5 Şubat 2012 Pazar

YA TUTARSA (3) YER ALTI TÜNELLERİ VE GİZEMLERİ

Tünellerin açılışları konusunda Daniken öyle binlerce yıl süren şartlar düşünmüyor. Ona göre bu tüneller bir uzay uygarlığı tarafından nükleer enerji ya da benzeri bir şey kullanılarak çok kısa zamanda açılmıştır. Bu iddiası için kanıt olarak da "Der Speigel" dergisinin 3 Nisan 1972 tarihli sayısındaki bir yazıyı göstermektedir. Bu yazıda ısı matkaplarından bahsedilmektedir. Yazıda anlatıldığına göre Los Almos'taki nükleer araştırma merkezindeki bilim adamları tarafından bir buçuk yıllık bir çalışma sonrasında yapılmıştır. Aracın ucu volfrom çeliğidir ve grafitle ısıtılmaktadır. Delme işlemi sırasında, delinen yerden dışarıya hiç bir şey çıkmamaktadır, delici taşları eritip delinen yerlerin iç yüzeylerine preslenmekte, preslenen yerlerde bir süre sonra öylece donmaktadırlar.

Derginin verdiği bilgilere göre ilk denemesinde dört metre kalınlığında bir taş blok hiç ses ve atık madde çıkartmadan delinmiştir. Los Alamos bilim adamlarının bir askeri tanka benzeyen, köstebek gibi çalışacak olan büyük bir delicinin planlarını hazırladığı ve bununla magma tabakasına inip, örnek almayı düşündüklerini de belirtiyor.

"... Matkap olağanüstü sertlikteki bazı jeolojik katmanlara gelip dayandığında bunlar, iyice nişan alınarak birkaç kez ateşlenen tabancayla parçalanabiliyorlardı. Sonra, zırhlı ısı matkabı, ortaya çıkan blokların üzerine yöneltiliyor ve yıkıntı yığını ısıtılarak sıvı hale dönüştürülüyordu. Sıvı halindeki hava soğur soğumaz elmas sertliğinde bir sır tabakası oluşturuyordu. Bu tünel sistemi su sızmasına karşı emniyetli olacak ve bölmeleri desteklemeye gerek kalmayacaktı." Von Daniken kitabın sonuna doğru, tünellerinn inşa edilmelerinin özel nedeni ile ilgili olarak, çok ilginç bir kuram ileri sürmektedir. Bu, Brinsley Le Poer Trench' in sözünü ettiği ve gerçek bir tehdit teşkil etmiş olan, sismik faaliyetlerin tehlikelerinden çok daha farklı bir nedendir.
Daniken, çok eski zamanlarda bizlere çok benzeyen insanlar arasında bir kozmik savaş olduğunu iddia etmektedir. Görünüşe göre, kaybedenler bir uzay gemisi ile kaçmışlardır. Brinsley Le Poer Trench ise, gemi adedinin birden fazla olması gerektiğini söylüyor.

Sonra, kaybedenlerin, onlara değişik gelen atmosferimiz içinde taktıkları "gaz maskeleri" nden bahsederek dikkatimizi mağaralarda görülen çeşitli miğferler ile solunnun aygıtlarına çekmekedir, Daniken. Von Daniken iddiasını sürdürerek, zafer kazananlar - bunlar bu gezegende kalanlardır - "oyarak yerin derinliklerine doğru uzandılar ve her çeşit teknik gereçle donatılmış bulunan takipçilerinin korkusundan tünel sistemlerini geliştirdiler.", demektedir.
Sonra, düşmanlarının iyice şaşırtmak için, o zamanlar Mars ile Jüpiter arasında yer alan Güneş sistemimizin beşinci gezegeni üzerinde yayın istasyonları kurtular. Bu istasyonlar sürekli olarak şifreli mesajlar yayınlıyorlardı. Von Daniken' in dediğine göre, bu aldatmacaya kanan düşman, beşinci gezegeni dehşetli bir infilâk ile imha etti. İnfilâk eden gezegenin döküntüsü şimdi "Asteroid Kuşağı" dediğimiz alana yayıldı. Bu alan binlerce asteroidden ve ufak taş parçalarıdan oluşmaktadır. Von Daniken' in belirttiği gibi, "...Gezegenler kendilerince infilâk etmezler. Onları biri infilâk ettirir." Bu, çok çekici ve geçerli olabilecek bir fikirdir. Ayrıca, görülüyor ki çok eski zamanlarda kullanılan silahlar günümüzde ve bu çağda kullanılandan daha da öldürücüydüler. Bu açıdan bakılırsa, Zeus ve diğer tanrıların atıp durdukları "yıldırımlar" ın gerçekte ne oldukları konusu da önem kazanır.

"Timeles Earth" ("Zamansız Dünya") adlı kitabında, Lima'yı Cuzco'ya bağlayan ve oradan da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel sisteminden söz eden Peter Kolosimo şöyle yazıyor :

"Kazanç peşinde koşanlara çekici gelebilecek tüneller, büyüleyici bir arkeoloji sorunu olarak da gözükürler. Araştırmacılar, tünellerin, bunları kullanan fakat kökeni hakkında bilgileri olmayan İnkalar tarafından yapılmadığı üzerinde hemfikirdirler. Aslında, bu tüneller insanı öylesine etki altında bırakırlar ki, bazı bilim adamlarının yaptığı gibi, bunların bilinmeyen bir devler ırkının elinden çıkmış olduklarını düşünmek pek de tuhaf kaçmaz."

Harold T. Wilkins de "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika' nın Gizmeleri" adlı kitabında, muhtemelen aynı tünel sistemini anlatırken şunları yazıyordu :


"Büyük tünellere yaklaşım yollarından biri de eski Cuzco' nun yakınlarında bulunuyordu ve halâ daha bulunmaktadır. Ancak, keşfedilmeyecek bir şekilde kamufle edilmiştir. Bu saklı yaklaşım yolu, doğudan, 380 millik bir mesafe boyunca Cuzco' dan Lima' ya uzanan muazzam bir ' yeraltı dünyası' na ulaşır! Bu büyük tünel sonra güneye döner ve 9000 millik bir mesafeyi aşarak 1868 yılına kadar Bolivya olagelen toprakların içlerine doğru uzanır! ..."

Wilkins, ayrıca, Batı Hind Adaları' ndaki bazı tünellerden de söz eder :

"Martinik'i ziyaret ettiği zaman Kristof Kolomb'un dikkatini, inanılmayacak kadar eski bir tarihten kalmış olan ve kökeni bilinmeyen, Batı Hind Adaları' ndaki garip tünellere çekilmişlerdi. Şüphesiz, Atlantis' li beyaz ırk, şimdi Batı Hind Adaları olan, fakat çok eski tarihlerde, adının 'Antiller' kelimesiyle hatırlantığı batık bir orta Amerika kıtasının bir parçasını teşkil etmiş olabilecek yerde, muhteşem şehirler inşa etmişti. Asya' nın kadim dünyasının ilginç bir geleneği de, batık ülke ile bir yandan Afrika, diğer yandan da kadim Brezilya arasındn geçişin mevcut olduğu günlerde eski Atlantis' in her yönde uzanan bir tüneller, ve geçitler labirenti şebekesine sahip olmasıydı. Atlantis' te tüneller, ölülerle ilgili kültler ve kara maji klütleri için kullanılırlardı..."

Kolosimo, tünel sistemlerinin dünyanın her yerinde bulunduklarını ileri sürüyordu. Listesine, Güney Amerika' nın ışında Kaliforniya, Virginia, Hawai, Okyanusya ve Asya' yı da katmışştır. Avrupa' da, isveç ile Çekoslavakya' da ve Akdeniz bölgesinde ise Balear Adaları ile Malta' da tüneller mevcuttur .

"İspanya ile Fas arasında, otuz millik bir bölümü incelenmiş olan, muazzam bir tünel uzanmaktadır. Birçok kişi, Avrupa' da bu bölge dışında bulunmayan 'Berberistan Maymunları' nın, Cebelitarık' a bu yoldan geçmiş olabileceklerine inanmaktadır." Kolosimo şöyle devam ediyor:

"Bu devasa (Cyclopean) galerilerin, gezegenimizin en uzak bölgelerrini birbirine bağlayan bir şebeke oluşturduğu düşüncesi bile ileri sürülmüştür."

Denizin altında uzanan bu tünelleri kimler ve hangi nedenden dolayı inşa etmişlerdir? Kadim tünel sistemleri üzerinde Wilkins' in, bize söyleyeceği bazı şeyler daha var : "İç Moğolistan' ın Moğol kabileleri arasında, bugün dahi, tüneller ve yeraltı dünyaları hakkında, kulağa modern romanlardaki kadar fantastik gelen gelenekler mevcuttur. Efsanelerden - eğer böyle denebilirse! - birinin dediğine göre bu tüneller, Afganistan içlerinde bir yerde, ya da Hindu Kuş bölgesinde bulunan ve tufan öncesi nesilden gelen bir yeraltı dünyasına uzanırlar...

Burasının bir ismi de vardır - Agharti. Efsanenin devamı, Agharti' yi benzeri diğer bütün yeraltı dünyaları ile bağlayan bir bağlantılar silsilesi içinde bir tüneller ve yeraltı geçitleri labirentinin uzandığını anlatır - ... Söylendiğine göre yeraltı dünyası, tahıların büyümesini sağlayan ve hayatın uzunluğu ile sağlığa yararlı olan acayip bir yeşil parlaklıkta aydınlatılmaktadır."

Kolosimo, dünyanın bir diğer yerinde de bu yeşil floresanın görüldüğüne dikkati çektiğinden dolayı bu son konu özel bir anlam taşımaktadır. Kolosimo "Timeless Earth" de, Azerbaycan' daki acayip bir " dipsiz kuyu" dan bahseder. Görünüşe göre, kuyunun duvarlarından mavimsi bir ışık çıkmakta ve tuhaf sesler işitilmektedir. Yapılan incelemeler ve keşiflerden sonra bilim adamları en nihayet, tüm Kafkasya ve gürcistan' daki diğer tünellerle birleşen tam bir tüneller sistemi buldular. Belirli bir düzene göre biçimlenmiş olan bu tünelleri tanımladıktan sonra ve bunların Orta Amerika' daki benzerleri ile hemen hemen aynı olduklarını belirledikten sonra Kolosimo, bu tünellerin İran' la ve dahası Çin, Tibet ve Moğolistan tünelleriyle bile birleşen devasa bir sistemin bölümü olduklarından söz eder.
Şimdi, acaip bir yeşil parlaklıkla aydınlatıldığı söylenen Agharti adındaki bir yeraltı dünyası üzerine Walkins' in anlattıklarına dönersek, bu konuda Kolosimo' nun da söyecekleri vardır :

"Tibetliler, tünellerin kentler olduğuna inanırlar. Bunların sonuncusu, muazzam bir afetten sağ kalanlara halâ daha sığınak vazifesi görmektedir. Bu bilinmeyen kişilerin Güneş' in yerini alarak bitkilerin üremesi ile insan hayatının uzamasına neden olan bir yeraltı enerji kaynağını kullandıkları söylenir. Bu kaynağın yeşil bir floresans yaydığı sanılmaktadır. Bu düşünceye Amerika efsanelerinde de rastlamamız oldukça ilginçtir..."

Bu konudan olmak üzere, Wolfpittes' in Yeşil Çocukları' nın tuhaf hikâyesinin de anlatılanlarla özel bir ilişkisi olabilir.

Görülüyor ki Atlantisliler, çeşitli amaçlar için dünyanın her yanında tünel sistemleri inşa etmişlerdir. Bu amaçları, öncelikle, sismik faaliyet ile seller biçimince oluşan ve o zamanlar için çok olağan sayılan doğal afetlerden ya da uzaydan gelebilecek saldırılardan korunabilmekti.

Bu fantastik tünellerin çoğu bizim bugünkü imkânlarımızın ötesindeki yöntemlerle inşa edilmişlerdir. Senelerdir İngiltere ile Fransa, bir Manş tüneli yapma fikri üzerinde tatrışmaktadır. Ancak, galiba, atalarımızın devirlerine ait bu şaşıtrıcı tünelleri doğal bir rahatlıkla ve gerekli nedenlerden dolayı da oldukça büyük ölçüde inşa etmişlerdir.
Bir anda Kapadokya'dan Atlantis'e bizi getiren yer altı şehirleri ve mağara hikayelerinin tek değinildiği yer macera peşinde koşan araştırmacıların yazdıklarıyla kalmaz.

Kur'an'da anlamı mağara olan Kehf suresi yer almaktadır. Bu sure de anlatılanlar bakın biraz önce okuduklarınızla nasıl ilişkilendirilmektedir.

Hıristiyanlığın Roma Devleti içine iyice yayılmaya başladığı sıralarda yedi Romalı askerin başından geçen ve “Yedi Uyurlar-Seven Sleepers” olarak bilinen bir anlatı hem Hıristiyanlık ve hem de Müslümanlık inanışlarında ölümden sonra dirilişe örnek olarak anlatılmaktadır. İslam dininde “Eshab-ı Kehf – Mağara İnsanları” olarak bilinen bu efsaneden Kehf süresi söz etmektedir.


Aşağıdaki bilgiler Ali Haydar Aksakal (araştırmacı/yazar/dağcı) isminde bir araştırmacının Atlantis Manisa'da başlıklı çalışmasından alıntılardır.

Hristiyanlığın ilk dönemlerinde, Allah’ın varlığına inanmış insanlar, yönetimden ve baskılardan kaçarak Enjülos Dağı’nda bir mağaraya saklandı. Yanlarında çobanın köpeği Katmir de vardı. Bu yedi kişi, mağarada uykuya daldı. 309 yıl devam eden bir uykudan sonra uyandılar. Hiç birisi, bu durumun farkında değildi.

Karınları acıktı. İçlerinden Maksimilyanus’u ekmek almak için çarşıya, Philadelphia Kenti’ne gönderdiler. Fırıncı parayı tanımadığı ve çok eski olduğu için almadı.
Söylencelere göre, bu efsane kişilere, Eshab-ı Kehf veya Ashab- Kehf, Yedi Uyurlar denir.

Kur’anı Kerimin XVIII. Suresinde anlatılan bu kişiler hakkında Müslüman ve Hıristiyan yazarlar çeşitli bilgiler vermiştir. Sayılarının yedi olduğu rivayet edilmektedir.

Kehf Suresi, 9. Ayet: “Sen, hikâyeleri kitabelere gecen mağara ehlinin başından geçenleri en meraka değer, en gizemli ayetlerimizden bir olarak görüyorsun, öyle mi ?”

Yedi Uyurların uyudukları mağaranın, bir rivayete göre Efes’te, başka bir rivayete göre de Antalya ve Urfa yöresinde olduğu söylenmektedir.

Günümüzde ise gözler Philadelphia’ya (Alaşehir İlçesi) çevrilmiştir.

Eshab-ı Kehf hakkında çevrilen bir filmde Philedelphia, Ürdün Devleti’nin Başkenti Amman’nın eski adı olarak sunulmuştur. Çevrilen bir filme dayanarak hüküm vermenin doğru olduğu kanısında değilim (A Video’nun sunduğu Eshab-ı Kehf filmi).

Alaşehir’de ki, S.Jean kilisesinin büyüklüğü ve o dönem ki ihtişamı yüzünden ‘Yedi Uyurlar’ olayının araştırmağa değer olduğu kanısındayım.

Ammonluların başkenti, Rabbath Ammon’dur. Helenistik dönem Philedelphiası’nın yerini almıştır (İÖ. III. y. yıl). Yöremizdeki Philedelphia ise Manisa İli sınırları içindedir.

Ashap veya ashab; sahipler, bir özelliğe sahip olan, tanınmış ünlü kişiler demektir. Eshab, çoğul şeklidir.

Hazreti İsa’nın doğumundan 137 yıl sonra, Roma İmparatorluğu’nun 890’ncı yılında Anadolu’nun kuzeyinden, Suriye’nin güneyine kadar uzanan bölge Romalıların kontrolü altındaydı.

Roma’dan gelen özel ulaklar, kentin komutanı Diyekletianus’a Roma İmparatoru Adrianus’un Doğu Roma’yı ziyaret edeceğini, Phidelphia’ya da uğrayacağını haber verdi. Bu karşılamanın görkemli olması istendi. Kral, “İmparator dillere destan bir şekilde Phidelphia’da karşılanmalı” der. Mimar Dinasyus’dan imparatora yakışır bir tiyatro yapmasını istedi. Maksimilyanus ise kralın baş danışmanıydı.


O dönem, askerler İsevileri yakalayıp tutukluyor ve elebaşılarını çarmıha geriyorlardı.
İmparator Phidelphia’ya geldi. Görkemli bir şekilde karşılandı. Kral Diyekletianus, sarayda imparatora: “Benim ve Romalıların tanrısı Adrianus’a selam, büyük ve üstün Jüpiter’e selam” diye övgüler düzdü.

Baş Danışman Maksimilyanus ise: “Bu evrende yerin ve göğün yaratıcısından başka bir tanrı yoktur. İbrahim, Nuh, Musa, Davut, Süleyman, İsa ve adı övülmüş olan, cihanın beklediği son peygamberin tanrısı, insanları hidayete erdirmek için insanların içinden seçtiği peygamberleri çıkarmıştır. Allah bütün zalimlerin cehennemde yanacağına söz vermiştir. Biz, Jüpiter, Apollon, Mars, Herkül, Adrianus ve başka başka adlardaki tanrıları tanımıyoruz.


Biz ezeli ve ebedi olan gücü her şeye yeten evrenin mutlak hâkiminden başkasına boyun eğmeyiz” deyince İmparator güldü. Kral, ‘Maksimilyanus sen neler söylüyorsun’ diye çıkıştı. Maksimilyanus’un yanına, arkadaşları da geldi, altı kişi oldular. “Bizde onun yanındayız onun söylediği her şeyi onaylıyoruz. İmparatorda hepimiz gibi bir insandır. Daha ne zamana kadar sizin gibi bir insan olan İmparatora yâda taştan, gümüşten veya altından yaptığınız heykellere tapacaksınız. Bizim tanrımızın ne bir ortağı, ne de bir oğlu var. Bu evrenin Allah’tan başka düzenleyiciye ihtiyacı yoktur.”

Maksimilyanus, “Sizler yaratıcınızı tanıyacak yerde, ellerinizle yaptığınız putlara tapıyorsunuz. İmparator, siz insanların tanrısı olduğunu iddia ediyorsunuz. Peki, kendinizi yemeden içmeden alıkoyabilir misiniz? Veya ölümünüzü önleyebilir misiniz?”
İmparator, ‘bu kadar yeter’ diyerek ayağa kalktı ve onların hemen tutuklanmasını emretti. Salondakilerin hepsi “ Öldürün onları, öldürün” diye tempo tuttu.

Altı kişi işkenceye tabi tutuldu. Kralın kız kardeşi Helen, Maksimilyanus’un eşiydi. Helen’in onları ikna etmesi istendi. Onlar, Helen’e “Bakalım Allah’ın iradesi nasıl tecelli edecek, Allah bizimle bir. Şimdi git ve Diyekletianus’a inandığımız Allah’ı canımıza tercih ettiğimizi söyle.”


Gardiyon Fidyas, “Asla bu yiğit insanların ölmesine izin vermemelisiniz” diye Helen’e seslendi. Daha sonra Fidyas, altı arkadaşın zindandan kaçmalarını sağladı. Kentin kapıları tutuldu, askerler onları aramaya başladı. Kaçaklar iki üç gün önce tanıştıkları, Çoban Antonyus’un evinde saklandı. Maksimilyanus’un içindeki ses, onların köyün yakınlarındaki Enjülos Dağı’ndaki mağaraya sığınmalarını söyledi. Çoban da onlarla gitmek istedi, kabul etmediler. Tek tek evi terk ettiler... Mağaranın kapısında Çoban Antonyus ve köpeği Katmir’i görünce şaşırdılar.


İmparator, Kral Diyekletianus’a “Ben bugün Uşelime doğru yola çıkıyorum. Onların yakalandıklarına dair haber, ben Uşelime varmadan bana ulaşırsa kurtulursun, aksi takdirde 5’nci Kolordu Komutanı’nın vay haline”.


Mağaranın içinde, derinden bir ses duyulur. Hafif bir sis içeriye yayılır. Hepsi, çok yorgun olduklarını, uykuları geldiğini söyledi. Çoban Mağaranın kapısına çıktı, etrafı kontrol etti. İçerdekiler “hiç bu kadar uykuya hasret kalmamıştık” diye söylendiler. Nöbetçi bırakılan çoban da dayanamadı, O’ da kendinden geçti.


Köylülerden birisi, kaçakları gördüğünü 5. Kolordu Komutanı’na anlattı. Askerler mağarayı kuşattı, içeriye giren askerler şaşkınlık ve korkuyla dışarıya kaçtı. En cesur askerler ve komutan uyuyan arkadaşlara yaklaşamadı. “Ölüp ölmedikleri, insan mı tanrımı oldukları belli değil” dediler. Komutan Mağara ağzının taşla kapatılmasını, üzerine bir levha konulmasını emretti. Yedi Uyuyanlar, içerde uyumakta ve dışarıda olanlardan hiç haberleri yoktu.

Aradan 309 yıl geçti, hepsi uyandı. Üzerlerinde büyük bir ağırlık ve yılların tozu vardı. “Ne kadar uyuduk ki bu hale geldik” diye söylendiler.

Yedi Uyurların ne kadar süre ile mağarada uyur vaziyette kaldıkları bilinmemekle birlikte Kur’an’ın Kehf süresinin 25 nci ayetinde 309 sene olduğu söylenmektedir. Hıristiyan tradisyonları ise 200 sene uyuduklarını iddia etmektedir.

Bu süre içinde İmparator ölmüş, Hıristiyanlar üzerindeki baskı kalkmış, herkes yeni dini geliştirmenin yollarını armaya başlamıştır. Gençler bir sonbahar günü (27 Temmuz, 3 Ağustos veya 22 Ekim) uyanılar. Kur’an’da mağara içinde geçen süre söyle anlatılmaktadır:

“Bakarsan onları uyanık sanırsın. Halbuki onlar uyumaktadırlar. Biz onları sağ ve sol tarafa çevirir ve döndürürüz. Köpekleri de iki kolunu kapı tarafına uzatmış vaziyettedir”

Ancak bu görünüş pek doğal olmamalıydı ki, Kur’an mağara içinde korkunç bir manzaranın yaşandığını şu şekilde anlatmaktadır:

“Eğer onların bu halini görseydin mutlaka onlara sırtını döner, kaçar; onların bu hallerinden dolayı için korku ile dolardı.”

Karınları acıktı. Yemek işini halletmek için Çoban Antonyus, köpeği Katmir’le yakın bir köye gitti. Gördüklerine inanamadı. Rakim Köyü harabe halindedir, içinde kimse kalmamıştır. Mağaraya şaşkınlık içinde döndü, gördüklerini anlattı. Mağaradan çıktılar ve uzaktan köyün terk edilmiş halini gördüler.

Maksimilyanus kente gitmeğe karar verdi. Üzerlerinde bir sikke vardı. Kentteki değişikliğin ne olduğunu anlayamadı. Kentin ismini sordu: “Burası Phidelphia, Phidelphia” dediler.
Maksimilyanus gördükleri karşısında şaşırdı. Ekmek almak için fırına gitti. Fırıncıya üzerindeki parayı (sikke) verdi. Fırıncı bu hazineyi nereden bulduğunu sordu, onu askerlere şikâyet etti ve olaylar başladı.


Yargıç Stevens ve tarihçi Barnabas’ın huzuruna götürüldü. Barnabas sikkenin 300 yıllık ve Adrianus dönemine ait olduğunu söyledi. Maksimilyanus’un konuşması Tarihçi Barnabas’ı şaşırttı. Maksimilyanus da büyük şaşkınlık içindeydi.

Anlattıklarına inanmadılar ve zindana attılar. Yargıç ve Barnabas, Maksimilyanus’un bazı objeleri ve binaları hatırlaması için Phidelphia’da gezdirdi. Kendi evinin içinde dolaştı.
Kendi tablosunu gördü, “Bu benim resmim” diye söylendi. Ev sahibi yaşlı Aryus, “O Enjulos Dağı’nda şehit edilen yedi kişiden biriydi” diye cevap verdi. Aryus’un yeğeni Mari’yi de karısı Helen zannetti.

Maksimilyanus, “Ben nerede olduğumu, kim olduğumu bilmiyorum. Eğer siz Helen değilseniz, benim Helen’im nerede? Bunlar, sizleri birkaç yüzyıl önce yitirdiğimi söylüyorlar. Yokluğunuzdan duyduğum acı hala ciğerlerimi yakıyor. Sadece bir geceliğine sizi terk etmiştim. Bu bir gece niçin bu kadar uzun sürdü. Söyleyin bana niçin? Niçin? Yokluğunuza ağlayayım mı yoksa dindaşlarımızın zaferine sevineyim mi? Hakkın batıla üstün geldiğini görmek üzere yeniden dirildik.”


Maksimilyanus salondaki kütüphaneyi iter, bir dehliz açılır. Oradan içeriye girerler. Ev sahibi Aryus’a “Bu dehlizde bir oda olduğunu biliyor muydunuz” diye söylenir. İçerden Helen’in resmini çıkarır. “Bu sevgili eşim Helen’in resmi” der. Evin içindekiler şaşkınlık içinde, konuşmaları dinlemektedir.


-Aryus, “Gerçekten siz Maksimilyanus musunuz? Sizin torunlarınızdan biri olduğuma inanayım mı?”

-“Uykudan ilk uyandığımda olağandışı şeylerin tecelli ettiğini anlamıştım.”

İhtiyar Aryus, Maksimilyanus’un elini öpmek ister ve “sen benim Büyük Atamsın” diye söylenir.

-“Sende, Ak Saçlı İhtiyar benim torunumsun.”

Birbirine sarılır, ağlamaya başlarlar. Maksimilyanus, oğlu Erekmik’in 250 yıl önce, eşi Helen’in ise, ayrılıktan 20 yıl 7 ay sonra öldüğünü öğrenir.

Bu sırada mağarada bulunan arkadaşları sabırsızlıkla Maximilyanus’u beklemektedir. Onlar aç ve yorgundur, neler olduğunu bilmezler. Aryus ve ailesi, dostlarıyla Ekselansı ziyaret eder. Kral, koltuğuna Maksimilyanus’u oturtur ve ona büyük saygı gösterir.

Maksimilyanus, mağaradaki dostlarının ismini Ekselansa tek tek sayar; “Yuanis, Sudinanus, Dinatyus, Timliha, Martinus ve Çoban Antonyus.” Phidelphia halkına haber verilir. Ertesi gün Ekselansla beraber, binlerce insan, Allah’ın ölüleri nasıl dirilttiğini görmek için Enjülos Dağı’ndaki mağaraya doğru yola çıkar.


-Maksimilyanus, “Ölmediğim doğru. Ancak benim zamanımda yaşayanların hepsi ölmüş. Şimdi de ait olmadığım bir zamana gelmiş bulunuyorum. Vefakâr ve hakikatli eşim Helen artık yok. Minik yavrum Erikmik 250 yıl önce ölmüş. Bütün dostlarım ve düşmanlarım gitmiş. 300 yıl süren bir gece oldu.”
İhtiyar Aryus, Mari ve Maksmilyanus mağaraya doğru çıkar. Mağaradakiler, gelenleri ve aşağıda gözüken askerleri görünce endişeye kapılır. Maksimilyanus, korkmamalarını ve onların dost olduğunu söyler.

-Aryus, “Selam size Allah’ın Erleri”
-Mari, “Sizlersiniz Allah’ın Erleri, bunu sizler dahi bilmiyorsunuz.”


Yedi Uyurlar şaşırır. Mağaranın içine girerler, arkadaşı onlara Phidelphia’da yaşadıklarını anlatır:

“Biliyorum inanmak kolay değil. Sadece bir örtü hakikatin yüzünü görmemizi önlüyordu. Bu örtü zamandı. Yoksullara Allah’ın verdiği zafer sözünün gerçekleşmesini görmemiz için Allah, örtüyü gözlerimizin önünden kaldırdı.”


Mağaranın önüne çıkmış olan Yedi Uyurlar, gelenleri şaşkınlık içinde izledi. On binlerce insan akın akın Enjülos Dağı’na doğru gelmekteydi.

Ekselans, “Ben bu kutlu insanların, bu Allah Erleri’nin, bu Azizlerin kentimize gelerek bizi şereflendirmelerini rica ediyorum. Hiç kuşkusuz bunların Phidelphia’da bulunması kentimize zenginlik getirecektir. Kutlu Phidelphialılar kente doğru yola koyulmanızı istiyorum. Gidin Phidelphia’yı süsleyin.”


Maksimilyanus Ekselansa: “Kendimizi bulmak ve mevcut şartları algılamak için benim ve dostlarımın biraz yalnız kalmaya ihtiyaçları var.”


Maksimilyanus arkadaşlarını mağaraya davet eder, içeriye girer ve Allah’tan başka dostlarının kalmadığını söyler.

Timliha der ki: “Allah’ım seninle aramızdaki yegâne mesafe ölümdür. Ölüm bu mesafeyi ortadan kaldıracaksa ant olsun ki arzum ölümdür.

Senin aşk göğünde uçmuş kartallar yeryüzünü nasıl kendilerine mekân tutar. Sana varmak için biz, düzmece tanrılara karşı durduk. Eğer dünyaya özlem duymuş olsaydık bu yola baş koymazdık. Yüce Rabbim bizi yanınıza alın. Size yalvarıyoruz.”


Mağaranın dışında bekleyen Mari, Aryus ve arkadaşları Katmir isimli köpeğin öldüğünü görür, inanmakta zorlanırlar. İçeriye seslenir, Katmirin öldüğünü bildirirler.


“Ey Allah’ın Erleri size sesleniyoruz” diyerek mağaranın içine girerler, Azizlerin secdeye eğilmiş vaziyette hareketsiz vücutları ile karşılaşırlar.

Mağaranın kapısından bir adam bağırır. “Mağara yarenleri, Allah’ın Azizleri öldü”

Ekselans ve yanındakiler tekrar mağaraya döner, şaşkınlık ve üzüntü içindedirler, Allah’ın Azizlerine ne oldu diye sorarlar.

İhtiyar Aryus der ki: “ Allah’ın Erleri Allah’a döndü.”
Bize bu efsaneyi Kur'an'daki Kehf Suresine gönderme yaparak anlatan Ali Haydar Aksakal'ın tariflediği hikayenin benzerinin Kehf Suresinde de anlatıldığı doğrudur ve ilk benzetmeyi yapan da Ali Haydar Aksakal değildir. Çeşitli kaynaklardan araştırdığınızda benzer anlatımlara rastlamanız mümkündür.

Aynı kişi İngiliz Arkeolog Peter James ile Manisa'daki diğer tarihi alanları incelemişler ve Peter James bunun üzerine "Krallığın Çöküşü ve Atlantisin Sırları Çözüldü" isminde bir kitap yayınlayarak daha sonra yeniden incelemeler yapmak üzere Manisa'ya gelmiştir. Bu konu hakkında herçekten detaylı bilgiler bulunduğundan buraya hepsini taşımak söz konusu değildir. Konuyla ilgil detaylar atlantismanisa.com sitesinden de takip edilebilir.

Yedi Uyurlar efsanesinin bilindiği ve anlatıldığı her yerde mutlaka bir “Yedi Uyurlar Mağarası” bulunmakta ve buranın gerçek mağara olduğu iddia edilmektedir. İran’da Kiev’de, Fransa’da, İtalya’da, Hindistan’da ve daha bir çok değişik din gruplarının bulunduğu ülkelerde bulunduğu iddia edilen mağaraların en ünlüsü mutlak suretle hikayede adı geçen Efes’deki Panayır Dağı’nın güneyindeki mağaradır. Türkiye’de Afşin, Kahramanmaraş, Tarsus, Antalya ve Urfa’da gene bu efsane ile ilişkilendirilen mağaralar, bölge halklarınca gerçek “Eshab-ı Kehf Mağaraları” olarak kabul edilmektedirler. Yedi Uyurlara ilişkin inanış o kadar etkilidir ki, Çin’de Buddha Tapınağı olarak bilinen bazı mağaralar, burada bulunan Müslüman halk tarafından “Yedi Uyurlar Mağarası olarak sık sık ziyaret edilmektedir.

Kehf Suresinde anlatılanlar sadece Yedi Uyurlar değildir. Ayrıca Zulkarneyn ayetler olarak anılan bir başka hikaye daha anlatılmaktadır. İlerleyen bölümlerde sık sık karşımıza çıkacak olan Zulkarneyn konusuna şimdi girmeyeceğiz.

Eshab-ı Kehf inanışına benzer daha bir çok inanış vardır. Bunlardan birine göre Havarilerden biri olayın geçeceği kente girmek istediği bir sırada, kapı nöbetçilere tarafından kendisine kapıda bulunan putlardan birine tapması söylenir. Bu teklif üzerin Havari kente girmekten vazgeçer ve civarda bulunan hamamlardan birinde çalışmaya başlar. Etrafına bir çok Hıristiyan toplanır. Bir gün İmparatorun oğlu yanında bir kadınla hamama girmek isteyince, Havari onun bu onursuz davranışını kınayarak kovar. Ama İmparatorun oğlu bir yolunu bularak hamama girecek ve yanındaki kadınla birlikte burada ölecektir. İmparator ölümü bu genç havariden bilir ve peşine öldürmek için adamlarını takar. Havari taraftarlarının bulunduğu bir çiftlik evine kaçar. Burada çiftçi de kendisine katılır. Çiftçi ve havari yanlarında bir köpek ile bir mağaraya saklanırlar. Burada uykuya dalan gençlerin üzerine Tanrı görünmez bir örtü çeker. Askerle mağarayı bulur ancak bir türlü içeri giymeyi başaramazlar. İçerdekileri öldürmek için mağaranın ağzını taşlarla örerler ve çekip giderler. Uzun seneler sonra kaybettiği kuzusunu arayan bir çoban mağarayı bulur girişteki taşları temizler ve içeri girdiğinde gençler uyanırlar. Acıktıkları için içlerinden birini ekmek almak için kente gönderirler. Gerisi bilinen hikaye…


Bir başka rivayete göre ise Eshab-ı Kehf Hıristiyanlığı kabul eden bir grup Romalıdır. Bir mağarada ibadet ederken uyuya kalmış ve yıllarca uyumuşlardır. Hıristiyanlar arasında ruh ve bedenin nasıl dirileceği konusunda şiddetli tartışmalar yaşandığı bir sırada, hükümdarları işin kötüye gideceğini anlayarak Tanrıya bu tartışmaları kesmek için bir örnek göstermesi konusunda yalvarır. Bunun üzerine Tanrı, Eshab-ı Kehf’i diriltecektir.


Bunun gibi daha bir çok anlatıyı derlemek mümkündür. Kur’an’ın Bakara Suresinin 256 ncı ayetinde yüz sene eşeği ile çöken bir yapının altında kalan ve daha sonra dirilen bir adamdan bahsedilir. Eshab-ı Kehf’in nasıl olur da hiç bozulmadan üç yüz yıl mağarada kaldığı, olayın gerçek olup olmadığı tartışılmıştır.


Zaman içinde yolculuk yapmak artık bilim çevrelerinde de çok tartışılan konulardandır. Gençler mağara içinde manyetik bir çekimin etkisi ile uykuya dalmışlar ve zaman içinde bir sıçrama yapmış olmalıdırlar. Eskinin bir çok efsanesinde mağaraların bu çeşit yolculuklar için çok müsait yerler olduğu ısrarla vurgulanmaktadır.


Heredot , İskit rahibi olan Zalmoxis’in yer altında üç yıl boyunca yaşadığını; müritlerinin ondan ümidi iyice kesip yas tutmaya başladıkları dördüncü sene ortaya çıktığını anlatmaktadır ( Tarih IV:95 ). Gılgameş destanında da güneşin hareketine bağlı olarak bir perde ile kapatılmış ağzı olan Meşu Dağından bahsedilir. Eski Hindu, Türk ve Moğol destanlarında mağara ve yer altlarında zamanın bir su gibi hızla aktığı kabul edilmektedir.


1382 yılında İsviçre’de bir kış mevsimi evinde uyuyan Olaf Bjornson ilkbaharda, tabiat uyanırken uyanmıştır. Kendisinin yıllar önce kaybolduğuna inanan insanlarla karşılaştığında Olaf önceleri olanlara bir alam verememiştir. Çevresindeki insanlardan evi ile birlikte sekiz yıl kadar önce gözden kaybolduğunu öğrenmiştir. Gene bir kış günü Olaf evi ile birlikte ortadan kaybolmuştur. Sekiz yıl son hiç ihtiyarlamadan yeniden uyanan Olaf çevresindeki insanların ilgi kaynağı olacaktır. Ev hiç bozulmamış, Olaf genç kalmıştır. Ancak bir gün sonra Olaf ölür ve olay da unutulur.


Almaya’da uykuya dalan bir başka çift Hans Schmidt ve 1723 yılında İngiltere’de Thomas Durst isimli kişiler uyandıklarında üç yıl gibi uzun bir zamanın geçmiş olduğunu görmüşlerdir.
Evliyaların da uzun süreler mağaralarda ibadete daldıkları, yıllarca yanlarına hiç yiyecek almadan dağlarda yaşadıkları anlatılır.


Acaba tüm bu anlattıklarımız Eskilerin bizim bilmediğimiz bilimleri sayesinde zaman içinde ileriye doğru yol alabildiklerinin bir sonucu mudur?

(devam edecek)

Hiç yorum yok: