5 Ekim 2008 Pazar

GERÇEĞİN PEŞİNDE (4)

Musa'yı ve kavmini karşısına alan firavun kimdi?

Kaynak ne ne alınmış olursa olunsun Hz. Musa'nın hikayesinde en çok tartışılan konulardan biri Musa ve kavmini karşısına alan firavun'un hangisi olduğudur. Tevrat'da anlatılan hikayede ibrani işçilerin Ramses (Pi-Ramses) şehrini/ambarını kurmakla görevlendirildiklerinden bahsedildiği için genellikle bu firavunun Ramses olduğu iddia edilir. Ancak bunun gerçek olduğuna dair kesin bir kanıta ulaşışabilmiş değildir. Üstelik Mısır tarihinde en ünlüsü II.Ramses olmakla beraber birden çok Ramses bulunduğundan bahsi geçen firavunun hangi Ramses olduğunu söylemek zordur.

Daha öncede söylediğimiz gibi Mısır'da firavun ile doğrudan iletişime geçen ilk İbrani Musa değildir. Hz. Yusuf Musa'dan çok önce zamanın firavunun en yakınlarından biri olmuştur. Musa'nın ve İbraniler'in Mısır'daki tarihlerinin izinden giderken yeri geldikçe Yusuf'un hikayesini de hatırlayacağız.

Konuyla ilgili bir ipucu olarak İlmi Araştırmalar adlı siteden aldığımız ve Harun Yahya'nın araştırmalarına dayanan aşağıdaki bilgiyi kullanabiliriz.

Eski Ahit'te (Tevrat) Hz. İbrahim ile Hz. Yusuf zamanındaki Mısır hükümdarından Firavun diye bahsedilir. Kuran'da ise Hz. Yusuf dönemindeki Mısır yöneticisinden söz edilirken "hükümdar, kral, sultan" anlamlarına gelen Arapça "El melik" kelimesi kullanılır: "Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin." (Yusuf Suresi, 50). Ancak Hz. Musa dönemindeki Mısır yöneticisinden ise "Firavun" kelimesi ile bahsedilir. Kuran'da yapılan bu ayrım, Eski ve Yeni Ahit'te ya da Musevi tarihçilerin ifadelerinde yer almaz; sadece Firavun ifadesi kullanılır. Nitekim Mısır tarihinde "Firavun" teriminin kullanımı sadece geç döneme aitti ve Firavun hitabı ilk olarak MÖ 14. yüzyılda Amenhotep IV döneminden itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Hz. Yusuf'un ise bu tarihten en az 200 yıl önce yaşadığı tahmin edilmektedir. (Islamic Awareness) Encylopedia Britannica'da ise, Firavun kelimesi için yeni krallıktan itibaren (18. Hanedandan başlar; (MÖ 1539–1292) 22. hanedana dek (MÖ 945–730) kullanılan bir ünvan olduğu, daha sonraları bu hitabın kralın ünvanına dönüştüğü, daha önceleri ise bu ünvanın hiç kullanılmadığı ifade edilir. Bu konudaki başka bir bilgi ise Academic American Encyclopedia'da verilir. Bu kaynakta Firavun lakabının, Yeni Krallık'tan itibaren kullanılmaya başlandığı belirtilmiştir.

Bir diğer araştırmacı ve olan Rus Yahudi’si bir ailenin çocuğu olan Immanuel Velikovsky (1895-1979) Moskova Üniversitesi’nde eski tarih ve toplum bilimi ve tıp eğitimi görmüş, daha sonra Viyana’da Freud’un öğrencisi Wilhelm Stekel yanında Psikanaliz eğitimi almıştır. Sonradan, araştırmalarını daha da genişleterek, kozmoloji, astronomi, jeoloji, mitoloji, efsane ve Kutsal Kitaplar’daki metinleri incelemiş ve bunlardan tarihi yeniden yorumlayan tartışmalı eserler çıkarmıştır. Geçmiş çağlarda büyük felaketler yaşandığı Velikovsky’nin en önemli savıdır. Bural Eldem'in kitabında da benzer bir yöntemle bu afetler tarihinin izinden gidileceği belirtiliyordu hatırlarsanız. Doğal afetlerin yarattığı kötü anıların bir şekilde insan hafızasına yer ederek nesilden nesile aktarıldığını ya da yazıtlarda yer verildiğinden bahsetmişti. Velikovsky de, insanların kötü anılarını bilinçaltına itmesi ve unutulması anlamına gelen “kitlesel amnezi” ile bunların sadece efsanelerde izleri kaldığını iddia etmektedir. Her yerde felaketlerin izleri olduğu halde bunlarla yüzleşmek acı verdiği için, bilim adamları bunları göz ardı ettiler.

Yazar Keman Menemencioğlu'nun "Kaos Çağları,Velikovsky'e göre Musa ve Firavunun Gerçek Hikâyesi" başlıklı yazısında aşağıdaki bilgiler verilmektedir;

"Tevrat’a göre Musa’nın Mısır’dan Çıkışı M.Ö. 1447 yılında gerçekleşmiştir ve Ramses adı geçtiği için tarihçiler o zamanki firavunun Ramses II olduğunu varsaymışlardır. Ramses II ile ilgili dev eserlerin ortaya çıkışı 19. yüzyılın hayal gücü üzerine büyük etki yaratmıştır. Tarihçiler buna dayanarak Çıkış’ın M.Ö. Ramses (M.Ö. 1279-1213) dönemine denk gelen yıllarında olabileceğini varsaymışlardır, ama bunu kanıtlayabilecek herhangi bir bulgu ortaya çıkmadığı gibi, Tevrat’ın söz ettiği çalkantılı dönemlerin izine de rastlanmamıştır. Ramses sözcüğü Tevrat’ta Yusuf’un döneminde de yer alıyor ve akademisyenler bunun genel bir terim olduğu düşüncesindedirler. Bu yüzden Velikovsky ve Tarihçi David Rohl “Zamanın Kanıtı” (A Testament in Time) ve “Cennet Bahçesinden Sürgüne” (From Eden to Exile) eserlerinde Çıkış firavununun 13’üncü hanedandan Dudimose olduğunu savunmuşlardır. Aslında Musa bir İbrani ismi olmayıp, Mısır dilinde oğul anlamına gelir. Bu isim, genelde firavunlara ve prenslere verilir. Örneğin Tutmoses, Tut (Tanrı Thoth) oğlu, ve Ramose Ra (Tanrı Ra) oğlu, Amenmose (Tanrı Amen) oğlu demektir. Firavun Dudimose’un (veya Tutimaos) en uygun firavun olma gerekçesi eski Mısır tarihçisi Manetho’ye dayanmaktadır. Ona göre Dudimose zamanında “Biz [Mısırlılar] Tanrının gazabına uğradık” ve o dönemdeki büyük felaketin arkeolojik kalıntıları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Manetho’ya göre Dudimose’tan hemen sonra Mısır zayıf düşmüş ve Hyksoslar hiç karşılık görmeden Mısır’ı zapt edebilmişlerdir. "


Bu metinde verilen tarihsel bilgiye karşı koyacak bir kanıt henüz elimizde olmamakla beraber, buraya kadar geldiğimiz noktada sadece Musa isminin daha önce edindiğimiz bilgilerden farklı olarak "Sudan çıkardım" anlamında değil "oğul" anlamında kullanıldığı ve hatta firavunlara verilen bir isim olduğu iddiasıyla karşılaşıyoruz. Ama en azından doğruluğundan emin olamasak da, bu ana kadar elimizdeki ilk tarih bilgisine ulaşmış bulunuyoruz, İ.Ö. 1447. Bunu aklımızda tutalım. Yolculuğumuz boyunca kendi doğrumuzu bulmaya çalışırken pek çok farklı yazarın, farklı iddialarıyla da karşılaşacağız elbette. Şimdi yazarın anlattıklarına devam edelim bakalım daha neler olmuş o dönemde.


"Tevrat’a göre Firavun, İbrani halkını azat edip ülkeyi terk etmeye izin vermediği için Mısır’ın başına 10 felaket gelmişti. Bunlar: 1) Nil nehrinin kana dönüşmesi; 2) Kurbağa istilası; 3) Sivrisinek istilası; 4) Atsineği istilası; 5) Hayvan ölümleri; 6) Çıban belası; 7) Dolu belası; 8) Çekirge belası; 9) Karanlık Belası; 10) İlk doğan çocukların ölümüdür. "

Kuran'da ilgili felaketlerle ilgili ayetleri incelediğimizde aşağıdaki ayetle de benzeri bilgilere ulaşıyoruz.

"Biz de onlar üzerine, açık açık mucizeler olarak tufan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de kibre saptılar ve günahkâr bir topluluk oluverdiler. (araf suresi 133)"

Şimdi yeniden Menemencioğlu'na kulak verelim.

"Velikovsky’nin önemli savlarından biri İpuwer papirüse dayanır. Mısır’ın eski hanedan dönemine ait bu papirüs 1828 yılında bulunmuş ve halen Hollanda’nın Leiden Müzesi’nde sergilenmektedir. Akademisyenler bunun bir bilmece veya kehanet olduğunu düşünmüşlerdir, ancak bu papirüs açık bir şekilde Mısır’ın başına gelen felaketler zincirini anlatmaktadır. Nil nehrinin kana dönüşmesi, suların zehirlenmesi, göklerin kararması, hayvanların ölmesi, yangınlar, depremlerle Mısırlıların perişan ve aç bir vaziyete düşmelerini kaydeder. Eğer Velikovsky’nin savı doğruysa, bu sav Mısır tarihinde Tevrat’ta söz edilen olayların Mısır tarihinde izleri bulunmadığı görüşünü çürütür.


Girit yakınlarında, Thera adasında Santorini yanardağının patlamasının yaklaşık olarak o dönemlerde gerçekleştiği düşünülmektedir. Jeologlar M.Ö. 1626 ve M.Ö. 1360 gibi farklı tarihler vermektedir ve Velikovsky’e göre bu sıralarda yanardağlarda zincirleme patlamalar vardı. Santorini adasının patlaması, Girit uygarlığının yok olması gibi, tarihte birçok radikal değişimlere sebep olmuştu. Ortaya çıkan bu patlamanın, 1883 yılında tüm dünyayı sarsan ve 35 bin kişinin ölümüne yol açan Karakatoa yanardağının patlamasından kat kat güçlü olduğu ortaya çıkmıştır ve Vesuvius yanardağının patlaması da aynı zamana rastlar. Santorini yanardağının nükleer bombadan bin kez daha güçlü olduğu hesaplanmıştır. Velikovsky’e göre volkanik Sina dağı da aynı anda patlamıştı. Tevrat’ta, Çıkış’tan hemen sonra İsrailoğulları Sina’ya yürüyüşü “Tanrı önümüzde gündüz bir duman sütunu gibi ve gece bir alev sütunu gibiydi” diye tanımlanır. Volkanik patlamaların gündüz ve gece böyle gözlemlendiği doğrudur.


Son bulgulara göre böyle bir patlamada Mısır karanlığa boğulur, şimşekler ve dolu yağmuru dehşet saçar. Yakın bir zamanda Amerika’da görüldüğü gibi volkanik küller Nil nehrini kırmızıya dönüştürebilir. Nehrin zehirlenmesiyle kurbağalar karaya çıkar, burada ölerek sinek ve pirelerin çoğalmasına neden olur. Bunlardan da hastalıklar yayılır ve çıbanlar çıkar. Böylece birçok canlının ölümü gerçekleşir. Bölgedeki toplu mezarlar bir veba salgınını doğrulamaktadır. Mısır’ı saran karanlığa Santorini ve diğer yanardağlardan yükselen duman bulutlardan meydana getirmiş olabilir. Karakatoa tüm dünyada ısının birkaç derece düşmesiyle birlikte, yıllar süren böyle bir nispi karartma etkisi yapmıştı.


Peki bu durumda, Kızıldeniz’in yarılması nasıl izah edilebilir? Velikovksy’e göre İsrailoğulları daha sığ olan Sazlar denizinden geçmekteyken oluşan bir deprem suların geri çekilmesine sebep olabilir. Büyük yanardağ patlamalarının depremleri tetiklediği bilinmektedir.
Velikovsky’nin kabul edilen Mısır tarih kronolojisinin birkaç yüzyıl ile hatalı olduğu tarihçi David Rohl ve diğer revizyonist Mısır tarihçileri tarafından destek görmektedir. David Rohl kitabında yüzlerce sayfalık kanıt vermektedir. Bunlar, kutsal kitaplardaki olayların tamamen uydurma olduğu, Musa, Davut ve Süleyman gibi Tevrat’ta söz edilen kralların hiçbir zaman yaşamadığını iddia eden bazı tarihçilerin tezlerini çürütmektedir. Velikovsky ve Rohl’a göre bu tarihçiler arkeolojik bulguları yanlış tarihte aramaktadırlar ve birkaç yüzyıl geri bakılırsa tüm kanıtların orada olduğu gözlemlenecektir.


Mısır’dan Çıkış’ın yer aldığı dönemdeki felaketler büyük göçlere de sebep olmuştur denebilir. İsrailoğulları tam bu dönemden sonradır ki Hyksoslar denilen bir kavmin işgaline uğramışlardır. Hem Velikovksy, hem de Rohl’a göre bu kavim Çıkış’tan sonra İsrailoğullarının Mısır yolunda karşılaşıp savaştığı Amalekliler’di. Mısırlıların Amu dedikleri ve ayrıca “Çoban Kralları” olarak da bilinen Hyksoslar, hiç karşılık görmeden Mısır’ı ele geçirdiler. Birkaç yüz yıl sonra işgalden uzak Mısır’ın Güney hanedanı Hyksosları ülkeden kovabilmişti. Arap tarihçilere göre Mekke civarında yaşayan Amalekliler kendi ülkelerinde büyük bir felaket sonrası göç etmişlerdi. Seller bazı kavimleri ortadan kaldırmıştı. Üzerlerine kara dumanlar çökmüş, karıncalar istila etmişti. Manetho’ya göre Dudimose’un döneminden hemen sonra Mısır, doğudan gelen bu gaddar ve acımasız kavim tarafından istila edilmişti. Amalekliler Mısır’da büyük tahribatlarla halkı esir ettiler. Velikovsky’e göre eski ahit Mezmurlar’da geçen “[Tanrı Mısırın üzerine...] Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay kötülük meleği gönderdi” aslında “Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay çoban kralları gönderdi.” Kötülük meleklerinin Mezmurlarda yazılışı malakhei-roim, bu aslında Çoban Kralları, anlamına gelir, doğrusu malakhim-roim olmalı.


Kutsal kitaplar Musa’yı olağanüstü vasıflarla donatır. O dönemde geçen olayların ve doğal felaketlerin arkasında doğal nedenler olması kanımca, bir dönüm noktasında bu felaketleri önceden bilen ve Tanrı’nın gazabı olarak yorumlayan güçlü, bilge bir liderin şanından bir şey eksiltmez. Manetho’nun da Mısır’ın o dönemde Tanrı’nın gazabına uğradığını belirtmesi bunu doğrular.


Velikovsky’nin tezlerini doğru kabul etmek tarihe bakışımızı değiştirmekle kalmaz, bize bu önemli mesajı verir: Dünya tarihinde büyük felaketlerin rolü de büyük olmuştur ve bu olasılık her zaman için geçerliliğini korumaktadır. Velikovksy ve Rohl’un kitapları bu savı öne sürüyor."


Sayın Menemencioğlu'nun anlattıklarında bir mantık hatası var gibi görünmüyor ve üstelik kutsal kitaplardaki hikayeleride doğruluyor. Dönelim Sayın Burak Eldem'in söylediklerine yeniden.


Ipuwer papirüsünden de bahsediyor Burak Eldem ve Musa'nın kutsal kitaplarda anlatılan mucizeleri ile arasındaki benzerlikleri de ifade ediyor kitabında.


"Son yüzyıl içindeki arkeolojik bulgular ve kimi jeolojik araştırmalar, Ipuwer papirüsünde ve Exodus'ta sözü edilen türden doğal afet zincirlerinin yalnızca Mısır'da değil, aşağı yukarı dünyanın bütün bölgelerinde yaşandığına ilişkin, bir hayli ikna edici veriler sunmaktadır. Üstelik bütün bu olayların yerleştiği zaman dilimi ağırlıklı olrak İ.Ö.1650 dolaylarına denk düşer. Söz konusu veriler yalnızca büyük ve küresel bir doğal afetler zincirine değil,onun doğal sonuçları arasında kabul edilebileceksosyal, ekonomik ve siyasi hareketliliklere ve bunalımlara da net bir biçimde işaret etmektedir ayrıca. Burak Eldem, 2012: Marduk'la Randevu "


Sizinde göreceğiniz gibi Velikovsky ve Burak Eldem bu noktada neredeyse hem fikir olartak görünüyorlar. Eldem'in kitabının devam eden bölümlerinde de Hiksos'ların Mısır'a saldırmaları ve hüküm sürmelerinden bahsediyor. Ancak Hiksosların Velikovsky'nin söylediği gibi "Çoban Krallar" anlamından çok "Yabancı Krallar" anlamına gelebileceğini de özetliyor, tarihçilerin iddialarından yola çıkarak. Çünkü o dönemde göçebe ve çobanlıkla uğraşanların genellikle Sami Kabileler yani İbranilerden oluşuyordu. Ancak dikkat çektiği bir nokta var, eğer hiksoslar sanıldığı gibi Sami Kabilelerinden idiyseler ve Mısır'ı oluşan doğal felaketlerin etkisinde zayıflamışken ele geçirip yakıp yıkıp, kesip biçtiyseler, sonradan ne diye kendilerine bir ordu kurup Mısır'ın güvenliğini düşünmeye başlamış olsunlar. O dönemde tahta geçen firavunların hemen hepsi Mısırlı isimleri almışlar ve Mısır'da asayişi ve sınır güvenliği konusuna fazlasıyla önem vermişlerdir. Bir ülkeyi önce talan edip de sonradan toparlayıp korumaya çalışmanın ne gibi bir mantığı olabilir? Bu noktada sayın Eldem'e katılıyorum.


O dönemlerde adına Avaris denilen ve büyük bir kısmı paralı ve yabacı askerlerden oluşan bu askerler Mısır'ı kimden korumaya çalışıyorlardı? O dönemde Asur ve Hitit medeniyetlerinin çökme noktasında olduğunu söylüyor Eldem ve dolayısıyla Mısır için bir tehdit oluşturmuyorlardı. Bu nedenle Hiksosların Mısır'da yüzyıllarca ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören ve belkide bir kısmı Sami ve İbranilerden oluşan alt tabaka tarafından işgal edildiği ve kendi güçlerini göstermek ve ülkeye egemen olmak için yeni bir düzenlemeye gitmiş olabilecekleri fikrini öne sürüyor yazar ve bu da akla yakın gözüküyor. Böylece Hiksosların hem "Çoban Kral" hem de "Yabancı Kral" olrak tanımlanmaları daha bir anlam kazanmış oluyor.

Yine de verilen bilgilerin ışığında hala Musa ile karşı karşıya gelen firavunun kimliği konusunda net bir bilgimiz yok? Ramses mi, yoksa Velikovsky'nin iddia ettiği gibi Dudimose mi?

------------------

Bu yazıda kullanılan kaynaklar :

- İlmi Araştırmalar http://www.ilmiarastirma.net/?Pg=Detail&Number=8028
- Kaos Çağları, Yazan Kemal Menemencioğlu
- Mısır Tarihi http://web.boun.edu.tr/kurnaz/misir/tarih.htm
- Vikipedi
- Hz. İbrahim http://www.unyeses.net/hzibrahim.htm

Hiç yorum yok: