5 Şubat 2012 Pazar

YA TUTARSA (2) KAPADOKYA VE YER ALTI ŞEHİRLERİ


1960 yılında, Nevşehir’in 30 km.kadar güneyinde yer alan Derinkuyu da, sahibinden kaçan bir tavuğun yerdeki bir deliğe girerek kaybolduğu görülmüştü. Görünüşte hiçte önemli olmayan bu olay, bir dizi gelişmeye yol açtı ve en sonunda, orada muazzam bir yer altı kentinin açığa çıkarılmasıyla noktalandı. Ankara’dan gelen arkeologlar  kısa bir süre sonra, Derinkuyu’nun 10 km.ye kadar kuzeyindeki Kaymaklının altında birincisine benzeyen bir diğer yer altı yerleşim merkezi keşfettiler.

Derinkuyu yer altı kentinin bugüne kadar erişilebilen kısmında, 7 ana kat ve 6 ara kat olmak üzere, toplam 13 kattan oluşmaktadır.  Derinkuyu yer altı odalarının farklı seviyeleri birbirleriyle dik basamaklar ve dar dehlizler vasıtasıyla bağlanmışlardır. Girişlerde değirmen taşı büyüklüğünde, masif değirmi taşlar bulunmuştur: Sürme kapılar şeklinde çalışan bu yuvarlak taşlar, içerden kolaylıkla yerlerine sürülebilecek ve sürgülenebilecek, fakat dışarıdan gelebilecek herhangi bir sızma hareketine de geçi vermeyecek şekilde yapılmışlardır.

Burada sağlanan barınma imkânları arasında, iki ya da üç odalı olan ve sıra evler gibi yan yana duran aile yaşam üniteleri, sütunlu toplantı holleri, ambarlar, büyük mutfaklar, dinlenme alanları, pazar yerleri ve bir şarap mahzeni de bulunur. Ayrıca, alt katlarda, mezarlar ve kaçış dehlizleri de vardır. Bu ileri seviyeden yerleşim mahalli, yaklaşık 30 bin kişiyi rahatlıkla barındırabilecek kapasitededir.

Yerin altında uzana bu kentin yaratıcılarının maharetini gözler önüne süren iki tertibatta havalandırma ve su sağlama sistemleridir. Elliden fazla havalandırma bacası vasıtasıyla, tüm kentte temiz hava dolaşımı sağlanmaktadır. Bunlardan bazıları, 100 metreden uzundur. Tatlı suya gelince, yedinci kattan 50 metrelik bir derinliğe kadar inen bir kuyu vardır; su, bu kuyudan, bir çıkrık sistemi ile yukarı katlara basılır.

Kaymaklıdaki yeraltı barınak yeri, Derinkuyu’dakine benzer. Kazılar bu güne kadar, Kaymaklı yer altı kentinin 20 bin kişiye hizmet ettiğini ve 60 metre derinliğe kadar inen 10 kattan oluştuğunu ortaya koymuştur. Kaymaklının altındaki site tünellerden oluşmuş bir labirent ile çok uzun kaçış dehlizlerine de sahiptir. Bu ana dehlizlerden çıkan kollar ya dik yamaçlara ya da vadilere açılırlar. Buraları, başka türlü ulaşılmasına imkân olmayan yerlerdir. Yer altı kentinin kendisi, Kapadokya’nın altında 30 km. kadar uzanan iki ayrı ana tünelin kavşak noktasında yer alır. Bu tünellerden biri, Kaymaklıyı Derinkuyu’ya ve öteki de kuzeye doğru ilerleyerek Kapadokya’nın merkezinde yer alan Göremeye bağlar.
Derinkuyu ve Kaymaklı sitelerinin keşiflerinin ardından, Türk arkeologları, Kapadokya’da 10 yer altı kentini daha ortaya çıkarmışlardır. Aslında yetkililerin bu yer altı yerleşim merkezlerinin toplam adedi hakkında şimdilik öne sürdükleri tahmini rakam, otuzaltıyı bulmaktadır.

Nevşehir’in 30 km. kadar kuzey doğusunda yer alan Özkonak da, altında, 9 kilometre karelik bir alanı kaplayan bir kenti barındırmaktadır. Bu devasa yer altı sitesinden 60 bin kişinin yaşamış olduğu sanılmaktadır. Henüz belirli bir kısmından öteye girilebilmiş değildir.

Hepsi de Nevşehir ile Derinkuyu- Kaymaklı bölgesi arasında yer alan Karacaören, Çardak ve Acıgöl’deki yerleşim merkezlerinde hâlihazırda kazılar yürütülmektedir. Gülşehir’in yaklaşık 7 km. Güneybatısında bulunan bir diğer yer altı kentine de, tünellerinden çıkan zehirli gazlarından ötürü girilememektedir.

Yakın zamanlarda, Nevşehir’in batısındaki Tatlarin kasabasının Kale ve Karakaya yörelerinde iki yer altı kenti daha bulunmuştur. Kale yer altı sitesinde geniş bir hole açılan 20 metre uzunluğunda bir dehliz vardır. Bu merkezi holden itibaren, kent, dört bir yana doğru açılmaktadır. Bu kentin ilginç bir özelliği de, Derinkuyu ve Kaymaklıda bulunmayan tuvaletlere burada rastlanmış olmasıdır. Karakaya’daki yer altı sitesine ise girmek mümkün olmamaktadır. Giriş tünellerinin tıkanmış olmasından ötürü,100 metreden ötesine nüfuz edilememektedir.

Üç yer altı kentinin daha yerleri tespit edilmiş olmasına rağmen, henüz buralarda kazı yapılmamıştır. Bu kentler, Mazı, Sığırlı ve Karaköy ün altında uzanmaktadır.

Arkeologlar, Kapadokya’daki tüm yer altı kentlerinin, kilometrelerce uzanan dehlizlerle ve tünellerle irtibatlandırılmış olan devasa bir yer altı şebekesinin düğüm noktalarından ibaret olduğunu belirtmektedir. Acaba bu kentleri, yerin altında kimler oymuşlardır? Bazı arkeologlara göre, bu yer altı sitelerini Hititler, diğerlerine göre de ilk Hıristiyanlar açmışlardı.

Derinkuyu’da Kaymaklıda ve bu tür diğer yerlerde bulunan komple sistemlerin yaratılması için son derece yüksek seviyede bir teknolojinin gerektiği göz önüne alınınca bu görüşlerin her ikisi de çürütülmüş olmaktadır. Bu günün teknolojisiyle dahi altından zor kalkılabilecek olan bu işi, ne Hititlerin ne de ilk Hıristiyanların başarmış olması imkânsızdı. Kapadokya’ya yerleşen Hıristiyanlar bu yer altı kentlerini kullanmış olabilirlerdi. Fakat bu, Kapadokya yer altı tesislerinin orijinal mimar ve mühendislerinin onlar olduğu anlamına gelmez. Yer altı odaları, bunları şu ya da bu şekilde keşfetmiş olan Hıristiyan topluluklarının mezalimden kaçmak için saklandıkları yerler olarak işe yaramış olabilirler. Ancak, Daniken , ‘Kanıtlara Göre’ adlı kitabından bu yer altı sitelerinin, yapılışındaki orijinal amaç olarak ele alındığında bu ‘saklanma yeri’ teorisini nasıl çürüdüğünü, oldukça ikna edici bir şekilde ortaya koymaktadır:
“…uzun bir zaman boyunca meskûn ola bu yeraltı tesislerinin vaktiyle 200 bin kişiyi barındırmakta olduğu sanılmaktadır. Bu kadar kalabalık bir toplum, beslenme ihtiyacını acaba nasıl karşılayabilmişti? Arkeologlar, bu yer altı kentlerinin, zulüm görmekten çekinen Hıristiyanlar tarafından, İ.S. ilk yüzyıllar sırasında oyulduğunu düşünmektedirler. Fakat bu açıklama, bana pek inandırıcı görünmüyor. Zorunlu olarak toprak üstünde tarım ve hayvancılık yapmaları gereken, bu yer altı sakinlerinin beslenmeleri için işlenen tarlalar, yerin altında olamazdı. Çünkü bitkilerin büyümesini sağlayacak olan ışık, yeraltında mevcut değildir. Tarla ve otlakların toprak üstünden olduğunu düşünürsek, bu durumda da, ekilmiş tarlaları ve sürüleri kendilerini ele verecek; düşman, yer altı barınaklarının mevcudiyetini sezecekti. Neticede, bu yer altı kentlerine saklanma söz konusu olduğunda, açlık, yeraltı sakinlerini eninde sonunda dışarı çıkartacağından, düşman için, kentlerin, çıkış yerlerine kamp kurarak onların dışarıya çıkmaklarını ya da açlıktan ölmelerini beklemek yetecek, dövüşmeye bile gerek görülmeyecekti.
Öte yandan, böylesine geniş yer altı kentlerinin oyulması, toprak üstünde çıkarılan taş, topraktan oluşan dağ gibi yığınların ortaya çıkmasına yol açacaktı ki, bu yığınlarda gene düşmanın dikkatini çekecekti. Bu yer altı sitelerinde yaşayanlar herkim olursa olsun, şurası muhakkak ki, bu kentler ani bir mecburiyet karşısından alelacele kazılmış olamazlardı. Çünkü bunların yapım projelerinin etüdü ve gerçekleştirilmesi, onlarca, beklide yüzlerce yıl sürecek bir çalışmayı gerektiriyordu.”

Daniken, eğer Kaymaklı kasabası halkıyla, konuşabilme imkânını bulmuş olsaydı, onların, Kaymaklı yer altı kentinin kurucularına ilişkin olarak anlatacakları inanç, herhalde kendinse çok ilginç gelecekti. 1978 yılında Cumhuriyet gazetesinde Melih Cevdet Anday’ın Kapadokya bölgesiyle ilgili olan ve bir hafta süreyle yayınlanan bir yazı dizisi çıkmıştı ’Kapadokya Yolculuğu’ başlıklı bu dizinin dördüncü yazısında, Anday Derinkuyu ve Kaymaklıdaki yer altı kentlerini tanımlıyor ve en sonunda da Kaymaklı halkı arasında yaygın olan söz konusu inanca değiniyordu: “Konu gerçekten çok düşündürücüdür. Bu yüzden olacak kasabada yer altı kentinin yıldızlardan gelen bir takım, yaratıkların yaptıkları söylentisi yaygın duruma gelmiştir. Acaba arada bir gene gökyüzünden inip bize görünmeden Kaymaklı yer altı kentine giriyor mu bu yaratıklar? Fakat neden orayı seçtiler?” 

Yukarıda paylaştığım bilgiler kendilerine Bilim Araştırma Grubu diyen bir grubun anlatılarından alınmıştır. Hikaye ilerledikçe bu grubun anlatılarına yeniden geri döneceğiz. Bilim Araştırma Grubunun, 1977 ile 1984 yılları arasında İstanbul’da etkinlik göstermiş ruhçu grup olduğu bilinmektedir.

Şimdi yine benzer başka bir grubun anlatılarından alınan bilgilerle devam edelim.

Dünyanın pek çok yerinde bu şekilde yer altı tünelleri ve şehirler bulunmaktadır. Güney Amerika'da, Ekvador, Peru, Bolivya civarında eski İnka uygarlığından kalma pek çok tünel olduğu söylenir.

İspanyol yağmacılarından en önemlisi olan Pizarro'nun ordusundaki bir asker-rahip olan Cieza de Leon son İnka imparatoru olan Atahiualpa'nın, Pizarro tarafından öldürülmesinden dört beş yıl sonra yazdığı notlarda, İnkaların, İspanyol soygununda korkarak hazinelerini bugün dahi bulunamamış olan gizli yerlere taşıdıklarını yazar. Bu gizli yerler dağların altına oyulmuş olan tünel sistemleriydi. Bu fikri İngiliz arkeologu Harold Wilkins'inde bulunduğu pek çok bilim adamı desteklemektedir.

Güney Amerika'daki tünel sistemleri çok fazladır ve sadece İnka ülkesinde değillerdir. En fazla bilineni, Lima'yı, Peru'nun eski başkenti olan Cuzco'ya bağlayan ve daha sonra da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel şebekesidir. Eski belgelere göre bu tünellerde çok zengin kral mezarı vardır.

İnkalar bu tünelleri biliyor ve kullanıyor olsalarda ilk inşaatçılarının kimler olduğunu onlar da bilmiyorlardı. Güney Amerika'dan sonra Kuzey Amerika California ve Virginia'da tünel sistemleri vardır.

En ilginç sistemlerden bir tanesi Hawai'de olduğu söylenendir. Buradaki tünel sistemlerinin bazı adaları birbirine bağladığı iddia edilir. İpek Yolu belgeselinin bir bölümünde Asya'nın altı sonradan sulama kanalı haline getirilmiş tünel sistemleri ile örümcek ağı gibi oyulmuştur.

Tünellere Akdeniz bölgesinde de rastlanır. Malta'da 50 metrelik bir bölümüne girilmiş olan Malta Tüneli, Cebelitarık boğazının altından geçip, İberik yarım adası ve Fas'ı birleştirdiği söylenir. Avrupa'da sadece bu tünelin girişinin olduğu bölgede maymunlar yaşar ve bu maymunların tünel yardımı ile Afrika'dan Avrupa'ya geçtikleri söylenir.

Ayrıca İsveç ve Çekoslavakya'da bilinen tünel sistemleri vardır. Tibet Lamaları Tibetten, Güney Amerikaya'ya giden tüneller olduğunu iddia ederler.

1944'de bir Amerikan dergisinin Ekvador muhabiri olan John Sheppard, Kolombiya sınırında elinde dua değirmeni ile meditasyon yapan tipik bir Tibet rahibi gördüğünü yazar. İddiaya göre bu adam 13. Dalay Lama'dır. 1933'te öldüğü iddia edilen bu kişinin mezarı boştur ve Tibet rahipleri onun ölmeyip, Budizmi benimsemeden önceki yaşamı olan Güney Amerika'ya döndüğünü ve bu iş için tünelleri kullandığını söylerler.

Güney Amerika'daki tünel sistemleri bildiğimiz kadarıyla en son inceleyen kimse Erich Von Daniken'dir. Daniken "Ausstat und Kosmos!" isimli kitabının hemen hemen tamamında Güney Amerika mağaralarından bahseder.

Ekvador Cumhuriyetindeki mağaralar Arjantin uyruklu ve Macaristan doğumlu Juan Mariez tarafından keşfedilmiş ve kendi adına tapusu alınmıştır.

Daniken bu mağaraları 1972'de gezer. Mağaralara dağdaki bir oyuktan girilir. İlk önce 80 metre kadar iple yapılmış bir asansörden diklemesine inildikten sonra sonsuz bir tünel sistemine girilir. Bazıları dar, bazıları geniş olan tünellerden Daniken'in gördüğü hepsi köşelidir.  Duvarları dümdüz ve her yanı cam gibi bir maddeyle kaplıdır. İçeride manyetik etki çok güçlüdür ve pusulalar çalışmaz. Daniken girdiği dev bir salondan bahseder. Bu salonda masa, sandalye benzeri olan ve hangi maddeden yapıldığı belli olmayan eşyalar vardır.


Salonun taban ölçüsü 110 x 130 metreye ve bu ölçü Teotihuacan'daki piramidin taban ölçüsü ile aynıdır.

Teotihuacan (ya da okunuşuyla Teotihuakan) günümüzde Kolomb-öncesi K.Amerika’nın en ünlü kenti olarak kabul edilmektedir. Kimler tarafından kurulduğu ve niçin aniden terkedildiği halen açıklığa kavuşmamış bu kadim metropolun kuruluş tarihi hakkında da farklı görüşler ileri sürülmektedir. Kentten söz eden -hiyeroglifik olmayan- hiçbir metin ve belge bulunmamaktadır.

Bu salonda bulunan buluntular M.Ö. 9000 ile 4000 yıllarında bile mevcut olduğunu göstermektedir. Bazı duvarlarda da inşaatçılardan binlerce yıl sonra gelen ilkel insanlarca yapılmış olan dinazor benzeri hayvan çizimleri vardır. Tünellerden bir çok altın ve eşyada çıkarılmıştır. Bu altın levhalarda deşifre edilmemeiş bir alfabe ile yazılmış olan yazılar da vardır.

Daniken burada gördüğü bir altın küre üzerinde çok fazla durmakta ve kürenin uzaylılarla ilgili olduğunu iddia etmektedir ve işin en ilginç yanı da aynı kürenin gerek boyut gerekse üzerindeki yazı ve resimlerle tıpatıp benzeri olan bir taş küreyi de İstanbul Arkeoloji müzesinde gördüğünü ve bu kürenin tasnif edilmemiş eşyalar arasında olduğunu yazmıştır.

Peki ama bu tünellerin ilk inşaatçıları gerçekte kimdir ve bu tüneller neye hizmet etmektedir?

(devam edecek)
Fasulye

 

Hiç yorum yok: