17 Ocak 2009 Cumartesi

GERÇEĞİN PEŞİNDE (7)

Gerçeğin peşinde serisine uzun bir ara verdiğimin farkındayım.. Ama neredeyse haftalardır taslak olarak bekleyen bu yazıyla beraber yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz.. Bu yazının bir diğer anlamı da, hakkında bu kadar bilgi topladığım ve en çok görmek istediğim yer olan Mısır'a önümüzdeki hafta gidiyor olmam. Tam olarak bir hafta boyunca izlerini sürdüğüm tarihin kalıntılarını gözlerimle görecek ve dokunarak hissedebileceğim. Sanırım dönüşümde aldığım feyzle bu yazı dizisi daha bir heyecanla devam edecek.. Yokluğumda blogumda yayınlanması için planladığım yeni yazılarımda olacak.. Bu arada umuyorum ki yeni ve değerli yazarım Ikarus'da ben yokken sizlere "Dalgalandık da Dumurduk" yazısının devamı ile blogumu sessiz bırakmayacak.. Şimdi Musa ile çıktığımız yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edelim bakalım nerelere varacağız... Aşağıdaki yazı bir alıntı üzerine kurulmuş yorumlarımdan oluşmaktadır. Umarım keyifle okumaya devam edersiniz...

Alıntıyı yaptığım yazarın görüşüne göre, "Mısırda yaşamış yabancı varlığı yani İbranilerin izini analiz etmenin bir diğer yönü, Mısır devletinin sınıfsal ve politik yapısını doğru anlamak çok önemlidir. Geleneksel Mısır anlayışı Heredot'un yazdıklarından yola çıkılarak yazılmış bir tarihtir. Roma dönemi tarihçileri piramitler dönemi çağını, köleci bir devlet anlayışı içinde varsaymışlar, batılı tarihçilerin oryantalist yargıları sonucunda klişeleşmiş bir bakış açısına dönüşmüş, Marksist bakış anlayısıda düşünce anlayışıda arpa boyu ilerleyemeyerek aynı bakış açısının farklı bir versiyonu olmuştur."

Aslına bakarsanız Mısır kadar her şeyi hiyerogliflere döken ve iz bırakmaya meraklı bir milletin bazı noktalarda bizi bu kadar kayıplara sürüklemiş olması ilginç geliyor bana.. Her ne kadar doğa olayları pek çok izi silip yok etmiş olsa, yağmacıların verdikleri zararlar sonucu pek çok kayıp gerçekleşmiş olsa da, Mısır tarihinin genel bir analizini yapacak kadar ize rastlanmakla beraber kutsal kitaplarda anlatılan olaylara dair hemen hiç bir ize rastlayamıyor olmak, insanın aklına pek çok olasılığı getiriyor. Mısır hanedanı yönetim anlayışının özellikle son dönemlerinde kölelik üzerine kurulmuş olma olasılığı inandırı geliyor bana , çünkü Mısır'ın yükselişinin ardından yozlaşan firavunluk koltuğu, tanrısallaşma noktasından itibaren kendini halkından soyutlayarak farklılaştırmış ve insanlıktan uzaklaşmaya başlamıştır. Bu çarpık bakış açısının yerleştiği dönemin ardından da kendini Tanrı zanneden firavunların insanları köle gibi görmesi şaşırtıcı bir şey değildir. Ancak Mısır'ın ilk dönemlerindeki anlayışın bu olduğunu düşünmemizi gerektirecek de herhangi bi bulguya rastlanmamaktadır. Yani büyük piramitlerin yapıldığı dönemi kastediyorum. Çünkü eğer sürdüğümüz izler doğru ise Mu ve Atlantis kıtasındaki ruhban sınıfının kurduğu bir Mısır'dan söz ediyorsak yani, onların kültürlerinde kölelikden ziyade manevi güçlerin artırılması ve bunun halk tabakasından gizlenerek ancak sınavları aşanlara verilmesi söz konusu idi. Bunun dışında halkı küçük görmek ya da kölelik gibi bir anlayış söz konusu değildi. Zaten ruhsal yücelmeye yönelmiş ve henüz yozlaşmamış olan bir grubunda insanı herşeyden üstün görürken, kendileri gibi olmayanlara eziyet ederek ruhlarını yüceltmeleri söz konusu olamazdı sanırım diye düşünüyorum. Onlar sadece kendi manevi dünyaları ve gelecek nesillere bırakılacaklar üzerine yoğunlaşmışlardı.


Alıntıya devam edelim.."Yazarlar, Zubritski-Mitropolski-Kerov tarafından yazılan 'İlkel topluluk, köleci toplum, feodal toplum' adlı kitapta 'Mısırdaki ilk iktisadi birimler, köle sahipleri tarafından sömürülen kır topluluları olarak görülür. Daha sonra tapınaklara ait tarım işletmeleri hızla yayılarak, Mezapotamya'da olduğu gibi, kır toplulukları sınıflara bölünerek, köle sahiplerinin, rahiplerin ve tefecilerin bu toplulukların topraklarına el koymasıyla dağılıp parçalanmıştır.Yoksullaşan köylülerin durumu kölelerin durumundan hiç de farklı değildir.' yorumunu getirirler. Bu yorum, uygarlık tarihinin sınıflı toplumu açısından doğru olamakla beraber bu saptama tarihsel olarak süregelecek bir takım yanlışlıklarında zeminini hazırlar.


Öncelikle devlet kavramı varsa sınıflı toplumsal yapının olması kaçınılmazdır. Bu sınıflı jenerik eski Mısır krallığına uygulandığı zaman ortaya çok büyük bir yanılgı çıkarır. Her şeyden önce çağın ekonomik modelinde köleler ve köle sahipleri kavramı izine asla rastlanmaz. Eski krallık dönemine ait bulgular, ekonominin itici gücünün tarım olduğu fakat bunu analiz ederken Marksist yaklaşımın hataya düştüğünü görürüz , ortada köleleştirmeye yönelik bir ekonomik model yoktur, verimli tüm topraklar devlete aittir ve bunun işletilmesi köleler ile değil özgür Mısır halkı ile gerçekleştirilir. Despotik yönetim söylemleri sadece hikaye niteliğindedir. Kral hem rahiptir, hem de Mısır'ın en üst mertebedeki komutanıdır. Rahiplik ona saygınlık kazandırır. Kısa dönem için yapılan Marksist çözüm yanıltıcı olamakla beraber uzun dönemde bu çözümleme gerçektir. Bunun sebebi ise artan ihtiyaçlar ve bunun sonucunda sınır güvenliği konusu ve fetihler bu çözümlemeyi uzun dönemde geçerli kılar. Bu sadece Mısır'a ait bir durum olmayıp tüm bölge de bu durum geçerlidir. Mısır'da eski krallık döneminde ortaya çıkan köleleştirme ile orta krallık dönemimde yoğun olarak köle çalıştırma stratejisini beraberinde getirir. Mısırlılar askeri operasyonlarını Libya bölgesinde yoğunlaştırırlar bu onlara hem ilkel kabileler karşısında Mısır'ın gücünü hemde köle emeği için kaynak oluşturur. Benzer şekilde güneye doğru Nübye'ye (Sudan) seferler düzenlenir. Güneye yapılan seferler imparatorluk için gerekli hammadde ihtiyacınada önemli destek olur. Nübye'de esir alınanlar madenlerde çalıştırılır. Askeri seferler düzenlenen kritik sınır komşuları arasında üçüncü bölge olan Nil in doğusunda yer alan topraklara yapılır. Sina nın doğusuna yapılan seferler hem Asyalıları deltadan uzak tutar kimi zamanda ekstra köle gücü sağlar. Mısır'da orta krallıktan itibaren yönetim sistematik bir biçimde, pragmatik bir yönteme dönüşür. Sınırlarda yaşayan kimi kabileler imparotorluk şemsiyesi altına alınarak onlardan bizzat yararlanılır. Bunun en tipik örneği Nübye çöllerinin savaşçı kabileleri Mecey'lerin resmi polis haline getirilmesidir. Mecey'ler kral adına tarım alanlarını, anıtları korur. Mecey'lerin görev alanları bazen genişletilmiş Libya çöllerinde deltanın doğusunda, Sina'dan, Antik Biblos a kadar kullanılmışlardır. Daha az olmak üzere doğu sınırlarını korumak için Asyalılar'dan bu şekilde yararlanıldığı bilinmektedir. Bütün bu yazılar ve Mısır kayıtları Mısırda yabancı varlığının devlet tarafından çok sıkı denetlenip kontrol altına alındığının bir göstergesidir. Köleler veya paralı askerlerin Mısır şehirlerinde koloniler halinde yaşaması neredeyse imkansızdır. Ülkedeki tüm yönetim merkezden yapılmakta olup büyümeyle paralel olarak İ.Ö.20 yy bazı yerel yöneticilere kısmi etkiler veril miştir. İbrani mitleriyle, Mısır kayıtları arasındaki büyük çelişkiler EXODUS kitabında başlar, bu kitapta Mısırda yerleşik altıyüzbin İsrailli olduğunu belirtir. Dönemin mısır kayıtları incelenirse bu rakamın yüzde onu bile hayaldir. Böyle bir rakama sınırlar içinde yönetimin yaşamasına zin vermesini düşünmek bile oldukça çocukçadır. Buna karşılık deltanın doğusunda Nil'in sularında hayvanlarını otlatmaya gelen ve bu ara da ticaretle uğraşan göçebe çoban kabilelerin varlığı Mısır kayıtlarında mevcuttur. Ne var ki bunlar eski ahitte Yusuf un babasına belirttiği gibi Mısırlılarca hor görülen ve yerleşmelerine sıcak bakılmayan grubu oluşturur. “Ve olur ki sizi firavun çağırır, ve işiniz nedir der; siz de çocukluktan şimdiye kadar hem biz hem babalarımız, kulların, davar adamlarıdır, deyin ki, Goşen vilayetinde oturasınız, çünkü Mısırlılar için her çoban mekruhtur. (Tekvin 46:33-34) Yani Mısırlıların dışındaki toplulukların yaşadığı yerlere dahi yaklaşması mümkün değildir. Bu durumda Goşen in Tell ed Dabaa çevresi olduğu ve buralarda yaşamanın firavun iznine bağlı olduğunu söylemek oldukça doğrudur. Eski ahit ve yabancı izlerini bağdaştırmak zor olmaz. Burada deltanın doğusuna yerleşen paralı askerlerden değil firavunca yerleşimine izin verilen insan topluluğundan bahsetmekteyiz ki Mısıra zaman içirisinde yerleşip etnik bir azınlık haline gelen Yahudi varlığına ilişkin tarihsel ve arkeolojik bulgular yoktur. Bütün bu bulunan bilgiler ondokuzuncu yüzyıldan itibaren Yahudi ejiptologlarca kitaba uydurma işine girişilir. Eski ve orta krallık dönemlerinin Yahudi tarihine uymaması sonucunda eğilim ikinci ara döneme kayar yani, HİKSOS işgali sığınmanın tarihsel açıklayıcısı kabul edilir. Kutsal kitap inancından sıyrılamayan ejiptologların yaptığı şey tamamen olayı kitaba uydurmaktır. Yahudi senaryosuna göre : Mısır bilinmeyen bir nedenden güçsüz düşer, direnç bile gösteremeden Hikros işgaline uğrar, Avaris kentini merkez alan ve bütün aşağı Mısır'a hakim olan bir Asyalı krallık kurulur. Böylesi bir durumda Asyalı yöneticiler Mısır'a etnik yapısını göçebelerle dengelerler. Zamanla bu grup çoğalır, yüzyıla yakın süre sonra Thebes prensleri Hiksosları kovup eğemenliği tekrar sağlayınca, Mısır yönetimi İbrani halkına düşmanca davranmaya başlar. Baskılara dayanamayan bu halk ülkeden topluca çıkar. Senaryo kurgu olarak iyi olmakla beraber bu senaryoyu doğrulayacak en ufak bir kanıt yoktur. Kimdir bu Hiksoslar, nerden gelmişlerdir, Mısır'ı ne zaman ve hangi güçle işgal etmişlerdir. Eski çağ uzmanları tarafından yüzyılı aşkın süredir tartışılan sorudur bunlar. Asla bir fikir birliği yoktur. İlk yanıtlanması gereken Hiksosların kim olduğudur. Mısır tarihinde ikinci ara dönem olarak adlandırılan kargaşa yaklaşık İ.Ö.17 yy ortalarında başlar.13 hanedan sonlarına rastlayan bu dönemde 14.hanedan ortaya çıkar. Bu karanlık dönem oldukça çalkantılı bir dönemdir. Sinadan batıya geçmeyi dahi hayal edemeyen kimi yağmacı kabileler dirençle karşılaşmaksızın Menphis'ten geçerek Aşağı Mısır'ı işgal dahi ederler. Daha da şaşırtıcısı işgal yağmayla bitmez ve deltanın doğusunda 14.hanedan firavunlarından Neh si tarafından anıt kent olarak inşa edilen kent Hiksoslarca adı Avaris olarak başkent ilan edilir. 15.hanedan olarak hiksosları görürüz ve bu dönem 100 yıl sürer. Öncelikle Hiksos kelimesinin anlamı üzerinde uzun tartışmalar olmuştur. İlk başta Manetho'nun metinlerinden yola çıkılarak “çoban krallar” anlamına geldiği kabul edildi. Ancak yirminci yüzyılda yabancı krallar karşılığı kabul edildi. Bu fark çok önemlidir. Çoban krallar deyişi doğrudan Sami kabilelerde ilişkilendirilirken, Yabancı krallar geniş ve belirsiz bir kavramdır. Manethonun tarifi tamamen doğru olmasa gerekir. Kelimenin ek kısmı shasu=göçebe çoban olmayıp yine Mısır dilinde khasut = yabancı ülke olduğu kuvvetli bir ihtimaldir. Hatta bu kelime XII sülale zamanında yabancıların reisi anlamında Beni_Hasan da gösterilen yabancı reislerin getirdikleri hediyeleri tasvir için kullanılmıştır. Yabancı krallar mısırda fazla yabancılık çekmeden yerleşik hayata geçtiklerine ilişkin bilgiler Hiksos sorununu iyice karıştırır. O denli ileri giderki 15.hanedan kralları kendilerinin Mısırlı olduğunu bile öne sürer. Dahası Mısır'ı dış işgallere karşı , garnizon kurup korudukları bilinen bir bilgidir. Bu noktada güçlü organizasyonla kurulmuş Avaris, yine Mısırlılarca yıkılmıştır. Hiksos işgaline denk gelen İ.Ö.640 ve sonrası dönemde Mısır için ne Babil ne de Asur tehdit oluşturabildi. Çünkü iki güçlü devlette zor günler geçiriyordu. Mezapotamyanın bu iki güçlü devleti Hitit saldırılarına maruz kaldılar. Peki Hiksosları korkutan güç Hitit olabilir miydi? Bu da çok küçük bir ihtimaldir, kaldı ki Hititler, Asur ve Babil işgallerinden sonra yine topraklarına çekilmişlerdir. İ.Ö.1600 dolaylarında, kuzey Suriyeye inmeside çok sonra olmuştur. Bu durumda geriye iki aday kalır bunlardan biri güney anadoluyu kontrol altına alan Hint-Avrupa kökenli başka bir halk, Huriler; ya da Levant, Filistin ve kuzeyinde yaşayan Sami kabileleri. Bu işin içinden çıkılmaz bir bilmecedir. Hiksoslarla ilişkin görüş ve değerlendirmeler,

1-Hiksoslar, Filistin ve Lübnanda yaşayan ve proto-kenan olarak tanımlanan Sami kabileleridir.

2-Hiksoslar Asur ve Babilde kendilerine yer bulamayan göçebe amorit kabilelerin oluşturduğu bir topluluktur.

3-Hiksoslar, Ege adalarından Filistin bölgesine deniz akınlarıyla gelen ve sonrasında güçsüz durumdaki Mısır'a doğru yürüyen minos kökenli savaşcı gruplardır.

4-Hiksoslar Huri ailesi ait Hint-Avrupalı göçmen kollardan biridir ve yollarının üzerindeki her şeyi yağmalayarak Mısır'a gelmişlerdir.

Birbirinden oldukça farklı bu görüşler oldukça karmaşık olmasına karşın, tarih, tek seçenekli düz ve net yanıtlarla açıklanamayacak denli girift ve çogu zaman anlaşılması güç ayrıntılar üzerine kuruludur. Hiksos sözcüğünün İ.Ö. 17. yy da bütün yakındoğuda yaşanan karmaşa sırasında , söz konusu dört seçenekteki etnik grupların tümü için de kullanılabilecek genel bir ad olduğunu kabullenmek , en makul çözüm olarak karşımıza çıkar. Karışıklık içerisinde yakındoğunun her yerinde, panik içerisinde göçler, akınlar ve yağma hareketleri yaşanır. Bu sürecin kahramanları Sami kabileleri, Hint-Avrupa göçmenleri, Egeli savaşçılar. Ama asıl sorun Hiksos hanedanı nın nasıl oluştuğudur. Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta Hiksos akınlarının yağma ve talan üzerine kurulmuş olmasıdır. Manethon bu toplulukları Tanrı korkusu olmayan saldırgan zorbalar olarak tanımlamaktadır. Tapınaklar yıkılmış ve yağmalanmış, kadınlara tecavüz edilmiştir Konunun dahada çarpıcısı , izleyen dönemde kentlerin onarılması, askeri organizasyonların kurulması ve Avariste 5.Hanedanın kurulması ile belirtilen derin çelişki. Saldırganların taş üstünde taş bırakmadan sonra Judeo-Hristiyan tarih anlayışında birden kimlik değiştirip şehir imarlarına başlamaları ve kendilerini Mısırlı olarak tanımlamaları, kendilerinden birini haneden olarak tahta çıkarmaları bu düşünce çercevesinde mantık ile açıklamak çok zordur. O halde ulaşabileceğimiz tek bir nokta vardır. Hanedanı kuranlar Hiksoslar değildir. Mısırın bu kargaşa döneminde iki farklı evre yaşadığını söylemek mümkündür. Bunlardan birincisi güçsüz düşen merkezi yönetimin acizliğini fırsat bilen ve Hiksos adı altında değerlendirilen kabilelerin daha kısa zaman dilimi içerisindeki yağmaları, ikincisi ise yağmacıların işlerini bitirdikten sonra Mısır'da yaşayan varoş halkın iktidar boşluğunu fırsat bilerek delta yönetimine el koymasıdır. Çoğu bilim adamı ve tarihçinin üzerinde anlaşmaya vardığı bu noktadır. Avaris kentinde kurulan yeni hanedanlığın Mısırlı unsurlar olduğudur. Deltanın doğusunda bulunan arkeolojik bulgular bunu tamamen desteklemektedir. Bulunan arkeolojik bulgular arasında taklit niteliği taşıyan bolca ikinci sınıf mısırlı objeler bulunmuştur. Bulunan kalıntılar içerisinde daha eskiden bölgede yaşamış olan asya kökenli paralı askerlere ait bulgularda mevcuttur. Bir başka deyişle yıllar boyunca mısırlı sayılmayan ve alttabaka insanlara insanlara askeri disiplin oluşturularak, paralı askerlerin öncülük ettiği söylenebilir. Yağma ve talandan kaçan eski düzen soyluları Thebes e çekilirken aşağı mısırın yeni sahipleri “eskinin çobanlar"ı oldu diyebiliriz. Yüz yıl süren bu yönetim 17.hanedanın Thebes prensleri tarafından yıkılacaktır. Ve yeni krallık dönemi başlayacaktır. Eğer konunun başından beri aradığımız İBRANi varlığına dönersek kanıtların içerisinde asla böyle bir halka ilişkin veri bulunmaz. Yeni krallık dönemindeki kutsal kitap ve Mısır manzaraları incelenirse asla bir İbrani yerleşimi söz konusu değildir.Sorun İbrani diye bir halk tabakasının olmamasıdır aslında. Bazı inançlı ejiptologlar GENESİS i eğip bükerek 15.hanedan döneminde yerleşmiş olduklarını düşünsek bileki bu eski ahit kronolojisi ne asla uymaz, eski ahitte Yakup ve oğullarının ülkeye yerleşimini anlatan bölümler Mısır resmi tarihiyle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Mısır kayıtlarının hiçbirinde EXODUS kayıtlarını içeren bir belge bulunmaz. EXODUS ve GENESİS te ise Hiksos işgali, Avaris kenti, Thebes kentindeki gelişmeler hakkında tek satır yazı bulunmaz. GENESİS uslubunda daha çok orta krallık döneminin Mısırını çağrıştıran izler yer alırken, EXODUS kitabında , firavun isimleri verilmez, coğrafi verilerde anlatılanlar bilinen kronolojiye asla uymaz. VE TANRI ONLARI ATEŞLE VURUR…?

Tarih sahnesi böyle iken , Eski ahitte bulunan Mit yani masal benzeri sıra dışı doğal olayları incelersek gerçek ip uçlarını orda görebiliriz. Bunlardan ilki Yusuf un Mısıra vezir olduğu sırada Mısırda yaşanan ve 7 yıl sürdüğü belirtilen büyük kıtlık ile İbranilerin mısırdan çıkış öncesi bir dizi tüyler ürpertici olay..? Bunlar EXODUS 7-12 arasında uzun uzun anlatılır. Burda dikkat çeken asıl ve en önemli nokta bu masalların hiçbir Mısır kayıtlarında olmamasıdır. Yeni krallık yani II.Ramses döneminde felaketlerin en ufak izine dahi rastlanmaz.Bu masallar niye anlatılmıştır peki ?

1-Yahudi yazarlarca tanrılarının gücü abartılarak kendilerine resmi bir tarih yazmak istemişlerdir.

2-Bu felaketlerin Mısır ın karmaşık dönemine ait olduğunu varsayıp yazılı kanıt bulma olasılığından vazgeçsek bile birinci yaklaşımı kabul etsek EXODUS için tarih ve kronoloji asla tutmaz. İkinci seceneği kabul etsek tüm olaylar akıldışıdır ve devamının doğruluğunu gösteren hiçbir ize rastlanmaz. Ipuwer adlı bulunan papirüste Mısır'da yaşanan doğal afetler anlatılmıştır. Bu anlatım şekli oldukça mecazi bir anlatım şekli olup. Eski ahit ile karşılaştırılması bilim adamlarınca yanlış çıkarsamalara yol açacağından dolayı fazla dikkate almamakla beraber son dönemlerde bulunan arkeolojik kanıtlar ile yaşanan doğal afetlerin sadece Mısır'da yaşanmadığı aşağı yukarı tüm dünya bölgelerinde yaşandığına dair ikna edici veriler ortaya koyar. Bu dönemde İndüs Vadisi uygarlıklarının, Harappaların yazılarından karşımıza doğal olmayan olaylar çıkar judeo-hıristiyan düşüncesinde bu bölgeden geçerek avrupanın kökenini oluşturan insanlar yani Aryan ırkı felaketlerden etkilenmişlerdir. Bir diğer egenin görkemli uygarlığı Minos ile ilgili doğal afetlerdir. Orta Asya'da ortaya çıkan doğal afetler, kuzey ve güneyde çıkanlar ile konu oldukça açılabilir. EXODUS ta görülen Mısırdan kitleler halinde kaçan İbrani kabileleri aslında tarihsel verilerdede görüleceği üzere , Mısırın içinde hiçbir zaman yerleşik olmayan doğudan deltaya hayvanlarını otlatmaya gelen sonra Filistin ve Lübnan a dönene Bedevilerden başkası değildir. Felaketler başladığında Mısırlıların değerli eşyalarınıda alarak kaçmışlardır.“ Ve İsrailoğulları Musa'nın sözüne göre davrandılar: ve Mısırlılardan gümüş şeyler ve altın şeyler ve giysiler istediler.: Ve Rab Mısırlıların gözünde kavma lütuf verdi ve istediklerini verdiler. Ve Mısırlıları soydular” (Çıkış 12:35-36) Bu hırsızlık olayı karşısında Çöl Bedevilerinin peşine düşen Mısır orduları değil asayişi sağlayan birliklerdir. Kaçanlar sadece bedeviler değillerdir. Mısırlılar arasında deltanın doğusundaki paniğe kapılan Mısırlılardır. Bunun en büyük delili On emirin Mısır dilinde yazılmış olamasıdır.

Kutsal kitapların en büyük mitlerinden bir tanesi Kızıldenizi yaran İbranilerin karşı kıyıya ulaşmasıdır. Bugün artık bu mit Kızıldenizin bir çeviri hatası olduğu aslının Sazlıklar Denizi olduğu bilinmektedir. Bedevilerin peşlerine düşen Mısırlı atlı güvenlik ekipleri atlarıyla bataklığa saplanmıştır. Sina çöllerine geçen halk umutsuzluğa düşmüş, yukarı Kenan dolaylarına bölge karışıklıkları nedeniyle çıkılamamış, aynı şekilde doğuda Hiksoslarca talan edilen yerler nedeniyle cesaret edilememiştir. Yanlarında bulunan değerli metallerin soyulması istenme miştir. Akıllı ve işini bilen Mos yada Musa Sinanın kuytularında zaman kazanmıştır. Afetlerin geçmesiyle aralarındaki huzursuzluklar başlar,“ve israiloğullarının bütün cemaati , çölde Musaya ve Harun a söylendiler ; ve israiloğulları onlara dediler; keşke Mısır diyarında et kazanları başında oturduğumuz zaman, doyuncaya ka dar ekmek yerken Rabbin eliyle ölseydik ; çünkü bütün bu cemaati açlıktan öldürmek için çöle çıkardınız.” (Çıkış 16:2-3) Bu dönemde liderlerin karizmaları ortaya çıkar.

Eski ahitte Musa'nın kardeşi olduğu söylenen Harun Babilde bulunmuş ve Hamurabi yasalarından haberdar olmuştur. Dağ eteklerindeki uzun ritüellerden sonra on emir halka sunulur. Hamurabi yasalarının bir kopyasıdır bu. Tanrı hamurabiden kopya çekmiştir. Yahve onlara sınırsız itaat karşılığında vaat ettiği (Sion) toprak parçası ile olaylar gelişir. Bu tanrının seçilmiş insanlarının kronoloji ve EXODUS arasındaki çelişkiler oldukça yoğundur. İbrani halkı olarak Mısırda yaşayan bir halk olmayıp Çöl Bedevileri ve mısırlı varoşların oluşturduğu bir topluluktur."

Bu alıntuyı yaptığımın yazarın adını yazdığım dokumanı kaybettiğim için şimdilik sizlerle paylaşamayacağım. Ama en kısa zamanda bu bilgiyi bulup yazının içine yerleştireceğim ve bu zamana kadar yazardan özürdiliyorum. Bu serinin yedinci yazısında bu kadar uzun olmasına rağmen farklı bir bakış açısı taşıması nedeniyle bu alıntıya yer verdim. Haklı gördüğüm noktaları olmakla beraber yazarın göz ardı ettiği nokta ortada Musa ve İbranilerin Mısır daki varlığını benzer bir şekilde anlatan tek kitabın sonradan değiştirilidiğini düşündüğümüz EXODUS ya da GENESIS değil değiştirilmediğini bildiğimiz ve yine Allah'ın sözlerinden oluşan Kuran'ında olmasıdır. Zaten benim bu yolculuğa çıkmamdaki temel nedenlerden biri de Kuran da bu kadar geniş yer tutan bu İbrani hikayesinin neden herhangi bir tarihsel kanıta ulaşamadığıdır. Yakup ile Mısır'a girdiği anlatılan İsrailoğulları/İbraniler Musa ile çıktıklarına göre neden hiç bir izleri yoktur. Göçebe bir halk olmaları sebebiyle herhangi bir yazılı kayıt tutmayan İbraniler dışında Mısır'da bu kadar gözden uzak bir topluluk olarak yaşamaları da pek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle daha önce de söylediğim gibi, bence onların tek Tanrı'lı inançlarından haz etmeyen Mısır'lılar onları görmezden gelmeyi tercih etmiş olabilirler. Ancak yazarın dediği gibi yabancı varlığını kolay hazmetmiyor idiyseler bu nasıl gerçekleşti.. Bundan sonraki bölümlerde biraz a yola çıkış sebebimiz olan Burak Eldem'e kulak vererek ilerlemeye devam edeceğiz..

Fasulye

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Fasülyecim heralde şimdi Mısırdasın geldikten sonra paylaşımlarını dört gözle bekliyoruz.Ben de mısır tarihini merak ediyordum okuyacağım çok sağol bizleri tarihle buluşturduğun için.sağsalim gelirsin inşallah sevgiler

merve dedi ki...

Konuları araştırma şeklini çok beğendim..Siteni yeni keşfettim ve yazılarını yavaş yavaş okumaya başladım...(keyifle)
Benim de mervece.com adlı bir sitem var.. yazılarından alıntı yapabilir miyim?...İletişim adresime mail atarsan sevinirim...
saygılarımla

Adsız dedi ki...

elbette yapabilirsiniz.. bende vakit buldukca sizi ziyaret ederim çok gec gordum kusura bakmayın
fasulye

Adsız dedi ki...

elbette yapabilirsiniz.. bende vakit buldukca sizi ziyaret ederim çok gec gordum kusura bakmayın
fasulye