 350 milyon lira rüşveti verince gıcır gıcır yeşil kartınız olur.

Ben sadece sizin haberinizdeki Bülen Serttaş' a sormak isterim. Acaba bir birey olarak kendisi ve yakınlarının sağlıkları için herhangi bir yatırım yapmış mı? Örneğin devlet imkanı olmasa bile çok iyi şartlar sağlayan özel sağlık sigortaları var. Çok uygun taksitlerle çok uygun primlerle inanılmaz sağlık harcaması imkanları sunuyorlar. Yoksa devlet Sn. Bülent Serttaş' a da mı bakmak zorunda. Evine almış olduğu bir LCD Tv. nin fiyatını sorgulamaz ama Böbrek taşınının çıkartılması için ödediği fiyatı yıllar sonra sorgulamak ihtiyacı duyar. Öyle ya televizyonu yıllarca kullanacaktır. Ama yıllarca ağrısız yaşamanın, dahası ileride olması muhtemel böbreğini kaybetme riskinin ortadan kalkmış olmasının bir önemi yoktur.


Üniversite hocalarının üniversite etiketlerini muayenehanelerinde ve hatta 2-3 özel hastanede konsültan adı altında kullanıp, pek doğal olarak üniversitede vermeleri gereken hizmetleri muayenehanesine ve özel hastanelere yönlendirmesi etik olmayan bir realitedir ki, bu zatları "tababet ağaları" olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır sanırım. Bir Tıp Fak. nin bir Anabilim Dalında 60 tane öğretim üyesi vardır, çünkü zamanında bu kadrolar alınmıştır, 60 öğretim üyesinin olduğu bir klinikte elbetteki görevini layıkı ile yapanların sayısı bir elin
parmaklarını geçmez. Hastalarını özel hastanelerde ameliyat ederler, gerekirse ameliyatları uzmanlarına yaptırırlar, gerekirse asistanları hastanın başına dikerler, herhangi bir komplikasyon olduğunda da hastayı hemen devlet garantisi altına, üniversite hastanelerine çekiverirler.


İşte bu da ağalığın bir başka formudur. Bunun yanında özellikle özel hastanelerde hastane patronlarına yaranabilmek ve vur-kaç taktiği ile yapılmaması gereken ameliyatlar yapılır, kullanılmaması gereken aletler kullanılır, hastadan para almazlar ama malzeme temin eden firmalardan, faturası devlete ödetilen malzemelerden alınan komisyonlarla yüzlerce milyar para kazanılır.


Eğer mesleğinizi adam gibi yaparsanız, endikasyonu dışında ameliyat yapmazsanız, "hasta Tanrı' nın biz hekimlere emanetidir" zihniyeti ile çalışırsanız, bu sefer de Hastane sahipleri tarafından sevilmez ve sayılmazsınız.Hatta bu hastane sahipleri hekim olsa bile.Eğer çok ameliyat yapıp, çok hasta yatırıp, hastaneye para kazandırmazsanı z, İYİ HEKİM OLABİLİRSİNİZ ancak asla DEĞERLİ HEKİM olamazsınız. Çünkü bu ülkede artık hastane yok, işletme var.


İşte tam da burada, getirilen tam gün yasası ile artık bu işlemler KANUNİ BİR ŞEKİLDE DEVLET HASTANELERİNDE YAPILACAKTIR. Performans adı altında, bırakınız fazla para kazanabilmeyi, geçimini sağlamak için hekimler yapılmaması gereken ameliyatları yapacaktır, kullanılmaması gereken malzemeleri kullanacaktır, Tıbbi yolsuzlukları n önü kanuni bir şekilde açılmış olacaktır. Şimdi sıradaki Devlet hastanelerini de Kamu Hastaneleri Birliği kanunu ile özel sektöre devretme çalışmaları vardır.

Ve çok yakın zamanda artık devlet, tıpkı Tekel İşçilerinde olduğu gibi "kardeşim ben devletin hastanelerini tekel fabrikaları gibi sattım, artık benim sizinle işim yok, muhatabınız ben değilim, gidin ne haliniz varsa görün yeni patronlarınız yeni sahiplerinizdir" diyecektir.


Bugünkü şartlarda Özel Hastanelerin insanlara açıldığını da zannediyorsanı z yanılmaktasınız. Çünkü SGK nın bir hasta muayenesi için özel hastanelere verdiği 15 lira, zaten hastanın devlete hastanede ödediği 12 ve eczanede ödediği 3 lira ile karşılanmakta, devlet vatandaşın cebinden çıkan parayla özel hastanecilik yapmaktadır. Zavallı yurdum hastaları da bunu halk-bayram zannetmektedir.


Özel hastanede çalıştırılan doktorların durumunun iyi olduğunu da sakın zannetmeyin. Eğer çok şanslı bir doktorsanız maaşınızı en iyi ihtimalle 2-3 ay geriden alırsınız. O da taksit taksit ve hastane sahibinin insafına göre. Özel hastanelerde 11 ay geriden maaş alan hekimler vardır. Biraz araştırırsanız, pavyonlara düşürülmüş kadınlar gibi pek çok gerçek yaşam öykülü ile karşılaşırsınız.

Çözüm,


Öncelikle hekimle hasta arasındaki para alışverişinin ortadan kaldırılması gerekir. Bu da yılların emeği ile olunmuş Prof. Dr.lara yazınızda belirttiğiniz gibi 700 lira maaş ile olmaz. Kendinizden pay biçiniz sayın Munyar, siz 700 lira ya gazetenizde çalışır mısınız? Eğer Amerika'da ki gibi hizmet bekliyorsanız, o hizmeti verecek doktorun yıllık maaşının Amerika'daki muadilinin haydi vazgeçtim eşit olmasından,, onda biri olması sizi rahatsız eder mi? ( ABD' de bırakın hocasını, bir nöroşirürji uzmanı arıyorlar yıllık 1milyon dolar maaş ve
bulamıyorlar biliyor musunuz? Bulamadıkları için de Yale Üniversitesinin kapısına asıyorlar bu ilanı) Hekiminize insanca yaşayabileceği, ailesini geçindirebilip, çocuklarını bu devlete millete hayırlı insanlar olarak
yetiştirebileceğ i maddi ve manevi imkanları sağlarsınız, 1980 li yıllardan beri ayaklar altına alınmış onurunun iade-i itibarını sağlarsınız, o zaman "işte kardeşim muayenehane açma ben sana bu kadar para veriyorum ve o paranın karşılığını bekliyorum" dersiniz. İşte o zaman hastasını muayenehanesine davet eden hekimin çanına ot tıkayabilirsiniz. Bütün bunlar olmadıkça, maalesef 4-C lileştirilmiş küskün ve bıkkın hekimleriniz olacak ve maalesef Tanrı da siz de dahil olmak üzere herkese Clevland yolunu gösteremeyecektir.


Ben kimiyim?
31 yıl 5 ay üzerinden GATA Tıp Fak. Nöroşirürji Anabilim Dalı' ndan kendi isteği ile emekli olmuş, bu kadarlık hizmeti karşılığında devletinin kendisine layık gördüğü emekli ikramiyesi ile başına bir ev bile alamamış, Öğrenci yetiştireceği en verimli zamanında Üniversitelerin vermiş olduğu aylık 1750 lira maaşla geçinmeyi göze alamadığı için, özel hastanede çalışmaya başlamış, ama endikasyonu dışında ameliyat yapıp, yolsuzluk yapıp insanları kasap gibi doğramadığı için, özel hastane sahipleri tarafından da sevilmemiş, bu nedenle 2,5 yıl içinde 3 hastane değiştirmiş ve muhtemelen daha da değiştirecek olan, daha Lise 2 de Nöroşirürji Uzmanı olmak için karar verdiğinden ODTÜ Elektrik-Elektronik Müh.ni bırakmış, ama artık maalesef tv sunucusu olsun, sanatçısı, gazetecisi olsun, hatta cunta başkanı ya da bir devletin başbakanı olsun geçmişte bazı bireysel hataların (hata doktorun mu? Devletin mi?) faturasını bir meslek camiasınının tamamına keserek, popülarite rantı sağlamasından, herkes tarafından örselenmekten yorulmuş ve ne yazık ki artık bu meslekten soğutulmuş, bunca yıllık hayatında da ne üniformasına ve ne de önlüğüne toplu iğne başı kadar leke bulaştırmamış,

Doç. Tbp. Kd. Alb. (E)
Hakan Kayalı
Beyin ve Sinir Cerr. Uzm."

2 yorum:

d@phne dedi ki...

meslekdaşımın yazısını okurken ister istemez hafifçe gülümsedim. anlattıkları bana çok komik geldiğinden değil. anlattığı herşeyi fazlasıyla yaşamış bir emekli doktor da benim. ben de hala 2 çocuk okutuyorum,biri üniversitede olmak üzere, ve ben de hala çalışıyorum ek bir işte. üstelik melekdaşım hiç değilse emekli tabip albay olduğu için sanırım benim iki katım emekli maaşı alabiliyordur. b en ise emekli sandığının tüm emekli devlet memurlarına layık gördüğü klasik emekli maaşını alıyorum. gerçi o bile gözlerine batıyor, eğer ikinci bir işte çalışıyorsam onu da kesmek istiyorlar.
fakat yine de gülümsedim. biz üniversitede okurken (ben de 1986 yılında Hacettepe Tıpdan mezun oldum)bir söylem vardı. derdik ki "insanın aptalı doktor, doktorun aptalı cerrah, cerrahın aptalı da beyin cerrahı olurmuş" meslekdaşım bu üçlemeyi tamamlamış. ben en azından bir kere aptalım. fakat sonra eşimle tanışınca aynı deyişin farklı bir versiyonu olduğunu öğrendim. onlar da dermiş ki "insanın aptalı asker, askerin aptalı piyade, piyadenin aptalı komando olurmuş". benim eşim 3 kere aptal. böylece biz ailede toplamda 4 aptallıkla değerli meslekdaşımı geride bıraktık. işte bu beni gülümsetti.

Adsız dedi ki...

:) düzelecek inanıyorum ben
fasulye