5 Şubat 2012 Pazar

YA TUTARSA (10) AGARTA, GELİBOLU, TROYA VE UFOLAR

Altın Çağ'ın tanımı bile başlayan dizimiz yeraltı şehirleri, mağaralar, agarta ve ezoterizm bilgileri ile ilgili kısa duraklardan sonra şimdi de bir diğer fenomene Ufolar'a değineceğiz. Giderek akıl sınırlarını aşan ve bir çok insana giderek saçma gözükmeye başlayan bu hikayede uğradığımız duraklar daha sonra anlatacaklarımıza temel oluşturması açısından tek tek ele alınmaktadır.

Şimdi Gelibolu'ya uzanalım ve Ufo'larla ilgili fenomenlere kulak verelim.

Türkiye’nin en gizemli bölgelerinden biri de, Çanakkale boğazının çevresinde yer alan, kadim Misya bölgesi dâhilinde yerleşik olan ve Çanakkale iliyle, Gelibolu yarımadasını ve kadim Trakya kentini kaplayan alandır. Yer altı Işık Ülkesi Agartanın yer altı galeri ağının kadim girişlerinden birinin de bulunduğu bu bölgenin, tarihin gidişini etkiyecek çapta gizemli fenomenlere sahne olmak gibi bir özelliği vardır.

Yaklaşık İ.Ö.1100 yıllarında bu bölgede, Grek Mitolojisinin Tanrıları Kahramanlarının sürekli olarak ortaya çıktıkları ve savaşan ölümlülerin çarpışmalarına katıldıkları efsanevi Troya Savaşı yapılmıştı. İşte Troya Savaşının kaderini tayin eden de, Tanrı denilen varlıkların, ya da daha ziyade Yüce Güçlerin temsilcilerinin ölümlü beşerlere bu şekilde müdahale etmeleri olmuştur. Acaba, Tanrılar ile Kahramanlar; yani Yüce varlıklar doğrudan Agartadan gelmekte ve dış dünyaya okült bir tarzda korunan, Troya girişinden mi çıkmaktaydılar?

Bin yıl kadar sonra İ.Ö.72 yılında, Romalı General Lucullus’un emrindeki birlikler, Pontus Kralı 6. Mithridates’in ordusuyla Çanakkale yakınlarında karşı karşıya geldi. Romalı işgalcilerden sayıca çok üstün olan Pontus Kralı, galip geleceğinden kesinlikle eminde. Ne var ki, Grek yazar Plutarch’a göre, 6. Mithridates’in tam Roma ordusuna saldırmaya hazırlandığı sırada, çok tuhaf bir olay meydana geldi: birdenbire gökyüzü açıldı ve iki ordu arasına gökten, parlak, gümüşi renkte silindir biçiminde büyük bir obje indi. Bu fenomen her iki orduyu da şaşkınlığa uğrattı ve hareketsiz bir hale getirdi.

Yukarısı’nın günümüzde bir ufolojik tezahür olarak tanımlayacağımız bir fenomen vasıtasıyla beşerlere müdahale etmesi anlaşıldığı kadarıyla, Pontus Kralını kaçırtmış ve Lucullus’un galip gelmesini sağlamıştı. Tarihin çizgisi bir kez daha Çanakkale boğazının çevresinde çizilmiş ve beşer tarihinin gerçek mimarları bir kez daha mevcudiyetlerini hissettirmişlerdir.

Yaklaşık 2000 yıl sonra aynı bölgede yapılan ve tarafların kaderini tayin edici mahiyette olan bir diğer savaş ta, bütün bir alayın ortadan kaybolmasına yol açan çok daha tuhaf bir fenomene sahne olan Çanakkale savaşıydı. 28 Ağustos 1915 sabahı bir İngiliz Alayı Anafartalar’daki Suvla Koyunda, 60 No’lu tepe(kayacıkağılı) yakınlarındaki garip bir yer bulutuna girmiş ve bir daha hiç görülmemişti. Daha sonra da bu alayın kayıp olduğu rapor edilmişti.

Olayın tanıkları olan Sappers F.Reichart, R.Newnes ve J. L.Newman imzaladıkları bir raporda gördüklerini şu şekilde anlatıyorlardı: “… Güneş doğduğunda hava gayet açıktı, görünürde tek bir bulut yoktu… Ancak 60 No’lu tepe üzerinde, ekmek biçimde altı ya da sekiz adet bulut asılı duruyordu-hepsi de aynı biçimdeydi. Saatte yedi ya da sekiz km.lik bir hızla güneyden esen rüzgâra rağmen bu bulutlar pozisyonlarını hiçbir şekilde ya da biçimde değiştirmedikleri gibi, rüzgârın etkisi altında da sürüklenmediler. Yerden 150m. Yukarıda yer alan gözlem noktamızdan görüldüğü kadarıyla, yaklaşık 60 derecelik bir yükseklikte öylece asılı duruyorlardı. Bu bulut grubunun tam altına rastlayan yerde, arazi üzerinde aynı biçimde olan ve sabit duran yaklaşık 250m. Uzunluğunda 60m. Yüksekliğinde ve 60m. Genişliğinde bir bulut bulunuyordu.
Bu bulut tamamen yoğundu ve hemen hemen katı bir madde yapısında görünüyordu… Tüm bunlar yerdeki bulutun 2500m. Kadar güneybatısında, Rododendron Dağı üzerlerindeki siperlerimize yerleşmiş bulunan NZE 1.Sahra Bölüğünün 3. Takımının 22 askeri tarafından gözlemlenmişti.Gözle noktamız 60 nolu tepeye 90 m. Kadar yukarıdan bakıyordu. Sonradan anlaşıldığına göre, bu tuhaf bulut kuru bir dere yatağının ya da çökmüş bir yolun(kayacıkdere) üzerinde bulunuyordu. Ve arazi üzerinde böylece dururken yanları ile uçlarını mükemmel bir şekilde görebiliyorduk. Öteki bulutlar gibi açık gri renkteydi. “daha sonra, birkaç yüz kişiden oluşan İngiliz alayı, First Forth Norfolk un bu çökmüş yol ya da dere boyunca 60nolu tepeye doğru ilerlediğini fark ettik. 60nolu tepe üzerindeki birlikleri takviyeye gidiyor gibiydiler. Ancak söz konusu buluta ulaştıklarında hiçbir tereddüt göstermeksizin doğrudan bulutu içerisine ilerlediler. Sonunda, 60 No’lu tepe üzerinde yayılarak savaşmak üzere hiç kimse ortaya çıkmadı.
Bir saat kadar sonra, yürüyüş kolundaki son erler de bulutun içerisinde kaybolduktan sonra aynı bulut gayet rahat bir şekilde, yerden kalktı ve herhangi bir bulut ya da sis gibi yavaşça yükselerek, raporun başında değindiğimiz diğer bulutların yanına katıldı. Tüm bu süre boyunca bu bulut grubu aynı yerde asılı kalmıştı ve o tuhaf yer bulutu kendi seviyelerine yükselir yükselmez hepsi birlikte kuzeye, yani Trakya’ya doğru ilerlemeye başladılar. Kırk beş dakika içinde, gözden kaybolmuşlardır. “söz konusu alay kayıp ya da yok edilmiş olarak bildirildi. İngiltere Türkiye’den bu alayın geri verilmesini istediğinde, Türkiye bu alayı ne esir aldığını, ne temas ettiğini ve ne de böyle bir alayın varlığından haberi olduğunu belirten bir yanıt vermişti. 1914–1918 yıları arasında, bir İngiliz alayı 800ile 4000 kişi arasında oynayan bir güçten oluşurdu. Bu olayı gözlemlemiş olan bizler, Türkiye’nin söz konusu alayı hiçbir zaman esir almadığını ya da temas etmediğini teyit ederiz…”

Charles Berlitz bu vakayı “özel manyetik alanların ya da sismik fayların yahut her ikisinin birden bulunduğu yerlerin civarda bilinmeyen varlıkların müdahalelerinin söz konusu olabileceğini gösterdiği için ilginç bulmaktadır. Aslıda, Berlitz’in u açıklaması, müdahale kelimesini kullanması açısında önem kazanmaktadır. Çünkü bu ifade, Çanakkale savaşındaki fenomeni, müdahale unsuru taşıyan öteki olaylarla bağlantılandırmaktadır. Berlitz, bu sözleriyle Çanakkale boğazı civarındaki gizemli bir bölgenin varlığına da işaret etmiş olmaktadır. Berlitz’in değindiği üzere, bu bölge bir fay hattının üzerinde yr alır. Ve bu alan dâhilindeki manyetik tesirler sorununa ışık tutabilecek olan bazı hususları açıklığa kavuşturmakta yarar vardır.
Araştırmacı Robin Collyns, aynı konuyu işlediği bir yazısında, John Hargravein Suvla Koyu çıkarmasına ilişkin olarak yaptığı bir açıklamayı aktarırken, “21 Ağustos 1915 tarihinde birkaç tabur pusula ibresinin aşırı derecede kuzeye doğru sapmasından ötürü bu alanda yönlerini kaybetti,” demektedir. Collyns, olaya yol açan garip bulutların, aslında, İngiliz alayını kaçıran ve manyetik düzensizliklere yol açan uzay gemileri ani Ufolar olup olmadıklarını sormaktadır. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Bu konudan olmak üzere, dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, yer altı dünyasına açılan kadim girişim mevcudiyetidir. Bu tür girişlerin, daha başka metotların yanı sıra herhangi bir davetsiz misafire karşı, tecrit edici bir perde işlevini görecek olan bir mayetik alan ile korunduğu söylenir.

Grek Mitolojisinde geçen, Tebai Krallığı Athamas’ınilk eşi Nephele’den Phrixus adında bir oğlu ve Hele adında da bir kızı olur. Bir süre sonra Nepheleden bıkan Athamas, Ina adında ikinci bir hanım alır. Ina, sahte bir kehanet öne sürerek, çocuklarını kurban etmesi için Athamas’ı ikna eder. Çocuklar tam öldürülecekleri sırada anneleri Nephele ki bu isim bulut anlamına gelmektedir ortay çıkar, ve onları sisleri ve dumanlarıyla sarıp sarmalayarak, Hermes’in kendine verdiği postu altından olan ve uçan bir koçun sırtına bindirir. Phrixus ile Hele bu uçan koçun sırtında havalanarak Tebai’den kaçarlar. Tam Çanakkale boğazının üzerinden uçarlarken, bir fırtına kopar ve zavallı Helle koçun sırtından düşerek Çanakkale boğazında boğulur- unun üzerine, buraya Helenlin denizi anlamına gelen Hellespont adı verilir. Fırtınayı atlatan Phrixus, altı koç tarafından Colchiz’e götürülür. Koç burada Zeuas’a kurban edilir. Bu koçun altın postu, daha sonra Jason ile Argonotları arayacakları ünlü Altın Post haline gelecektir.

Görüldüğü gibi bu son derece ilginç bir öyküdür. Bir bulut ortaya çıkmakta ve iki çocuğu sisli perdesiyle sararak çevredeki kişilerce görülmeyecek bir hale getirip böylece bir uçan altın araç nakletmektedir. Gelibolu’da gözlemlenmiş olan kaybolma fenomiyle bu efsane arasında şaşırtıcı bir benzerlik vardır. Belki tüm alay da, Collynsin kuşkulandığı gibi aynı şekilde bir ufoya nakledilmiştir. Acaba buluta girdiklerinde, demateryalize olup sonra ufonun içinde materyalizm mi olmuşlardı? Butür bir ışınlama vakası olabilirdi. Fakat olayda sonra bulutun dağılmayıp tuhaf şekilde öteki bulutlara katılmış olması ve hepsinin birden Trakya yönünde uzaklaşmaya başlaması bulutun kendisinin bir UFO olabileceğini akla getirmektedir. Ufolar iyonlaşma yoluyla bir butlu görüntüsü oluşturabilirler. Ufolojik literatürde bulut görünümde olan ufolara ilişkin gözlemlere sı sık rastlandı.

Bu efsanenin geriye kalan kısmı da çok ilginç bazı unsurlar taşımaktadır örneğin öyküde anlatılan olayın, Gelibolu’da meydana gelen kaybolma vakasıyla benzerliğinden öteye efsanenin odaklandığı yerlerden biri gerçekten de Çanakkale boğazının(kadim hellespont)kendisidir: bu son derece ilginç bir husustur.

Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer okta da, tam Çanakkale boğazı üzerindeyken bir fırtınanın kopmasıdır. Uçmakta olan bir aracın bu saha üzerinden geçişini etkileyen bir fırtına bir manyetik bölgenin yıkıcı mahiyetteki güçlerinin faaliyete geçişini kapsayan bir olay olabilir ki bu tür güçler bu bölgede gerçekten de mevcuttur

Bu efsanenin bir başka ilginç yanı da altın koçun izlediği Tebai, Çanakkale boğazı, Colchis yoludur. Colchis, Karadeniz’in doğu kıyısında Kafkasların eteklerinde Elbruz dağından pek uzak olmayan bir noktada yer alıyordu: dolayısıyla, ayrıca dünya mitolojilerini en ünlü yolculuğu olan Argonun yolculuğunda varış mahallini de oluşturan kutsal Colchis, Agartanın kadim girişlerinin birinin yakınlarında bulunmaktadır ve Troya ovası da, Çanakkale boğazı kıyılarında uzanır. İşte Hermes’in sağladığı kadim bir uçan aracı izlediği bu rota, iki ayrı kadim Agata girişinin yer aldığı iki gizemli bölgeyi birbiriyle irtibatlandırmaktadır. Şu hususu da hemen hatırlatmalıyız ki kutsa yerleri birbirine bağlayan düz hatları, ufoların uçuş yörüngelerine tekabül ettiği söylenmektedir.

Dahası, Hermesin fizik dünyadan ayrılan canları Hadese, yani yer altı dünyasına götüren Grek Tanrısı olduğunu da biliyoruz. Acaba, Hermes gerçekte, Agartanın Yüce Konseyinin yer altı şebekesinin girişlerine ulaşabilmeleri amacıyla bazı kişilere yol gösteren bir habercisi miydi?

Muamma dolu Çanakkale bölgesi, görünüşe göre manyetik kökenli olan düzensizliklerin meydana gelişine paralel olarak yoğun bir UFO faaliyetinin de gözlemlendiği diğer gizemli bölgelerin kesişme noktasını oluşturuyor gibidir. Bu bölgeler iki büyük su kütlesi ile kıyılarına, Marmara denizi ile ege denizine tekabül etmektedir.

Egeye Çanakkale boğazı ve Karadeniz’de de İstanbul boğazı vasıtasıyla bağlana bir iç deniz olan Marmara Denizi kadim propontis, denizciler ile balıkçılar arasında önceden herhangi bir belirti olmaksızın, ani deniz hareketleriyle girdaplar gibi üzensizliklerin oluştuğu çalkantılı bir deniz olarak kötü bir şöhret yapmıştır. Tecrübeli denizciler sınırları dâhilinde seyretmekte olan gemiler tekneleri tehdit den belirli tehlike bölgelerinden söz ederler.


Marmara üzerinde faal halde olup da, söz konusu düzensizlikleri oluşturan güç her ne ise, ayrıca, uçmakta olan araçlarında etkilemekte ve hiç beklenmeksizin onu tesir alanına giren uçakların düşmesine sebep olmaktadır. Ne ilginçti ki, Marmara Denizi 40 derece kuzey ile 41 derece kuzey enlemleri arasında yer alır ve bu enlemler üzerinde birçok felaketin ve ufolojik fenomeninin kastedildiği diğer iç su kütlesi olan Amerika’daki büyük göllerden Erie gölü bulunmaktadır bu konudan olmak üzere göden kaçırılmaması gereken bir başka hususu da Marmara’nın güney ve doğu kıyılarını hemen akınında dört tatlı su gölünün bulunmasıdır.

1954–1959 yılları arasında Marmara civarında düşen uçakların aşağıda yer alan listesi hava facialarının özellikle bu felaket sahası dâhilinde aşırı derecede yoğunlaştığını göstermektedir

Ayrıca, aynı yörede ortadan kaybolan uçaklara ilişkin iki vaka da mevcuttur. 29 Haziran 1956 da, Ulubat gölü üzerinden bir jet uçağının kaybolduğu rapor edilmişti. 19 yıl sonra, 31 Ocak 1975 akşamı, saat 18.41 de, Türk Hava Yollarının bursa adlı jet yolcu uçağı inişe hazır bir halde Marmara’nın kuzeyinde yer alan Yeşilköy havalimanındaki piste yaklaşıyordu. Tam o sırada Yeşilköy’ün ışıkları söndü. Ve hava limanının otomatik no-break sistemi devreye girene kadar, 25 sn.lik bir süre geçti. Ancak, kaptan pilot uçağın reflektörlerini kullanmak suretiyle inişe geçmek istemeyerek kuleye, radyo telsizle dönüşe geçeceğini bildirdi. Undan sonra radyo bağlantısı kesildi ve bursa uçağı bir daha asla görülmedi! Yetkililer pas geçen kaptan pilotun gerekli irtifaya ulaşmadan dönüşe geçtiğini ve dolayısıyla da uçağın kontrolünü kaybederek; Yeşilköy Hava Limanı, Ambarlı, Hayırsızada arasında kalan dar bir üçgen dâhilinde Marmara’ya düştüğünü ileri sürmüşlerdi. Ne var ki, kaptan pilot böylesine aşikâr bir hata yapamayacak kadar tecrübeliydi ne uçağın ne de yolcuların hiçbir izine rastlanamadı. Uçağın denize düşüşünün görülmemiş olmasının yanı sıra, herhangi bir uçak kalıntısı ya da herhangi bir ceste bulunamamıştı. Bir süre sonra aramalara son verildi ve bu olay da unutulup gitti.

Marmara denizinin üzerinde ve çevresinde yer alan söz konusu yöre, UFO gözlemlerinin sanki bir araya toplandığı bölgelerden biri olarak tebarüz eder. Ve tabi İstanbul kenti, bu gizemli felaketler saha dâhilindeki UFO faaliyetinin odak noktasını oluşturur. İstanbullular çoğunlukla gökte büyük bir hızla seyreden ve ya Marmara’nın üzerinde gözden kaybolan ya da Marmara’ya dalan gece ışıklarında bahsederler. Bunlara ilişkin bazı örneklere müteakip sayfalarda göreceğiz. Ayrıca daha pek çok kayıtlanmamış olaylar da mevcuttur.


Türkiye’nin ege kıyıları ya da Klasik Çağdaki adıyla İyonya Kıyıları bir diğer komple ufo felaket alanı oluşturmaktadır. Tanrıça Io’nun ülkesi anlamına gelen İyonyada gözlemlenmiş olan en eski ufolojik fenomen olarak sınıflandırabileceğimiz bir olaya, Efesin kutsal taşı diopet hakkındaki efsanede değinilmektedir: “ Efes kentinin yüce Artemis’in mabediyle gökten inmiş olan kutsal taşın koruyucusu olduğunu herkes bilir…” (resullerin işleri: 19/35).

Bu sözleri, Aziz Pavlos’un Efes’teki vaazlarına kaşı çıkarak ayaklanan güruhu dağıtan kent yetkilisi söylüyordu. Bahsettiği taş, bir önceki bölümde açıklandığı üzere, İlahi Güçlerin neşrettikleri Spritüel Tesirleri zapt edici bir anten, bir odak noktası olarak işlev görüyordu. Bu bölümde bizi ilgilendiren husus ise, kutsal taşın Efes’e ulaşma şeklidir. Kent yetkilisinin belirttiği gibi, bu taşın gökten geldiğine ya da Greklere göre, Zeus’un kendisinden geldiğine inanılırdı. Bir mabedin odak noktasını oluşturan bu tür bir kutsal taş, genellikle benimsenen yorumun aksine, bir meteorit olamazdı. Her şeyden önce, çağlar boyu etkinlini sürdüren bir kutsal işlevi yerine getirebilecek mahiyetteki bir taşın özel olarak hazırlanması gerekmektedir. Yani uzayda kendiliğinden oluşamaz. Üstelik bu tür objeler, gökten kendiliklerinden düşmezler, daha ziyada yeryüzüne indirilirler.

Belirli dinlerin ve tradisyonların inananlarınca ululanan, göksel kökenli daha başka kutsal taşlar da vardır. Bunların en ünlüsü, Kâbe’nin güneydoğu köşesine yerleştirilmiş olan ve Müslümanlarca kutsal addedilen Kara Taştır, yani Hacer-i Esved’dir. İslam tradisyonuna göre en Yüksek Cennetten indirilen Kara Taş, Sirius’tan gelmiştir. Tibet tradisyonlarında, Norbu Rinpoch ya da Sanskrit’te Chintamani denilen ve yeryüzüne Tanrıların habercisi olan bir “kanatlı at” tarafından getirilmiş olduğuna inanılan bir başka kutsal taş daha vardır. Kanatlı at ifadesini, bir uzay gemisinin tanımı olarak yorumlayabiliriz. Andrew Tomas, bu taşın da muhtemelen, Sirius’tan geldiğine işaret etmekte ve yeryüzüne bir uzay aracı ile getirilmiş olabileceğine dikkati çekmektedir. Tibet’in kutsal taşının yeryüzüne nakledilmesinde kullanılan metodun, Efes’teki diopet içi de geçerli olması çok muhtemeldir. Çok uzak bir geçmişte, Efes’in üzerinde beraberinde son derece değerli bir emanet, yani eşsiz özellikleri haiz bir taş getiren bir uzay gemisinin belirmiş olabileceğini tahayyül edebiliriz. Troya’daki Palladium’un da efsaneye göre yeryüzüne Zeus tarafından gönderildiğini hatırlarsak, ufolojik yorum çerçevesinde, bu heykelin de Dardanus’a yıldızlararası bir araç vasıtasıyla iletildiğini düşünebiliriz. Anlaşıldığına göre, Agarta’daki Ana İlahi İstasyonu tesis etmiş olan göksel varlıklar ayrıca yerkürenin her yanında tali istasyonlar da kurmaktaydılar.

1975 ve 1976 yıllarında, Anadolu’nun belirli bir bölgesinin üzerinde, birbiri arkasına iki gizemli uçak kazası meydana geldi. Bu vakalarda dikkati çeken husus, kazaların oluştuğu sahanın, birkaç tane tatlı su gölünün bir arada bulunduğu Göller Yöresinin güneyinde yer almasıydı. Gizemli olayları inceleyen kişilerin aklına derhal şöyle bir soru gelmişti: acaba Türkiye’nin Göller Yöresi de,  Kuzey Amerika’daki Büyük Göller gibi, yerküremizin karaların iç kısımlarında yer alan felaket bölgelerinden birini mi oluşturuyordu? Bu, pek de boş bir soru değildi, çünkü sivil havacılar arasında yetkili kişilerin her iki kazayı birlikte değerlendirerek ulaştıkları sonuçlar bu görüşü destekler mahiyetteydi.  Söz konusu facia alanı, Eğridir Gölü, Burdur Gölü ve Kovada Gölü arasında uzanmakta, Isparta kentini de çevrelemektedir.

19 Eylül 1975 günü, saat 23.20 civarında, Türk Hava Yollarına ait bir Boing 727 uçağı, 146 yolcu ve 12 kişilik mürettebatı ile yukarıda tanımladığımız bölgeye düştü. İstanbul’dan havalana uçak, Antalya’ya doğru uçmaktaydı. Daha henüz Isparta’nın güneyinde uçarlarken, kaptan pilotlar her nasılsa varış yerine ulaştıklarına hükmederek alçalmaya başlamışlardı. İşte bu son derece garip bir olguydu. O kadar tecrübe sahibi olan bu sivil havacıların böyle inanılmaz bir hata yapmaları imkânsızdı. Antalya’daki hava limanına yaklaştıkları sırada hava limanından en az 90km.ötede, dağlara çarpmışlardı.

17 Ocak 1976 tarihinde, Ankara’daki Etimesgut Askeri Hava Limanından havalanan C–47 askeri nakliye uçağı, önce Eskişehir’e inmiş, bir saat sonra tekrar havalanarak, bu kez Antalya yönünde uçmaya başlamıştı. Kaptan pilot henüz Kovada Gölü üzerindeyken sivil meslektaşının yaptığı hataya düşmüş ve Kovada Gölünün güneyinde, deniz seviyesinden yaklaşık 900m. Yükseklikteki araziye çarpmıştı. Bu kadar tecrübeli pilotlar, Göller Yöresindeki bu sahayı nasıl oluyordu da Antalya Hava Limanı olarak değerlendiriyorlardı?

Havayolu Pilotlar Derneği(TALPA) yetkililerine göre, uçağı radyo trafik sisteminin Göller Yöresi dâhilindeki yanıltıcı işleyişi, her iki olayda da vaktinden önce alçalarak kaza yapan pilotların görünürdeki hatalı davranışlarına yol açmıştı. Kazaları incelemiş olan bir grup sivil havacı, her iki uçağın pilotlarının, kaynağı Göller Yöresinin güneyindeki bir yerde, muhtemelen de Kovada Gölü yakınında ya da üzerinde buluna bir elektromanyetik düzensizlikten ötürü yanılgıya sürüklenmiş oldukları kanaatine varmışlardır. Dolayısıyla, denilmektedir ki, Antalya Hava Limanının NDB(non-directinal radio beacon) istasyonundan yayınlanıyormuş gibi gözüken ve pilotlara Antalya’ya yaklaştıklarını bildiren yanıltıcı sinyalleri alan pilotlar, kapalı havada yerlerini belirleyebilecek herhangi bir görsel unsura başvuramadan, alçalmaya başlamışlardı. Ne var ki sinyallerin kaynağı gerçek NDB istasyonu olmadığı gibi, Antalya’ya da ulaşmış değillerdi: anlaşıldığına göre, Göller Yöresinin Gizemli manyetik güçleri, harekete geçerek pilotlara ölüm sinyalleri göndermişlerdi.

Daha önce de değinmiş olduğumuz gibi, elektromanyetik mahiyette olan ve felaketlere yol açabilen bu tür düzensizliklere rastlanılan yerler, hemen hemen her zaman ufolojik faaliyet bölgesi gibi görülmektedir. Göller Yöresinin güneyinde kalan Antalya kenti, Akdeniz kıyılarında yer alır. Ve Akdeniz’de müteveffa araştırmacı Ivan Sanderson tarafından çok sayıda UFO tezahürlerine paralel olarak olayların meydana geldiği, elektromanyetik anomaliler olarak sınıflandırılmıştı. Akdeniz kaybolan denizaltı vakalarıyla ün yapmıştır.

Marmara, Ege ve Akdeniz yörelerinin, gizemli olaylar ve facialar ile muammalı bir ilişkisi varmış gibi görünen önemli ufolojik tezahürlerin sık sık gözlemlendiği bölgeler olarak tebarüz etmelerinin yanı sıra, Anadolu’nun bu sahalar dışındaki çeşitli yerlerinde de daha birçok ufolojik fenomene tanık olunmuştur ve olunmaktadır.
Ege bölgesi yakın zamanlarda, ege denizindeki deniz hareketlerine ve Anadolu’nun ege kıyılarınca meydana gelen UFO akınlarına ilişkin gözlemlerden ötürü, halkın dikkatini çeker olmuştur. 1981 yılı başlarında, İzmirli bir işadamı ve mercan avcısı olan Refik Tanergün, gazetelerde, ege bölgesinde oluşan muamma dolu fenomenler hakkında açıklamalar yapmıştır.

Taner güne göre, Ege denizindeki deniz hareketleri, köşeleri, Midilli, Sakız adaları ile Karaburun’da yer alan, üçgen biçiminde bir saha dâhilinde yoğunlaşmaktadır. Tanergün, kendi deyimiyle bu yeni Bermuda Üçgeninin sınırları içinde birçok kaptanın ve tecrübeli denizcinin gizemli fenomenlere tanık olduklarını belirtmiştir. İzmirli amatör mercan avcısı, bu UFO üçgeni dâhilinde, UFO faaliyeti oluşturdu tehlikeli ir manyetik sahanın bulunduğuna inanmaktadır. Kendisi bu manyetik bölge içinde dev dalgaların birden bire nasıl belirdiğini şöyle anlatmıştır: “ Karaburun açıklarında, derin denizde avlanmaya çıkan çoğu balıkçı, geçtiğimiz (1980 ) Temmuz ayında meydana gelen ilginç olayı halen anımsamaktadır. O aylarda avlanan grubun 300m. Ötesinde, Midilli sahiline bakan tarafta, bir anda denizde, 35- 40m. Yüksekliğinde adeta sudan yapılmış bir perde oluştu. Bu perdenin ardından, hışırtıyı andıran bir sesle parlak bir cismin sulara gömüldüğü gözlendi. Bu bir deniz patlaması değildi. Zira deniz köpürmedi ve etki alanı sadece belirli bir noktada kaldı.” Tanergün, aynı olayın, Ağustos 1980- Ocak 1981 arası altı aylık süre boyunca birçok kez tekrarlandığını ileri sürmüştür: “ bu alanın içine düşen veya rastlantı sonucu giren bir gemi, tekne veya herhangi bir deniz aracı, alabora olmakta, adeta deniz dibine çekilmektedir. Ben, şahsen, Tahsin Kalkavan adlı Türk şilebi ile Tenya 2 adlı Yuna şilebinin bu alan içinde kaza yaptığına inanıyorum. Uzun teorik aştırmalar yapmakla, gerçek ortaya çıkabilir.”

Sözü edilen şileplerin her ikisi de, geçekten 1980 yılının son aylarında, Tanergünün tarif etti Ege Ufo Üçgeni dâhilinde kaybolmuştu. 21 aralık1980 günü Simeko adlı bir Rus şilebiyle Ertük–2 gemisinin mürettebatı Karaburun açıklarına, Türk-yunan sınırı boyunca seyreden bir geminin birden alabora olarak göz açıp kapayıncaya kadar sulara gömülüşüne tanık olmuşlardı. Daha sonradan, söz konusu geminin,

Tahsin Kalkavan adlı bir Türk şilebi olduğu anlaşılmıştı.

Ege Ufo Üçgeninin faaliyetinin, sadece yakın zamanlara değil çok eskilere kadar dayandığı belirtilmekte, Tanergün’ün bu konuda bilimsel araştırma yapılmasına ilişkin dileği haklı çıkarılmıştır. Örneğin Cumhuriyet gazetesinin 24 Mart 1958 tarihli sayısında, Karaburun açıklarında Yunan şilebi olduğu söylenen bir geminin hiçbir iz bırakmadan battığına dair bir haber çıkmıştı.

Dahası, Ege Üniversitesi Astronomi Kürsüsü öğretim görevlilerinden olan ve isimlerini açıklamayan bir grup bilim adamı Tanergün’ün iddialarını onaylamaktadırlar: “ henüz varlığını kanıtlayamadığımız bir gücü inkâr etmek, bilimi inkar etmektir. Zaman zaman gökyüzünde, yabancı cisimleri (ufoların) dolaştığı, artık bilinen bir gerçektir. Bu cisimlerin olağan üstü enerji ve güç taşıdığı da tespit edilmiştir. Örneğin, Atlas Okyanusunda geçtiğimiz(1980) Temmuz ayında görülen bu cisimlerden biri, yaydığı enerji ile dev dalgalara yol açmış, üç teknenin sulara gömülmesine neden olmuştu. Bütün bu gerçekler karşısında, Ege Denizinde meydana gelen iki gemi kazasının da bu tür hareketlerden kaynaklandığını kabullenmek istemeyenler çıkabilir. Ancak, bu, bilinen içinde bulunduğumuz yüzyıl koşulu ile açıklanmak istenmeyen, açıklanmayan gerçeklerden iridir. Egede bir manyetik alanın varlığı her an düşünülebilir. Bunu şiddetini kestirmek mümkün değildir.

Aynı bilim adamları grubu, 1979 ve 1980 yıllarında Ege kıyılarının çeşitli yörelerinde ufoların sık sık görüldüklerini ve çıplak gözle izlendiklerini belirtmişlerdir. Bu dönemde 1 Mayıs 1979 d ötekide Nisan 1980 de olmak üzere İzmir üzerinde kısa süreli iki UFO akını meydana gelmiştir. Bu arada, birçok İzmirli bu astronomları UFO gösterimleri dedikleri akınları izleme fırsatını bulmuştur. Bilim adamlarına göre İzmir üzerinde yapılan en son UFO gösterisinin tarihi 1981 yılının ilk günlerine rastlanmaktadır: “ geçenlerde iki ayrı yabancı cisim, ..Karşıyaka üzerinde ilginç bir göster yapmıştır. Karanlığı henüz basmaya başladığı dakikalarda iki ayrı yönden gelen ve sürekli ışık saçan bu cisimler, bir hayli alçalmış daha sonra Yamanlar Dağı sırtlarında gözden kaybolmuşlardır. Bu olayın tanığı bir hayli fazladır. Ancak, bu kadar tanık bulmakta güçlük çektiğimi bir başka yabancı cisimden de söz etmekte yarar vardır. Örneğin deniz- dibi yabancı cisimleri(USO’lar). Bu gün kurgu bilim türü filmlere konu olan bu cisimlerin varlığı dayarı yarıya kanıtlanmış gibidir. Etki alanı geniş, enerji küpü bu cisimler, rahatlıkla,  deniz-altı ve deniz-üstü hareketlere neden olabilmektedir.”

(devam edecek)

3 yorum:

Sis dedi ki...

Bu yazı serisi için herhangi bir bilimsel kaynakça var mı?

Adsız dedi ki...

ben sadece alıntıları derledim yazının başında da soylediğim gibi anlatılanların peşine düşmedim açıkçası var sa da bu kayıtlar nerelerde tutulur tam olarak emin değilim. ama bu anlatılanların peşinde olanları duyunca hayretten küçük dilimi yutuyordum. bu insanların bu anlatılanlara inanması için bir sebep olmalı. ve aslına bakarsan aklıma yatan yerleri de yok değil :) ama herhangi bir dayanağım yok.

fasulye

Adsız dedi ki...

ama yazı dizisinin devamında ufoların gerçek olduklarını kanıtlayacağım belgelerle :)