Sanırım henüz tamamlayamamış olsam da yazı dizisi yazmayı seviyorum.. Aslında amaç yazı dizisi yazmak değil, meraklarımı gidermek, ya da meramımı anlatmak olduğu için, belki lafın arkasını kesmek de zorlanıyorum, belki de yüksek sesle düşünüp herkesin görüşünü almak istiyorum ve bu nedenle bir sonuca kısa yoldan erişmek istemiyorum. Dolayısıyla da yazılar uzayıp gidiyor. Bu aralar güncel olaylardan biraz uzaklaştığımı düşünsem de eski yazılarıma da vefa borcumu ödemek adına diğer iki yazı dizisine devam etmeye başladım. Ancak bir süre önce emektar defterime aldığım notlardan yola çıkarak oluşturduğum bu yeni yazıyı da ben Mısır'da keşif ve heyecan peşindeyken sizlerle paylaşmayı uygun buldum. Önceden beri benim yazdıklarımı okuyan değerli dostlar bilirler ki en büyük savım Mustafa Kemal ve Müslümanlığın tek yürekte yaşayabileceğini anlatmaktır. Bu nedenle ki ilgi alanlarım bir yandan kutsal kitaplar, gizemli medeniyetler ve Türklüğün kökeni olurken öte yandan Mustafa Kemal'i tanımak onu anlamak peşindeyimdir. Bir insan olarak.. Merakımı çeken her konuyu, elimden geldiğince okuyarak, her bakış açısını ele alarak değerlendirmeye çalışıyorum.. Son yıllarda toplumda oluşan din ve Mustafa Kemal bağdaştırılamazlığı kafamı kurcaladığından da bu defa böyle bir yazı dizisine başlamaya karar kıldım. Bakalım nerelere varacağız yine birlikte..
Başlıkta seçmiş olduğum "Atatürk olmasaydı, biz bu gün..." son yılların baş polemiği olmuş bir cümle, "biz" yerine "siz" kullanılıyor olsa da ben biz siz ayırımı yapmaktan hoşlanmadığım ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan herkesin Türk olduğu ve benim gözümde bir ayırımı olmadığı için "biz" demeyi tercih ettim. Bu bir savunma yazısı değildir öncelikle onu baştan söyleyeyim, Mustafa Kemal'in benim tanımaya çalıştığım, anlamaya çalıştığım Mustafa Kemal'in benim veya türevlerim gibi amatör yazarların veya sevenlerinin avukatlığına ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Ama tartışmaya her zaman açık gönlüm, onu benimle aynı taraftan bakmayanların gözüyle de irdelemeye teşvik ettiği için, daima insanları anlamak ve onlarla iletişim kurmak için en etkili yöntem olduğuna inandığım empati kurma yoluna itti ve bir kez de onların geldiği noktalar da nerelere dayandıklarını kendi gözlerimle görmek istedim. Bakalım ben de farklı bir gözle baktığımda onların ulaştıkları noktalara yanaşabilecek miydimi merak ettim. Elbette tarafsız bir göz olduğumu iddia etmiyorum, değilim. Sadece denemek istiyorum nereye varılabiliyor en fazla, bu anlamda bu yazı Mustafa Kemal'i yeren bir yazı değildir, lütfen yazı dizisinin ortasından başlayarak okuyacak arkadaşlarım öyle düşünmesinler. Okudukça ne demek istediğimi sanırım siz de daha iyi anlayacaksınız.. O halde başlıyorum...
"Türk Kurtuluş Savaşı, Birinci Dünya Savaşı'nın getirdiği kabul edilemez koşulların zorlamasıyla ortaya çıkan bir ulusal başkaldırının, onurlu bir direnmenin topyekün adıdır."
Orhan Çekiç
Mondros Ateşkes antlaşmasının ardından Anadolu'ya giren İngiliz, Fransız ve İtalyan Birliklerinin, ülkenin çeşitli bölgelerindeki asker sayısı yaklaşık 100.000 civarındaydı. Devlet Birinci Dünya Savaşından yenik çıkmıştı. Ulus yorgun ve yoksuldu. Ordu elinden silahları alınmış ve dağılmak üzereydi. Ülke içinde yaşayan azınlıklar örgütlenmiş ve her yanda gösteri, toplantılar ve propogandalar yapıyorlardı.
Bu durumdan kurtulmak isteyen yurtseverler, bölgesel dernekler ve örgütlenmeler içine girmişler, ancak sadece kendi bölgelerinin bağımsızlığı için çalışmalara başlamışlardı. Ne yazık ki bu çalışmaların çoğu yine yabancı devletlerin koruyuculuğu altında planlanıyor ve girişimlerde bulunuluyordu.
Mustafa Kemal'in Üçüncü Ordu Müfettişi olarak, Anadolu'ya gönderildiğinde düşünülen kurtuluş yolları şunlardı.
1. İngiltere'nin koruyuculuğuna sığınmak
2. Amerika'nın mandasını istemek
3. Bölgesel kurtuluş yolları aramak
Bu çözüm önerilerinin hiç biri yıkılan Osmanlı'nın ardından Anadolu'yu bir arada tutmak için yeterli değildi. Bu nokta da siz değerli okuyuculara sormak istediğim bir soru var. Ülkemiz bu gün yukarıdaki koşullar altında olsaydı, sizin öneriniz ya da düşünceniz ne olurdu?
1. İngiltere'nin koruyuculuğunu kabul ederim
2. Amerikan mandasını isterim
3. Bölgemdeki kurtuluş çabalarına destek verir, Anadolu'daki diğer bölgeleri boş veririm
4. Yurt dışına kaçarım
5. Hiç bir şey yapmazdım/yapamazdım
6. Tüm ulusun kurtuluşu için çözüm yolları arardım
7. Kaderime razı olurdum
8. Hiç biri/Diğer
9. Yıkılan Osmanlı'yı diriltmeye çalışırdım
Mustafa Kemal bu nokta da altıncı maddeyi tercih etti. Bu kararın dayandığı düşünce ise şuydu;
"Temel ilke, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kurtulamaz.
Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, başlarına isteyerek yabancı bir yönetici getirmeleri düşünülemez."
Eğer altıncı maddeyi seçmiş olan Mustafa Kemal başarısız olsaydı, sonuç diğer sekiz maddenin uygulanması ile farklı mı olacaktı? Hayır. En azından mücadelesiz bir teslimiyet olmayacak, futbol maçlarında sıkça dile getirildiği gibi, onurumuzla yenilmiş olacaktık. Osmanlı'yı diriltmeye çalışsaydık bir mücadele vermiş olmayacak mıydık? Olacaktık elbette. Ancak artık halkıyla herhangi bir bağı kalmamış, kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir padişahlık sistemi ile yola devam etmek, eninde sonunda yine aynı noktaya gelmemizi sağlayacaktı.
Sanıyorum bu noktaya kadar Mustafa Kemal'in yapmaya çalıştığı şeyin vatanını seven herkesin yapmak isteyeceği bir mücadele olduğu konusunda kimsenin bir itirazı yoktur. Bu nedenle gündemdeki polemiklere Mustafa Kemal olmasaydı şimdi sömürgeydik söylemlerine girmemize hiç gerek yoktur.
Çünkü bu noktaya kadar gelişen olaylar da henüz bir eylem içine girilmemiş, sadece eylem planı yapılmış ve mevcut koşullar altında bir ulus için en onurlu mücadele şekli belirlenmiştir. Bu günkü polemiklere konu olanlar bu noktadan sonra eylemin uygulanması sırasında gelişen durumlardır.
Devam edecek...
Fasulye
2 yorum:
Sevgili Fasulyeciğim;
Yazı dizisi olarak çok önemli, hassas ve bir o kadar da problemli bir konu seçmişsin. Önemli ve hassas olmasının konuyu irdeleyerek, anlatmakta herhangi bir zorluk olmaz, ancak problemli dediğim durumun şöyle bir zorluğu var; Bu günün modern koşulları ve yaşam şekli ile o günün şartlarına bakmanın zorluğunu söylemek istiyorum. Daha doğrusu, senin açından ziyade, senin dışındaki pencerelerden, onların gözlüğü ile bakmanın zorluğunu kastediyorum.
Bugün insanların çoğunluğu, hiç o günlerin koşullarını her yönüyle incelemeye gerek dahi duymadan, oturdukları rahat koltuklardan ahkam kesme alışkanlığındalar. Ne o dönemin siyasi tarihini, ne ekonomik koşullarını, ne de dünyadaki olan gelişmeleri inceleme gereği duymadan, bugünkü koşulları o günkü koşullarla aynı sanmalarının yanlışlığına düşmeleri yatmaktadır, bugün yapılan değerlendirmeler.
Ayrıca, senin bu yazı dizisinde, her ne kadar ilk başta karşı tarafın penceresinden bakacağını söylemiş olsan da, biraz daha onlara yakın olman ve o dönem veya bu gün Atattürk'e karşı tavır içinde olan kesimlerin gözüyle değerlendirmelerini daha keskin yapsan, yani tarafsız da değil, direkt olarak onların düşündüğü gibi düşünüp, olayları öyle yorumlasan, bence sonuca daha iyi ulaşabilirsin diye düşünüyorum. Ama, işin zorluğu da burada işte; Farklı düşündüğün halde, karşı olduğun fikir sahipleri gibi düşünmeye çalışmak.. Nasıl zor bir durumun içinde olduğunu tahmin edebiliyorum..
Belirtmek istedeiğim bir diğer şey de, dokuz madde halinde sıraladığın önerilerin bir çoğunun, o günün şartlarına uymadığını düşünüyorum. Şöyle ki; O günün şartlarındaki bir ülkeyi, ayağa kaldırmak için yapılacak önerileri kimlerin yapabileceği, hangi kesimlerin öneride bulunabileceğini de düşünmemiz gerekir. Tamamen örgütsüz bir toplum olan geniş halk yığınlarının bu kurtuluş mücadelesinde, herhangi bir öneride bulunabileceğini düşünmemiz bizi yanılgıya sürükler. Önerileri yapanlar, her zaman olduğu gibi, elinde belirli bir gücü bulunduran, çevresindeki insanları kullanabilme, yönetebilmeyi elinde bulundurabilen kesimler ile dünya siyasetine yön vermek isteyen güçlerin elçi ve misyonerleri bunları seslendirebilir ve halkı, bu önerilerin en iyi yöntem olduğu konusunda ikna edebilirler.
Bu durumda, halkı ikna edebilecek ve yönlendirebilecek güçlerin kendi menfaatlerine uygun olarak yapacakları öneriler ise, ilk üç madde dışında, dokuzuncu madde ile Atatürk'ün önerdiği "Tüm ulusun kurtuluşu için çözüm yolları aramak" maddesi olabilecektir.
Ben bundan daha fazla yorum yaparak bu yazı dizisinin gidiş sürecini bozmak istemem. Ancak, senin bu sayılan beş öneriyi de ayrı ayrı irdeleyip, o öneriler doğrultusunda ülkeyi ayağa kaldırmaya çalışır ve sonucunda varılacak noktaları ve sorunları açığa çıkarırsan, çok önemli bir görevi yerine getirmiş olursun.
Sana başladığın bu önemli görevde başarı ve kolaylıklar diliyorum. Umarım başarıyla tamamlarsın bu önemli görevi..
Sevgilerimle..
Sevgili Arzu,
Geniş değerlendirmen için sonsuz teşekkürlerimi kabul et.. Elimdne geldiğince Mustafa Kemal'i karşı olduğum gözlerle görmeye çalışıp öyle yorumlaycağım
Dokuz maddeye gelince o günün şartlarını gözardı ederek yazdığım konusunda haklısın ama bunun sebebi seninde başlangıçta belirttiğin gibi zaten insanların o günün şartlarını görmezden gelerek konuya yaklaşıyor olmaları. O nedenle bende o gününşartlarına ait insan psikolojisi yerine zaten bugünün şartlarında konuyu irdeleyen kişileri hedef seçtim kendime. O nedenle bu tür bir madde yapısı daha uygun geldi.
Yazı dizisi için her türlü eleştiri ve önerini seve seve kabul ederim. Hatta dilersen bu yazıya ortak olabilir. Yazı dizisi ile ilgili görüş ve katkılarını dilersen burda dilersen kendi blogunda yer verebilirsin.
Amacım kendi yanlız yolculuğuma çıkmak değil, hepimizin birden dahil olduhu bir yolculukta neden nasıl ilişkisini çözmek olduğundan, aynı merkezde düşünce yapısı bile olsa farklı bakış açıları daima daha objektif olacaktır diye düşünüyorum.
Sevgiler
Fasulye
Yorum Gönder