8 Mart 2009 Pazar

GERÇEĞİN PEŞİNDE (8)


Mısır güncesine kısa bir ara verip, konuyu bir süreliğine yeniden Mardukla Randevu kitabına çevirmeye karar verdim, ki konumuz Exodus - Mısırdan Çıkış olacağından uzaklaşma tanımı sadece binyıllar açısından olacak.

Bu noktada ilgimi çeken her konunun bir şekilde Mısır'a bağlanıyor olması da, artık benim için tesadüf olmaktan çıkmaya başladı. Binlerce yıl öncesinden başladığım bu yolculuk farklı yazı dizilerinde geçmiş ve günümüzü bir araya getirecek sanırım sonunda...

Exodus'ta anlatılan ve Kur'an'da da bahsedilen firavunu aramaya devam ederken, Eldem'in kitabının ilerleyen bölümlerinde, Mısır'da izlerini arkeolojik olarak bir türlü ispatlayamadığımız İbranilerin Babil Krallığınca esir alınarak Mezopotamya'da geçirdikleri yıllara değiniliyor. Hatta Exodus'tan sonra yazılmış olan, Genesis- Yaratılış kitabının ve tufan öyküsünün eski Sümer mitlerinden etkilenerek kaleme alındığı iddiasına yer veriliyor.

Bu arada dip not olarak vermek istiyorum, Mardukla Randevu kitabının Genesis ile ilgili bölümünde anlatılanlardan öğreniyoruz ki, "kader" kelimesi, Babil kozmolojisinde gezegenlerin yörüngeleri için kullanılan bir kelime..

Kozmoloji (evrenbilimi) bir bütün olarak evreni konu alan bilim dalının ismidir. Kozmoloji sözcüğü türkçeye Yunanca κοσμολογία (cosmologia, κόσμος [kozmos] düzen + λογια [logia] söylev) sözcüğünden türemiştir. Her ne kadar kozmoloji sözcüğü nispeten yakın zamanlı bir sözcük olsa da, evren tarih boyunca bilim, felsefe, ezoterizm ve din gibi farklı disiplinler tarafından araştırma konusu olmuştur.

Aynı zamanda Asur kozmolojisinde de aynı anlamda kullanılıyor. Bu kozmolojide gezegenlerin başlangıçta bağımsız hareket ederken, daha sonra belirli bir yörüngeye oturmalarından ve "kader tabletlerini" almalarından bahsediliyor. Günümüzde gezegenler için olmasa bile halen "ilahi ve değiştirilemeyen yazgı" olarak tanımlanan kaderin, binlerce yıl öncesinden dilimize nasıl yerleştiği konusunda da bilgi sahibi oluyoruz böylece..


Tekrar Sümer mitleri ve Genesis'te anlatılan yaratılış ve tufan hikayesine dönmeden önce, Sümer, Asur, Babil gibi adını bu yazıda sıkça anacağımız uygarlıklar hakkında kısa bir bilgilendirme yapmanın anlamlı olacağını düşünüyorum..


Sümerler, M.Ö. 3500 - M.Ö. 2000 yılları arasında Mezopotamya'da yaşamış halk. Mezopotamya'da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya'da Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Genel kanı Sümerlerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşimi sonucu benzerliklerin olduğu yönündedir. Kesin olmamakla birlikte Orta Asya'dan geldikleri savı vardır.


Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a ilk kez Sümerlerde rastlanır.



Babil, Mezopotamya'da, adını aldığı Babil kenti etrafında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan eski bir imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası üzerinde yer almaktadır. Kuzey Babil Devleti ise, Şırnak ilinin İdil ilçesi güneyinde Babil köyünde kurulmuştur. Babil halkının büyük bir kısmı Sami ırkındandırlar. Babil kelimesi İbranice Bavel kelimesinden gelir ve Eski Ahit'te "kargaşa, karışıklık" şeklinde açıklanır.


Akadlar ve Sümerler'in toprakları üzerinde kurulmuş Babil, Sümerler'in Uruk kentinde başlangıçta sarayda hizmetçi olan Akad kökenli Sargon'un, M.Ö. 23. yüzyılda sarayda iktidarı ele geçirmesi ile ortaya çıkmıştır.


Asur İmparatorluğu, Aslen Kuzey Irak'ta, Dicle kıyısında bulunan Aşur / Asur (Qalat Şarqat) şehri ve çevresinde yaşayan bir Sami toplulukken özellikle M.Ö. 2000 sonrası doğu-batı arası global ticaretten faydalanarak gelişmiş ve topraklarını genişleterek ülkelerini bir imparatorluğa dönüştürmüş eskiçağ halkı.


Asur ülkesi, önceleri Babil'e, M.Ö. 2. binyılın büyük bölümü boyunca Mitannilere bağımlı kalsalar da M.Ö. 14. yüzyılda bağımsızlıklarını kazanmış ve Fırat'a kadar topraklarını genişleterek buralara yerleşmişlerdir. Daha sonra Mezopotamya'da, Anadolu'nun güneydoğusunda, zaman zaman da Suriye'nin kuzeyinde büyük güç kazanmışlardır .


Bu özet tarihçeden anlaşılacağı gibi önce Sümerler, ardından Babil ve onun ardından da Asur'lular gelmektedir. Eski ahitde adı geçen bu uygarlıklar, daha sonra yeniden döneceğimiz kutsal kitaplarda anlatılan öykülerin çoğundan ilk bahseden uygarlıklar olarak bilinmektedirler. Mardukla Randevu kitabında anlatılan Genesis ve tufan hikayeleride daha önce dediğimiz gibi bu uygarlıkların mitlerine dayandırılmaktadır.


Peki ama son ve değiştirilmemiş kitap olan Kur'anda bile anlatılan bu öyküler.. Genesis'ten de önce bu uygarlıkların yazıtları ve mitlerinde yer aldıysa o zaman hepsi gerçektiler ve Tanrı tarafından kutsal kitaplarda anlatılarak doğrulandılar. Ya da bildiğimiz dört kutsal kitaptan öncesinde yine Tanrı tarafından insanlara anlatılmış ama zamanla tek Tanrı inancının pek çok dönemde olduğu gibi unutulması ile bu hikayeler mit olarak hatırlarda kalmıştır diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Binlerce yıldır Tanrı insanlara defalarca aynı hikayeleri anlatarak ibret vermeye çalışmış, ama iflah olmaz insan ırkı yine çok Tanrılı dinlere dönüş yaparak dinlerini bir kenara bırakıp, sadece etkilendikleri bu hikayeleri birer masala mı çevirmişlerdi acaba? Belki de bütün kutsal kitaplarda Tanrı'nın ısrarla bize aynı öyküleri yineleyip durmasının sebebi budur.. Yani ben başından beri vardım.. Bütün bu hikayeleri atalarınıza ben anlattım ve bunların çok Tanrılı dinlerle ya da masallarla bir ilgisi yok, hadi artık uyanın demek istiyordur ama biz bir türlü anlamıyoruzdur kim bilir? Peki o halde neden bize biraz daha yardımcı olup da bu hikayelerin gerçekliğini ispatlayabileceğimiz biraz daha delil sunmuyor bize.. O da sanırım inananların akıl ve yeteneklerine bırakılıyor yeryüzünde.. Her şeyi Tanrı'dan beklemek yerine, aklımızı çalıştırmamız gerektiği mesajı veriliyor belki de.. Her neyse konuyu fazla dağıtmadan kaldığımız yerden yolumuza devam edelim..

Sumer halkı tüm bilgilere Tanrı/Tanrıçaları sayesinde sahip olduklarını belirtirler.. Kendilerini Sumer olarak değil, Ki-Engi (Yer Oğlu ) olarak adlandırırlar. Bilgilerini, yaşamlarını, inançlarını ve evrenle ilgili tüm sahip olduklarını kil tabletlerle anlattılar..


Bu tabletlerden günümüzde çevrilenlerden alınan bilgileri Sayın Mete Korkut Gülmen’in sunumundan alıntı yaparak sizlerle paylaşmak istiyorum..


SÜMERLER’E GÖRE GÜNEŞ SİSTEMİMİZİN OLUŞUMU


APSU ( GÜNEŞ) “başlangıçtan beri varolan
TIAMAT (İLKSEL DÜNYA) ”yaşamın kızı”(Bakire Ana)
MUMMU (MERKÜR) “doğmuş olan” Apsu’nun güvenilir yardımcısı ve elçisi.



Apsu ve Tiamat’ın arasındaki uzay boş değil ilksel elementler ile doludur ve her ikisinin suları birbirine karışarak Lahmu (Mars) ile Lahamu (Venüs) doğar. Sonra sırası ile diğer gezegenler..


TIAMAT (İlksel Dünya) Büyük Kuyruklu Yıldızın (Marduk- “Buz Dag”) etki alanına girer ve onun uyduları ile çarpışır.


Bu çarpışma sonrası artık bugünkü bildiğimiz yörüngelerinde dönmeye başlayan Kİ (Dünya) ve KİNGU (Ay) ile Mars üzerinde diğer gezegenlerle arasında bir sınır oluşturan, ( Göklerin sularını ayıran, Göklerle Dünya’yı sınırlayan ) Dövülmüş Bilezik olarak adlandırılan meteor zinciri oluşur. Yeryüzünde bu çarpışmanın derin izi olarak bilim insanlarına göre Pasifik Okyanusu görülmektedir. Ay’ın harap gezegen haline dönüşümünün de bu çarpışma ile gerçekleşebileceği (Bilim insanları Ay’ın çok sayıda gök cisimlerinin şiddetli çarpışlarına uğradığını belirtmektedir )belirtilmektedir.


Bu çarpışma ile yer yüzü ve ay şu anda sahip oldukları yeni yörüngelerine otururlar. Artık dünya gece ve gündüzünün olduğu bir yörüngeye sahiptir. Yeryüzü ısısı düştükçe buharlar suya dönüşür ve yeryüzü karalar ve okyanuslar olarak ayrılır. Günümüzde kabul gören evrim yer yüzünde şekillenmeye başlamıştır ve yeryüzünde ilksel canlılar oluşmaya başlar. Yeryüzünde ilksel canlılar oluşmaya başlar.


Tevrat ve İncil’de aktarılan yaratılış öyküsü aynı şekilde yer almaktadır..farklı olarak olanlar Tevrat’ta olanların tamamı Rab ‘a atfedilmektedir.

SÜMER YARATILIŞ TABLETLERİ


ENUMA ELİŞ (Yaratılış) Toplam yedi tablettir.


Her bir tablet yaratılışın aşamalarını aktarır. Son tablette yaratılış tamamlanmış ve güzel bir gök sistemi ortaya çıkmıştır. (Tanrı dinlenmeye çekilmiştir)


Tevrat, İncil ve Kur’an a göre Tanrı altı günde yaratılışı tamamlar. Yedinci gün dinlenir.


SUMER TANRI ve TANRIÇALARI

AN (ANU) (Bellek, Bilgelik,Us)

ANTU(Dişil anlamdaş)

ENLİL

NİNLİL

ENKİ

NİNKİ

NANNA / SİN

NİNGAL

UTU / ŞAMAŞİ

NANNA / İŞTAR

İŞKUR / ADAD

NİNHURSAG


Altı Eril ve altı dişil İlah vardır. Bu büyük Tanrılara ek olarak onların, çocukları, torunları, yeğenleri, kuzenleri vs.. Ayrıca genel görevlere atanmış yüzlerce Tanrı bulunmaktadır.


Bunlara genel olarak A-NUN-NA-Kİ (Gökten Yere İnenler) denir. Sadece 12 Tanrı büyük Tanrılar grubunu oluşturur.

İNSANIN YARATILIŞI

Yeryüzünde ilkel insanımsı canlı olduğu belirtilmektedir. Bu ilkel insanımsının hayvanlarla birlikte yaşadığı, onlar gibi ot ve et yiyen ve onlar gibi su içen, vücudu kıllarla kaplı konuşamayan ve düşünemeyen, tıpkı hayvanlar gibi her istediği ile çiftleşen, iyiyi ve kötüyü bilmeyen, güzel ile çirkini anlamayan bir yaratık olduğu belirtilmektedir.



(Yaratılış tabletleri ve Gılgameş destanında aktarılan Enkidu’nun gelişimi öyküsü) Sonra


Anunnaki’ler yeryüzüne gelir. Yeryüzünde yapmaları gereken işler onlara ağır gelir. Uzun süre tek başlarına çalışırlar daha sonra büyük Tanrı’dan kendilerine yardımcı olması için bir Amelu (İlkel İşçi) yaratılmasını istediler.


Büyük Tanrı bu dileği ve şikayetlerin haklı olduğuna karar verdi ve bir amelu yaratılması için görevi büyük bilim ustası ENKİ ’ye verir. ENKİ “sözü edilen yaratık yeryüzünde var” der. “Zaten mevcut olan bu kaba insanımsı yaratığın üstüne Tanrıların suretini oturtalım aradığımız AMELU doğar ” diye yanıtlar.


ENKİ uzun yıllarca süren uğraş sonunda Tanrıların ve mevcut yaratığın kanından bir canlı yaratır. Sevgili eşi Ninki ilk yaratılanı taşır tam 10 ay dönümü. Ve sonunda beklenen gün gelir ADEPU (Lu Amelu) (İşçi Oğlu) (Kırmızı kil ya da kandan olan anlamında) doğar.
TANRILAR BÜYÜK ŞÖLENLE KUTLAR BU MUTLU GÜNÜ.


Dokku ( Dokuma / Doku ) odalarında EA ( ENKİ) ve Ninhursag ya da NİNTİ ( Hemşire,Yaratıcı yardımcısı,Yaşam veren Hanım, Kaburga Kemiğinin Hekimi-Hanımefendisi) ve sekiz ayrı organdan sorumlu Tanrı ve Tanrıçalar ( Hekimlikte Uzmanlık ) artık çok sayıda amelu üretilebiliyordu. Her seferinde Tanrılar/Tanrıçalar DOKKU odalarında yedi dişi yedi erkek üretebiliyorlardı. Yaratılan bu canlı bilmekten yoksundu, Tanrıların işlerini görmek amaçlı Aden bahçesinde çıplak olarak çalışıyordu. Bunlardan en önemlisi üremiyordu.



Aden bahçesinde bir süre sonra, ( kırık tabletler yüzünden gerçek nedenleri bilemiyoruz ) Tanrılar arasında çok ciddi bir çatışma olur. Enlil ve Enki birbirlerini suçlarlar. Kızgın Enki sadece sureti ile Tanrı’ya benzeyen değil bu kez bilmesi ile de Tanrı ile özdeş olan artık tamamen Tanrılardan birisi olanı yaratır. İNSAN..


İNSAN Tanrılarına her şeyi ile benziyordu. Ve An/u ( Büyük Tanrı) “İşte şimdi kendiniz gibi olanı yarattınız, sizin gibi her türlü iyiliği ve kötülüğü bileni”.O da artık acılar çekerek doğuracak..


Tevrat, İncil, Kur’an yaratılış öyküsü bazı yerlerde bozulmuşsa da hemen tümü aynıdır. Büyük bilim insanı ve bilge hekim Enki uğraştığı iş ve yaptığı eylemler ile özdeşleştirilerek, ( uğraş alanı olan DNA’nın yapısına benzeyişi nedeniyle de sanırım ) her zaman yılan (İncil: Nahaş=yılan Sumer: NHSH= yılan/ deşifre etmek, arayıp bulmak,.) figürü ile resmedilmiştir..


Yaratılan Adem ve Havva bilmeyi öğrenince Enlil tarafından Aden’den kovulmuş Aden’in doğusuna yerleştirilmişlerdir.. Sonra da pek çok çocukları olmuştur.Tanrılar ve Tanrıçalar kendileri gibi olan yer oğullarını ve kızlarını (Ki-Engi) beğenip sevdalandılar.. Cinsel ilişkilere girmeye başladıklarında ise....!!..


En büyük Tanrı ya da yüce İlah (AN) “Yeter” diye bağırdı..

“Ruhum insanı sonsuza dek korumayacaktır; hata yaptı, çünkü etten bedendir.” Çünkü insan hayvani köklerine dönüyordu..


Tabletlerle ilgili alıntıların devamında Tufan anlatılıyor.. Tufana dair anlatıma geçmeden önce okumu olduklarınızın dinimizce öğretilene ne kadar yakın olduğunu bir kez daha hatırlamanızı istiyorum. Aden Bahçesi olarak bahsedilen bölüm Kur'anda Adn Cennetleri olarak geçmektedir.


"Adn cennetleri bunlar içindir. Atalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden hayra ve barışa hizmet etmiş olanlarla birlikte girerler oraya, Meleklerse her kapıdan yanlarına sokulur - Rad Suresi (23)"


"Adn Cennetleri.. Girecekler içlerine. Altlarından ırmaklar akacak. Orada diledikleri herşey kendilerinin olacak. Allah korunup sakınanları işte böyle ödüllendirir. Nahl Suresi (31)"


"Bunlar için altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyip koltuklar üzerinde kurulacaklar. O ne güzel karşılık, o ne güzel dayanak. Kehf Suresi (31)"


Meryem Suresi (61), Taha Suresi (76), Fatr Suresi (35), Sad Suresi (50), Mumin Suresi (8), Beyinne Suresi (8) vb ayetlerde Kuranda bolca bahsedilmektedir Aden Bahçeleri / Cennetlerinden..


Yahudilerde Talmud ve Mişna kutsal metinlerde cennet Gan Eden olarak geçer.


"Ve Rab Allah şarka doğru Aden'de bir bahçe dikti. (2 Tekvin, 2/8)"


"Ve Bahçeyi sulamak için Aden'den bir bahçe çıktı. (Tekvin 2/10)"


"Ve Rab Allah Adamı aldı, baksın ve onu korusun diye Aden Bahçesine koydu.(Tekvin 2/15)"


Bu açıklamalarda da bahsediği gibi Aden Bahçesi, diğer Yahudi kaynaklarında da bahsedildiği gibi, dünyada güzel davranışta bulunanların ve iyilerin ödüllendirildiği sonsuz bir cennettir. Tıpkı Kuran'da bahsedildiği gibi..


Aden bahçesi, Süryani geleneğine göre insanlığın eski dönemlerinden yani ilk yaratılıştan gelir. Yaratılışın isimlendirilmeleri Süryanicedir. Adem "adamtho" kelimesinden gelir örneğin. Havo ise Havva'dan gelir ve kırmızı toprak anlamındadır.


"Fardayso d'Aden" (firdevs) hoş olan herşeyin ve güzelliklerin bahçesi demektir. Ganath Eden (Ganath Buseme) olarak bilinir.


Bütün bu metinlerde gerek tablet olsun gerek kutsal kitap Aden bahçesi iki anlamda kullanılmaktadır. Kavramsal olarak Adem ve Havva'nın yerleştirildikleri yer. Ruhsal olarak ise fani dünyadan göç eden insanın kıyamet öncesinde gideceği yer.


Sonuç olarak Sümer tabletlerinde anlatıldığı gibi Tanrı'nın sureti olarak yaratılan insan, Kuran'da da benzer bir şekilde Allah'ın nefesinden üflenmiş ve dolayısıyla bir çeşit Tanrısal özellik taşımaktadır. Allah katında yaratılan insanın ilk bulunduğu yer cennet yani anlatılan Aden Bahçesi ve bu dünyadan ayrıldıktan sonra hayır ve barışa yönelik işler yapmışsa yine Tanrı katı yani Aden Bahçesidir.


Kuran'da Aden cennetlerinden "sonsuzluk yurdu" olarak da bahsedilir. Dolayısıyla ebedi yaşamın olacağını varsaydığımız cennet olarak düşünülmesi çok normaldir. Her ne kadar Sümer mitlerinde fiziksel olarak var olan bir yer olarak tanımlanmış olsa da, kutsal metinlerde daha çok fiziksel bedenin değil, ruhların toplandığı bir yer olarak anlatılmaktadır.


Peki ama Sümerler bu mitleri nasıl oluşturmuşlardı ve bunlar birer mit idiyseler kutsal kitaplara nasıl girdiler.. Burak Eldem kitabında Genesis'in bu mitlerden esinlenerek yazıldığını söylüyor olsa da, Kur'an için aynı şeyi söylemek mümkün müdür? Allah son ve değiştirilmemiş son kitabında Sümerler tarafından kaleme alınmış bir masalı neden tekrarlamış olsun? Daha da önemlisi inanlara vaad ettiği yer olarak gösterdiği altından ırmaklar akan bu cennet aslında binlerce yıl önce yazılmış tabletlerden alıntı mı? Bir inanan olarak baktığınızda kesinlikle hayır cevabımı vereceğimiz bu sorular, beni yine yazının başlangıcında bahsettiğim teze sürüklüyor.. Sümerler bu mitleri daha önce gelmiş bir kutsal kitaptan mı aldılar? Öyle idiyse Tanrı aynı öyküleri tekrarlayarak aslında başından beri insanlara kendini anlatmaya çalıştığını mı anlamamızı istiyor da biz bir türlü anlamak istemiyoruz...


Evet tufanla yolculuğumuza devam edeceğiz..

Fasulye


Hiç yorum yok: