5 Ekim 2008 Pazar

GERÇEĞİN PEŞİNDE (5)

Tevratta ve tarihçilerin verdikleri tarihler İ.Ö. 1447-1650 arasında değişim gösteriyor, acaba bu tarihler arasında Mısır'ı kimler yönetti bir bakalım?

"M.Ö. 2650 yılında piramitler dönemi de diyebileceğimiz Eski Krallık dönemi başlıyor ve 3.-6. hanedanlık dönemleri M.Ö. 2150 yılına kadar sürüyor. Gize piramitleri de bu dönemde yaşayan üç firavunun eseri. Eski Krallık kaos içerisinde sona eriyor ve 7.-11. hanedanlıkları kapsayan yüz yıllık bir kargaşa hüküm sürüyor. Sonunda Mentohotep ülkeyi biraraya getirmeyi başarıyor ve M.Ö. 1750 yılına kadar süren Orta Krallık dönemi başlıyor. Bu dönem sanata ve özellikle mücevher yapımına önem verilen bir zaman dilimi olarak göze çarpıyor.Orta krallık döneminin sonunda M.Ö. 1540 yılına kadar süren bir kargaşa dönemi daha yaşanıyor."

Hikayemizin geçtiği dönem burada verilen bilgiye göre Orta Krallık döneminin sonu veya ikinci ara dönem zamanına denk geliyor bu dönemlerde ülkeyi yönetenler, Orta Krallık ( 11 - 14 hanedanlar ) ve İkinci ara dönem ( 15 - 17 hanedanlar ) olarak tanımlanıyor.

Eğer Tevrat'ın söylediği gibi İ.Ö. 1447 tarihini baz alacak olursak o devirde tahtta II.Amenofis ya da III. Tutmosis'in olması gerekirdi. Ancak her iki firavunun yaşadığı yıl hakkında bir çok kaynak da bir çok farklı tarih verilmektedir. İşin ilginç tarafı ise eğer Musa'nın hikayesinde adı geçen firavun III. Amenofis'in oğlu, IV. Amenofis ise o zaman işler iyice ilginçleşmeye başlardı diye düşünüyorum. Çünkü IV. Amenofis Mısır Tanrılarını red ederek tek bir Tanrıya inanan ender bir firavundu. Yani babasının ve halkının yaşadıklarından sonra tek tanrıya inanışı seçmiş olabilirdi. Bu iddayı destekleyen tarihçiler olsa da bu iddia hakkında araştırmalar yapanlar da bulunmaktadır.

Antik Mısır tarihinin şanlı 18 inci sülale firavunları yeni imparatorluk dönemini "1555-1090’’ başlatan krallardır. (bu kaynakda da az önceki kaynakdan farklı olarak ilgili tarihlerde 18. hanedanın hüküm sürdüğünden bahsediyor, bu konuyu ilerleyen zamanda daha da netleştirmeye çalışacağım) Mısır’a hiç olmadığı ve daha sonra hiç olamayacağı kadar yüksek bir hayat standardı getirmişlerdir. M.Ö. 1390-1353 tarihleri arasında yaşayan 18 inci sülalenin 9 uncu firavunu III. Amenofis (gerçek adı III. Amenhotep'tir ve Amon'un hoşnut olduğu anlamına gelir, Amenofis adı ise Yunan gezginlerince söylenen halidir) halktan bir kadın olan TİY ile evlenmiş, dört kız, iki erkek olmak üzere altı çocuk babası olmuştur. Tiy heykellerinde istediği her şeyi elde edebilen birisi olduğu anlaşılan, yüz hatları düzgün, olgun bir kadındır. Prenseslerine son derece önemli unvanlar verilmiştir. Kızlardan birisi olan SİT-AMON babası ile evlendiği için kralın karısı unvanı ile adlandırılmıştır. TUTMOSİS adındaki büyük oğlu Mısır’ın ikinci başkenti Menfis’in Başrahibi ünvanı ile çok önemli bir mevkiiye atanarak taht için yetiştirilmeye çalışılmıştır. III. Amenofis’in ikinci oğlu babasının ismini taşıyordu, ama krallıkla ilgili hiçbir yazıtta adı geçmiyor, heykellerden hiçbirinde temsil edilmiyordu.

Tutmosis beklenmedik bir şekilde genç yaşta öldü. İkinci oğul Amenofis (IV. Amenhotep) tüm kraliyet ailesi tarafından bir vücut özrü sebebiyle geri plana atılmış; eğitimi dışında kendisiyle ilgilenilmemiştir. Büyük oğul Tutmosis, babası III. Amenofis öldüğü zaman yaşlı, şişman, dişlerindeki bir rahatsızlık için aldığı afyonla uyuşmuş, görev yapamaz duruma düşmüştü.

Kralın ikinci derecedeki eşlerinden doğma oğullarından birinin tahtta varis olmasını önlemek için, güçlü kraliçe Tiy’in devreye girip o zamana kadar geri planda kalmış, önemsenmemiş oğlu Amenofis’i, kocasına krallık ortağı olarak ilan ettirmekte zorlanmamış olacağını düşünebiliriz. Babasından sonra krallığı garantiye alınan Amenofis, ince yüzlü,uzun çeneli, çekik gözleri olan, göğüsleri bir kadın gibi iri, kalçaları geniş, göğüs tahtası göçük, el ve ayak parmakları upuzun, kolları eğri büğrü, ama son derece zeki, iradesi çok güçlü bir gençti. 21 inci asırda bile kadınların güzellik idolü olan MİTANNİ prensi NEFERTİTİ ile evliydi. Yaşlı kral ölünce, dördüncü Amenofis adıyla tahta oturan genç firavun ilk iş olarak babasının mumyalanmasını üstlendi. Mumyalama işi firavunun emri ile yeni bir teknikle yapıldı. Bu geleneklerden ufak bir kopuştu belki. Ancak gelecekte olacak dramatik değişikliklerden haber veren kopuşlardan biri olduğu kesindi.

Mısıra firavun olan her yeni kral, Karnak kutsal alanındaki tapınağa önceki kralların yaptırdıklarından daha güzel ve daha büyük bir ek yaparlardı. Dördüncü Amenofis (IV. Amenhotep) bu geleneği de yıkarak, kutsal alanda Karnak tapınak kompleksinden bağımsız ve apayrı bir mimari ile, eski tapınağı gölgede bırakacak görkem ve güzellikte üstü açık bir tapınak yaptırdı. Bu tapınak ilerde dayatacağı din reformunun belirgin habercisiydi.Tapınağın önüne ve içine, kendi devasa heykellerini dikti. Pilonlarına (Kapıkule) sütunlarına, iç ve dış duvarlarına kendisinin ve kraliçesi Nefertiti ile prenseslerinin mutluluk görüntülerini betimleyen oyma rölyeflerini kazıttı. Onları göz alıcı renklerle boyattı. Bu betimlemelerde kral, eşini karşısına almış, kızlarını dizlerine oturtmuş, onları sevip öpüyor kokluyordu. Ama hem kendi, hem eşi, kızları, kafaları geriye doğru uzamış, tıpkı kendisi gibi kolları eğri büğrü, göğüsleri ve kalçaları kocaman sakat insanlar olarak resmedilmiş oluyordu.

[Çağımızda Marfan sendromu olarak adlandırılan bu özrün bir gen mutasyonu sonucu oluştuğu ve aile bireylerine %50 oranında taşındığı kanıtlanmıştır. Dördüncü Amenofis’in yaradılışındaki bozukluğun üstüne gittiği sanılmaktadır. Bu amaçla göründüğü gibi resmedilmesi için heykeltıraşlara emir vermiş olması olasıdır.]

Bu rölyeflerin üstlerinde bir güneş diski oyulmuş oluyor, diskten süzülen radyal ışınlar dördüncü Amenofis’in mutluluk sergileyen aile tablosunun üstüne şavkıyor, ışınların uçları bir el olarak sönüyorlardı. Ellerin hepsi ölümsüzlük simgesi olan üstü çemberli Mısır Hacını taşıyorlardı.

Kralın üçüncü saltanat yılında güneş diski öne çıkmaya başladı. Eski imparatorluk devrinde Tanrı olarak ortaya çıkan güneş diski ATON halk tarafından önceleri yadırganmadı. Ama saltanatının beşinci yılında adını, Aton’un hizmetkarı anlamına gelen AKHENATON (Aten için çalışan- Atenizmi kurduğunda verilen isim-Aten'in hizmetkarı) olarak değiştirip tapınağın üzerine Mısır’ın tüm Tanrılarını reddettiğini, onların artık var olmadıklarını, bundan sonra tek Tanrı olan Aton’a tapınılacağını ilan eden bir bildiri yerleştirince iş değişti. Amon rahipleri ve onların kışkırtacağı halktan bir bölüm insanın homurdanacağını bekleyen Kral önlemini almış, Teb ile Menfis şehirlerinden kilometrelerce uzakta, Nil kıyısındaki çölde bir şehir kurdurmaya başlamıştı bile. Tapınaklardaki Amon-Ra hazinelerine el koymuş, kutsal kitaplarda anlatılan Hz. İbrahim’in putları kırması gibi, altın Tanrı heykellerini kırıp eriterek gasp etmiş rahiplerini görevlerinden almıştır. Mısır firavunları Tanrı HORUS’tu. Onun önünde herkes yere kapaklanarak yüzünü toprağa yapıştırır, Krala bakamaz, soru sormadığı sürece konuşamaz, hatta soluk alıp verdiğini belli edemezdi. Kimse toplu halde ona karşı isyan etmeyi, tahttan indirmeyi, ya da öldürmeyi aklından bile geçiremezdi. Gene de, Karnak’taki Amon-Ra’nın on binlerce rahibi arasında gerilim inanılmaz dereceye ulaşmıştı. Bu gerilimi boşaltmak gerekiyordu. Akhenaton kutsal kitaplardaki Hz. İbrahim’in inananlarıyla Kenan ülkesine göç ettiği gibi, başkent Teb’i terk etme kararı aldı. Sonra da kendisine inanan Tebli büyük bir kalabalıkla bugün adı Tell El-Amarna olan Akhetaten’e göçtü. Kentin inşası henüz tamamlanmamıştı. Yapı ustaları, halk, biçimsiz vücuduyla Akhenaton büyük bir şevkle çalışmaya başladılar. Nil çamuru taş ocakları yapı malzemesiydi ve pek boldu. Kent sevinçle yükseltildi. Akhenaton’un Teb’de yaptırdığı tapınağın bir benzeri de burada yapıldı. Halk tapınakta, yeni tek tanrılı dinlerinin peygamberi olan krallarının vaazlarını can kulağı ile dinliyor, onun yazdığı ilahileri hep bir ağızdan okuyorlardı. Artık putlar,Tanrı heykelleri olmadığı için her yerde, her an var olan tüm ulusların Tanrı'sına ibadet ediyorlardı. Nil ve Akhetaten’in batısında asiller ve zenginler, kral ve kraliçe mezarlarını yaptırıp süslemeye başlamışlardı. Akhenaton yeni kurduğu 17 mil uzunluğundaki kentin sınırlarını belirmek için diktiği 14 dikili taşın yazıtlarında, kendisini buraya Tanrı'nın yönlendirdiğini, Aton’un burada tezahür ettiğini, dünyanın varlık kazandığı bu yerde şehir kurmasını emrettiği yazıyordu. Akhetaten Aton’un ufku demekti. Yazıtlar şöyle devam ediyordu [ Efendimiz tıpkı şehrin ufkundan doğan Aton gibi, altın işlemeli büyük arabasıyla ortaya çıktı. Bana Akhetaten fikrini veren babam Aton’dur. Akhetaten’i bu çölün ortasında kurma konusunda bana akıl veren ne bir memur ne de buraları bilen insanlardır.]Akhenaton Tanrıya and içerek şehri belirleyen dikili taşların çerçevelediği yerden dışarı çıkmamaya söz vermişti. Tıpkı ardılı olan peygamberlerin Tanrıyla yaptıkları akitleşmeler gibi. Sonra bir gün yandaşlarını sınır taşlarının birinin dibinde toplamış Musa’nın Tur Dağı’ndaki hutbesinde olduğu gibi onlara seslenmişti

[Büyük ve yaşayan Aton, hayatın çetin sınavlarından geçmiş dimdik ayakta babam. Milyonlarca kol uzunluğundaki duvarım. Bana ebedi olanı hatırlatan ezeli olana tanığım. İki eliyle hiçbir ustanın tasarlamadığı, kendi kendini yaratan, gün be gün durmaksızın, güneşin doğuşunu ve batışını düzenleyen…O, ışıklarıyla ülkeyi dolduruyor ve her şeye hayat veriyor.] Bu ifade de gerçek Tanrı soyut ve ele geçmez; yeni Tanrı güneş ışıkları gibi tutulamaz, cisim olarak görülemezdi. Yapılmakta olan mezarların bir çoğunun duvarlarına kazılmış olan yeni dinin Tanrı anlayışını, en tam tanımı ile o duvarlarda okuyabiliriz.

Duvarlara kazınmış çok uzun ilahiden bir alıntı:

Sen uzak olsan da her yerdesin
Seni görseler de adımların görülmez
Yaptığın işler ne kadar çok gözler görmese bile
Tek Tanrısın yoktur senden başkası
Yeryüzünü sen yaptın tek başına
Bütün insanları
Kuş ve sığır sürülerini
Ayakları üzerinde toprakta yürüyenleri
Kanatlarıyla yükseklerde uçanları
Hor ve KUŞ ülkelerini, Mısır ülkesini
Sen herkesin yerini belirledin
İhtiyaçlarını karşıladın.
Yiyeceklerini verdin.
Sayılı ömür bağışladın.
Onların dilleri değişik.
Karakterleri benzer, derileri farklı.
Çünkü sen insanları birbirinden ayırdın
Sen benim kalbimdesin.
Seni bilen başkası yok.
Yalnız oğlun Nefer Keparu-Re .
Yolunu gösterip kudretini verdiğin.



Not:Nefer Keparu-Re Ra’nın biriciği demek ve Akhenaton’u kraliyet adı FİRAVUN : (büyük evin sahibi)

Akhenaton’un Tanrısı tıpkı bizimki gibi tektir. Dünyanın yaradılışından sorumludur.Yalnız Mısırlıları değil diğer halkları da o yaratmıştır. İnsanı, hayvanı, kurdu-kuşu, tüm ülkeleri, renkleri, dilleri ayrı halklar Tanrı katında eşittir. Bu ilahi ve diğer yazılı vaazlar tıpkı kutsal kitapların ayetleri gibidirler. Akhenaton’un dünyalar güzeli kraliçesi Nefertiti her zaman her yerde yeni dinin kurucusu sevgili kocasının yanında destekçi, onaycı, teşvikçi yayıcı görevi üstlenmiştir. Akhenaton’a altı kız çocuğu doğurmuş ama bir oğul verememiştir.

Akhenaton 17 yıllık saltanattan sonra ölmüştür. Kendi ve kraliçesi Nefertiti’nin mumyalanmış cesetleri hiçbir zaman bulunamamıştır. Akhenaton’un yalnız Tell El-Amarna’daki bitirilmemiş süslü mezarına dokunulmamıştır. Nefertiti’ninkine de… Ama planını kendi yapıp kendi kurduğu başkenti Akhetaten son taşına kadar yerle bir edilip kurucusuyla birlikte tarihten silinmiştir. Oğlunun dışında yerine geçen krallar onu kafir firavun ilan etmişlerdir. İnananları Mısır’dan sürülmüş, onlardan da bir kaçı dışında adları tarihten silinmiştir.

Akhenaton aynı zamanda adını çokca duyduğumuz Tutankhamon'un da babasıdır. Tutankhamon 18 yaşında ölünce nesli son bulmuştur.

Mısır kronolojisinde değişiklik gösterse de pek çok kaynak da Akhenaton'un MÖ.1353-1336 ya da MÖ.1352-1334 yılları arasında krallık yaptığından bahsedilmektedir. Bu da bize Tevrat'ın ve diğer tarihçilerin Musa'nın yaşadığı döneme ait verdikleri tarihlere yakın olmakla beraber yine de yaklaşık bir yüz yıllık farka neden olmaktadır. Ancak gerek Mısır tarihçilerinin oluşturdukları kronoloji gerekse kutsal kitaplar ve ibrani tarihindeki tarihlerin net olmaması, Akhenaton'un ve Musa'nın yaşam çizgilerinin kesişip kesişmediği konusunu çözmemize yardımcı olmuyor ne yazık ki, ama Akhenaton zamanında bilinen bir felaketler zinciri olmadığına göre sanırım aynı dönemde yaşamış olamazlar.

Daha önce "Ben Neresiyim, Burası Kim?" başlıklı yazı dizini takip edenleriniz olduysa hatırlayacaktır ki, güneş Mu ve Atlantis kıtasında yaşayanlar tarafından Tanrı'nın simgesi olarak kullanılmıştır ve tek bir yaratıcı olduğuna inanılmaktadır. Tanrı'nın kendisi değil, sadece sembolü. Aton'da Akhenaton döneminde ki güneş Tanrısı olduğuna göre ve erişilebilen yazıtlarda anlatılan Tanrı'nın bizim Tanrımız ile örtüştüğüne göre ve hatta Akhenaton Tanrı'nın kendisini yönlendirdiğini iddia ettiğine göre belki de Musa'dan önce gelen bir uyarıcı da olabilir. Yani Mısır halkına özel gönderilen bir uyarıcı veya elçi. Ancak Mısır halkının İbranilerin Musa'nın Tur dağına çıkmasının ardından putlarına dönmeleri gibi, Akhenaton'un ölümü ardından Amon Rahiplerinin tutumları yüzünden çok Tanrılı dine geri dönmüş olabilirler. Dolayısıyla bir firavunu elçi yapmakla uyarıyı anlamayan Mısır halkına bu nedenle Musa gönderilmiş olabilir ikinci kez. Bu tamamen benim tezim olmakla beraber, bu tezden yola çıkıldığında IV. Akhenaton ve Tutankhamon'un Musa'dan önceki firavunlar olduğunu söylemek mümkündür. Tanrı'nın kutsal kitap getiren peygamberler dışında da pek çok elçi gönderdiğini bir çoğumuz biliyoruzdur. Peki o halde biz de Tutankhamon'dan sonraki firavunların durumlarına bir bakalım.
______________

Bu yazıda kullanılan kaynaklar



- Vikipedi
- Hz. İbrahim http://www.unyeses.net/hzibrahim.htm

2 yorum:

Adsız dedi ki...

güzel paylaşım,teşekkürler...

Fasulye dedi ki...

rica ederim..