4 Mayıs 2010 Salı

Salıverdim Çayıra - Amerika (3)

Kendi aramızda kısa bir mütalaanın ardından nasıl olduysa şehir dışındaki Hyatt Regency olduğuna karar kıldık ve inanılmaz bir şekilde haklı çıktık. Gerçekten o ana kadar şans eseri yolumuzu bulmuştuk, şansımızın bizi terkettiği anda neler olabileceğini düşünemiyorum bile..

Otele varmak için yaklaşık yarım saat yol gittik. Otabandaydık ve hız sınırı 50  falandı sanırım. Hyatt Regency Oteli otobandan çıkan bir yolun ayrımında gayet seyrek binaların olduğu bir yaşam alanındaydı. Otelin tam karşısında Radison Otel vardı yanlış hatırlamıyorsam. Otelin kapısında taksiden indiğimizde borcumuzu sorduk. Ama gelmeden önce her şey için bahşiş vermemiz gerektiği konusunda tembihlenmiştik ama ne kadar vermemiz gerektiği konusunda tembihlenmemiştik. Taksi kırkbeş dolar tutmuştu, taksiciye de bahşiş vermemiz gerektiğini düşünmediğimizden adama kırkbeş doları uzattık. Parayı alıp beklemeye devam etmesinden bahşiş beklediğini anlayıverdik inanmazsınız. Beş dolar daha uzattık ama pek memnun olmuş görünmedi açıkçası.

Hava otuz derecenin üzerinde sıcaktı ve sanıyorum sabahın sekizi falandı bizim üzerimizde Ankara koşullarına uygun kalın kabanlar ve kıyafetler vardı. Artık bir an önce otele girip yayılmak niyetindeydik.. Ama anlayacaktık ki bu sadece bir niyetdi..

Resepsiyona yaklaşıp isimlerimizi söylediğimizde, deskteki kadının söyediği bir araba laftan hemen hiç bir şey anlamadık. Zaten o yorgunlukla (yaklaşık 20 saattir yoldaydık ve başımıza gelmedik kalmamıştı) Türkçe'de konuşsa bir şey anlamazdık sanırım. Derken bir mucize daha gerçekleşti ve otelde staj yapan bir Türk kızı olduğunu öğrendik. Nasıl mı? Söylenenleri anlamadığımızdan kızı çağırmak zorunda kaldılar.4

Yasemin adındaki kızcağız bize bir gün geç geldiğimiz için rezervasyonumuzun iptal edildiğini söyledi. Yuhdu artık harbiden.. Ama biz sanki çok normal bir şeymiş gibi davranarak bize yeni oda verip vermeyeceklerini sorduk. Otelde o an için boş oda yoktu, ancak boşalacak odalar vardı. Tamam dedik haliyle, başka çare mi vardı ki... Saat onikiye kadar bekler boşalan odaya gireriz diyorduk ki, orada odaların saat dörtte boşaltıldığını öğrendik.. Pişmiş tavuğa beş basar durumdaydık artık. Peki dedik çaresiz, bu üzerimizi de değişemeyeceğimiz anlamına geliyordu. Kışlık bot ve kıyafetlerimizle Orlando güneşi dışarda bizi bekliyordu. Hiç değilse valizlerimizi bir yere bırakıp bırakamayacağımızı soruduğumuzda neyseki cevap olumluydu.

Valizleri teslim ettikten sonra otelin açık büfe restoranına gözümüz ilişti, haliyle acıkmıştık ve doğru oraya girdik. Uzaktan zengin görünen açık büfede damağımıza göre pek bir şey bulamadık, gördüğümüz en tanıdık şey ise karpuzdu. Bir şeyler atıştırıp, masaların üzerinde duran içeceklerden tatmaya karar vedik, benim ilk denediğimin viski olduğunu anlamam uzun sürmedi. Gerçi artık viski değil ispirto bile içsem daha fazla dağılamazdım.

Doyduğumuza kanaat getirip restoranı terkediyorduk ki.. Garson koşarak arkamızdan geldi ve hesap dedi. Yani sanırım öyle dedi. Bizde sanırım ona ptelin müşterisi olduğumuzu söyledik, gerçi henüz elimizde anahtarımız yoktu ama.. Adam ikna olmuyordu, bizde adamın müşteri olmadığımızı sandığını sanıyorduk. Yasemin yeniden devreye girdiğimizde anladık ki, aslında otel bize söylendiği gibi oda+kahvaltı değildi ve biz hesabı ödemeden kaçan uyanık Türk'lerdik. Artık gülsek mi ağlasak mı bilemeden adam başı otuz dolar kahvaltı ücretini ödeyip hızla ordan uzaklaştık.

Önümüzde uzun saatler, üzerimizde kışlık kıyafetler vardı ve fakat artık kafamızın içinde bir aklımız kalmamıştı. Derken otelin lobisinde Disneyland deski olduğunu farkettik ama bu defa daha akıllı davranıp Yasemin'i bulduk ve bilgi aldık. Otelden Disneyland'a servisler vardı. İstediğimiz zaman 12 dolar verip bu servislerle gidip gelebiliyorduk. Ne duruyorduk o halde.. Hemen biletlerimizi alıp servise bindik. Yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından Disneyland'daydık. Disneyland dört büyük parkdan meydana geliyordu her birinin farklı bir teması vardı bunlardan biri de zaten MGM Stuıdios'du. Hangisine ilk daldığımızı hatırlamıyorum ama gişede kuruğa girdik. Günlük giriş elli dolardı sanırım, ama bir haftalı bilet alırsanız çok daha ucuza geliyordu. Bu arada bizim katılmamız gereken bir seminer vardı ve saatleri hakkında da pek bir fikrimiz yoktu. O nedenle günlük bilet alıp içeri daldık. Gördüğümüz muhteşem yer karşısında yogunluk ve sıcak artık bizi etkilemiyordu. Canımızı okuduğumuzu otele döndüğümüzde anlayacaktık. Tüm bunlarn üzerine bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik ve o gün dev gibi bir parkı gezdik. Muhteşemdi..

Otele döndüğümüzde sanırım saat dokuza geliyordu. Dönmeyi başardık yani.. Rezevasyonumuz iptal olduğundan bize ancak sigara içilmeyen binadan bir oda ayarlayabilmişlerdi. Olsundu, üzerimize garip bir rahatlık gelmişti, hiç umursamadık.

Odaya girdik valizleri açmamız gerekiyordu ama hiç halimiz yoktu, sırayla duş aldık ve kilidinin biri açılmayan valizle bir süre göz göze baktıktan sonra arkadaşım bir kez daha çantasına bakmaya karar verdi. Ne oldu bilin.. O debelenip bulamadığımız ve stresten strese girdiğimiz anahtar çantanın içinden ışıldayarak çıktı. Valiz kurtulmuştu, artık onu kırmamız gerekmiyordu, bağlamamızda..

Banyonun ve anahtarın bulunmasının verdiği rahatlıkla ikimizde yastıkla buluşmadan uykuya dalmıştık bile.

Ertesi sabah kalktığımızda ikimizde cin gibiydik ne saat farkı ne de onca macerayı biz yaşamamışız gibi keyifle giyindik. Bu sefer restorana girmeyecek kadar akıllanmıştık. restoranıın hemen yanındaki küçük kafede donut ve kahveyle amerikan usulü bir kahvaltı yaptık. E artık bizde buralıydık..

Seminer salonlarını bulma başarısını bile gösterdik. İkimizin programı farklıydı, bütün günümüz seminerde geçmesin diye aynı saatte farklı seminerlere yazdırmışlardı bizi. Bu da öğleden sonramızın boş olduğu anlamına geliyordu. Tabii ki Disneyland'a gidecektik. İkimizde çevremizde konuşulanları hiç anlamıyor olmaktan rahatsızlık duymadan kendi salonlarımıza gittik. Benim girdiğim seminerde şirketlerde web training eğiriminin nasıl projelendirileceği ve maliyetleri anlatılıyordu. Zaten yaptığım iş bu olduğundan sunum eşliğinde anlatılan semineri anlamakta zorluk çekmedim. Hatta bu projelendirme aşamasında benim tek başıma yaptığım iş için yedi kişi belirlendiğini ingilizce dinleyerek, Türkçe şoka bile girdim.

Seminer aralarında hemen birbirimizi bulup koyu bir sohbete dalmış gibi yaparak diğer insanlarla muhabbet kurmamayı da başardık. Seminer bittiğinde odaya fırlayıp üzerimizi değiştirecektik ki, oda da derli toplu düzenlenmiş yataklara rağmen sağa sola fırlatılmış terlik ve pijamalarımızla karşılaştık. Hayır Türk olduğumuz için değil, sigara içilmeyen binada odada sigara içtiğimiz için oda görevlisi bize kızmıştı. İzmaritleri tuvalet kağıdına iyice sararak atmış olsakda Türk aklımızla, haliyle oda kokuyordu. Odanın bir balkonu olmasına rağmende sigara içilmeyen binada sigara içerken yakalanmayalım diye içerde içmiştik sigaralarımızı.. Ne yalan söyleyeyim hiç umursamadık, gamsızlığın doruklarına ermiştik biz bu ülkede.. Hemen giyindik yanımıza yiyecek bir şeyler aldık.. Ayrıca boş matara ve Tang toz içeçek bile getirmiştik. Mataralarımızı doldurduk yanımıza kazak alıp yola çıktık. Çünkü gündüz çok sıcak olan şehir akşam birden bire buz gibi oluyordu.

Ve yine Disneyland'daydik bir gn önce tecrübelenmiştik. Servis park alanında belirli bir numaranın üzerinde duruyordu ve akşam kalkış saatinde yine o numaralı alandan herkesi toplayıp kalkıyordu. Ama biz o gün kendimize duyduğumuz gereksiz güvenle numarayı ezberlememiştik ve buna ayrıca pişman olacaktık. Detaylarını daha sonra anlatacağım muhteşem bir gezinin ardından park alanına geldiğimizde onlarca servisin orda durduğunu anladık. Ama hepsi numaraların üzerinde duruyor ve biz zaten hatırlamadığımız numaralrı çağrıştıracak herhangi bir şey hatırlamıyorduk.

Bir şekilde şoförmüzü tanıyıp servisimizi bulduk ama bulana kadar da soğuk terler döktük çünkü parklardan kalan son servislerdi ve onları kaçırırsak otele dönmenin yeni bir yolunu bulmak zorunda kalarak başlıbaşına bir maceraya daha imza atacaktık.  Kan ter içinde kendimizi servise attığımızda serviste bizden başka kimsenin olmadığını farkettik. Kalkış anına kadar otobüsün yanında dışarda bekleyen şöfor yolcu kapısından bindiği otobüse ve bir anda bize dönüp işaret parmaklarını sallayarak "Hey guys!" diyerek gülmeye başladı. Bizim için hayırdır inşallahlık bir durumdu ve o ana kadar hiç bir şeyden tırsmayan biz, gereksiz olduğunu anlayacağımız bir endişeye kapıldık. Bomboş ve karanlık bir otobandan geçerek otelimize donecektik ve serviste bizden başka kimse yoktu ve şoförümüz pek tekin gözükmüyordu. Ama işte burası Türkiye değildi. Yola çıktıktan sonra şöfor arkasını dönerek bizi bir kaç kez öndeki koltuklara da davet edince biz de bet beniz attı ve duymuyormuşuz gibi yaparak camdan görünmeyen dışarıyı seyretmeye devam ettik. Ellerimiz göğsümüzde kavuşmuş iki sağırdık o andan sonra.

Ancak şoförümüzün vazgeçmeye niyeti yoktu ve bizde salak ile avanakdık ne yazık ki. Adama ayıp olacağına kanaat getirip öne geçtiğimizde adamın yol boyunca anlattıklarından hiç bir şey anlamadığımız için aptal aptal gülümseyip durduk. Çünkü bir yandan da otele ne kadar kaldığını anlamak için sürekli yola bakıyorduk. İnerken adamcağıza engin İngilizcemizle bye diyerek hızla odamıza koştuk.

Uyumadan önce sigaramızı içip banyolarımızı yaptık ve yine deriiiin bir uykuya daldık..

(devam edecek)

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Maceranın sonu yok sanırım :) Okuması çok keyifli ama yazması da epey külfetli olsa gerek. Devamını bekliyoruz...

Adsız dedi ki...

yok yok yazarkende cok egleniyorum ben aradan on yıl geçti hala unutmadım yaptığımız salaklıkları :)) aslına bakarsan hepsi toru topu bir hafta :) ama daha bekle ve gor neler geldi başımıza.. nasıl geri geldik ordan bende bilmiyorum :)
fasulye

Sis dedi ki...

Hadi ama ya yeni bölüm lütfen :))

Unknown dedi ki...

İşim gereği çok sık yurt dışı seyhahatleri olur..Bu macerayı okurken o kadar gerçekçi ve tanıdık olaylar gördüm ki..Göreve başladığımda yaşadığım ilk seyahatlerimin tadı,heyecanı ve endişelerini burada buldum..Çok akıcı ve gerçekçi bir anlatım zaman zaman bu seyatin bir kahramanı gibiydim..Fasulye hem mükemmel bir gözlemci hem de bu gözlemleri yaşama aktarma beceresini kusursuz kullanmış..

Hasan Kıbrıslı

Unknown dedi ki...

İşim gereği çok sık yurt dışı seyhahatleri olur..Bu macerayı okurken o kadar gerçekçi ve tanıdık olaylar gördüm ki..Göreve başladığımda yaşadığım ilk seyahatlerimin tadı,heyecanı ve endişelerini burada buldum..Çok akıcı ve gerçekçi bir anlatım zaman zaman bu seyatin bir kahramanı gibiydim..Fasulye hem mükemmel bir gözlemci hem de bu gözlemleri yaşama aktarma beceresini kusursuz kullanmış..

Hasan Kıbrıslı