29 Haziran 2008 Pazar

ANKARA'DA YAŞAMAK

Ankara'ya yaz gelmedi, ısıtmıyor bu güneş bu sene derken, güneşin tepemize dikilmesi sonucu anladık "hanyayı, konyayı"... Keneydi, arsenikti derken şimdi de cayır cayır yanma riski ile karşı karşıyayız.. Niye çünkü sigara içmek için sokaklarda dolanmaktan kunta kinteye döneceğiz yakında... Bu insanoğlu böyledir işte hiç bir şeyden memnun olmaz.. Ankara’nın yüksek bir bölgesinde görev yapmakta olduğumdam esintinin hiç kesilmemesi nedeniyle geçen haftaya kadar üşürken şimdi yanıyoruz..

Sigara içmek için dışarı çıkmanın bir avantajı oldu aslında bize, hem görüşmüş oluyoruz, hem çok iyi geyikler çıkıyor ortaya...Bu sabah ki geyiğimiz şuydu ; Bir arkadaşım Göksu Parkındaki suyun bunca su sıkıntısı tantanasına rağmen hiç eksilmediğini sürekli aynı seviyede kaldığını söyledi.. Hiç mi buharlaşmıyordu bu su? Gökçek bizim temiz suları bu göle mi veriyor yoksa dedi.. Bir diğeri Gökçek’in "Ankara’nın iklimini ılıman yaptım" diye hava attığından bahsetti derken, konu artık ilimizde tropikal bitkilerin yetiştiğini, hatta bir semtimizde papağanlara rastlandığını söyledi.. Yakında tropikalleşmeyip, temelde çölleştiğimizi anlayacak olan bu tropik iklim canlıları bizi terkettiğinde ise, arabaları bi kenara bırakıp develerle sokaklarda dolaşacağımız kanaatine vardık hep beraber.. Ama tabi deve boku düşürmenin cezası olacağından, develerimizin arkasına koca bir torba asmamız gerekecek ve iniş binişlerde düşmemek için bayaa sıkı tutunmamız.. Zira sigara yasağı ile yere sigara ve sigara paketi atmak yasak iken diğer her türlü çöpü sallamak serbest.. Ama millet develere yönelince de muhtemelen deve boku düşürmek de yasak olacak memlekette.. Arkasından da develere mahsus bir hastalık çıkacak ki, kendimizi asla güvende hissetmeyelim.. Hatta böyle diken üstünde yaşamaktan hepimiz “deve dikeni” olacağız tahminen.. Tamam bir çiçek olduğunu biliyorum ama hastalık adına daha çok benzediğini kabul edin efendim siz de..

Sabahın bir diğer konusu da artık kuaförlerde sigara içilmediği için hanımların manikürü bile kuaförün önüne yerleştirilmiş koltuklarda yaptırdığı idi. Hatta mahremiyet kalmadı memlekette diye gelen yorum üzerine epeyce gülüp, güzellik salonlarında yapılan bilimum işlemin dışarıda yapıldığını canlandırdık gözümüzde.. Kahraman Türk Kadını sigara uğruna her şeyi göze almıştı anlaşılan... Bir yandan kadınları çarşafa sokmaya çalışırken bir yandan sigarayı yasaklayıp, kadınları sokaklara dökeceklerini hiç düşünmüşler miydi acaba?

Dönelim su sorunumuza, geçenlerde bize gelen bir arkadaşım tuvaletten çıktıktan sonra "klozetin sifonuna ilaç mı koydunuz?" dediğinde, lam yoksa pis mi bırakmışız tuvaleti diye düşünürken, "..suyunuz kıpkırmızı akıyor." dedi... Yok dedim ilaç felan koymadık, herhalde maç var diye Gökçek o gün kırmızı su vermişti Ankara’ya bir kaç saat, zira sonrasında da yoğurt katmış gibi beyaz akmaya başladı su. Bizim binadan kaynaklanan bir problem olduğunu düşünmedim çünkü sonrasında yakın semtlerde oturan arkadaşlarında sularının aynen öyle olduğunu duydum. Sanırım suya rağmen susuz bir yaz geçireceğiz bu sene..Ya da kirlenelim diye yıkanacağız falan.. Şimdilerde herkes evine şu kapıya getirilen sulardan ikişer tane alıp, ucuzunu yemeğe çaya, pahalısını sofraya kullanıyormuş.. Yakında su fiyatları fahiş seviyesine ulaşır. Bu fahiş de ne demekse.. Fahişenin erkeği mi nedir? Ama fahişe kadın olurken, fahiş fiyat tamlayabiliyor sadece.. Neyse konuyu dağıtmayalım..

Belki bu su satan şirketlerin değişik uygulamaları başlar bu gidişle, mesela güğüm şeklinde damacanalarda banyo suyu, küçük şişelerde diş fırçalama suyu, maşrabalarda da abdest suyu falan satarlar bize.. Türk icadı ve ev tipi arıtma cihazlarının yakında internette yer almaya başlayacağını tahmin ediyorum bir de..

Hayır yani ülkemizin uzun mu uzun bir nehrini evlerimize getirdi aslında Gökçek ama işe biz başkentliler memnun olmuyoruz bir şeyden.. Sokaklarda şarıl şarıl havuzlar, şelaleler akıyor, sulama tankerleri sürekli cadde kenarlarında pusu kurup, gelen geçen arabalara "böö..!" yapıp kazalara neden olurken, bir de ağaç ve çimenleri suluyor ama biz gene memnun olmuyoruz..

Caddelerde ağaç kalmadı bu yaz beyin kanaması oranı artacak gölgesizlikten, kaldırımlar o kadar daraldı ki yakında aldım verdim ben seni yendim tarzı yürümeye başlayacağız yollarda, hepimiz “cat walk” biliyor olacağız. Gittiğimiz başka şehirlerde yürüyüşümüzden tanıyacaklar bizi bu yüzden.. Aa sen Ankara’lımısın diyecekler walla..

Alt geçitler biraz daha artarsa gün yüzü göremeyeceğiz zaten.. Gün yüzü görenlerinde görebileceği yegane şey de üst geçit olacak zaten.. Sürekli geçit töreni şeklinde yollarda dolanıp duracağız anlayacağınız...

Gökçek bu seçim aday gösterilmeyecekmiş, bu su sorunundan yıpranmış zira.. Yani bu zamana yıpranmamış da, sudan bi sebepten yıpranmış ona yanıyorum ben..

Kalın sağlıcakla
Bir Ankara’lı

2 yorum:

Adsız dedi ki...

1) istanbulda yaşamışlığın yok galiba??
2) ankarada kuraklığa bağlı göç olması lazım..ilerde tarih kitaplarında : " 2008 yılında meydana gelen kuraklık sebebiyle yer değiştiren ankaralılar post modern bir kavimler göçüne neden olurlar. ankaragotlar gittikleri yerlerde yeni şehirler inşa etmeyip, oranın yerli ahalisiyle karışıp asimile olmayı tercih eylemişlerdir. Günümüzdeki ankaragotlar sayısı 101dir"
3) banyoluk su, yemeklik su vs. fikri iyimiş.. bence tutar..

Adsız dedi ki...

valla akaragotlar fikri hoşuma gitti..hatta bir bilgisayar oyunu falan canlandı gozumde.. bunu düşüneyim belki bir yazı çıkar :) teşekkürler yorumun için